10.03.2024

Start Finish: 2024 Suudi Arabistan GP

 


    Dün itibariyle Max Verstappen'in pole alıp, kısa bir süre Lando Norris'e kalan kısmı saymazsak, lider götürüp kazandığı bir yarışı daha geride bıraktık.

    Red Bull içindeki Helmut Marko - Christian Horner cepheli savaş devam ederken, Max Verstappen'in 2025'te Mercedes'e gideceği dedikoduları konuşulurken pisti doğrudan etkileyen haber Ferrari'den geldi.

    Carlos Sainz'ın apandisit ameliyatı geçirmek zorunda kalmasının ardından koltuğunun 18 yaşındaki İngiliz pilot Oliver Bearman tarafından doldurulacağı duyuruldu. Daha o gün Formula 2'de pole pozisyonu almış genç adam kendisini bir anda Formula 1 aracında buldu. Sıralama turlarında ufak bir farkla 11. sırada kalan Bearman, yarışta da son dakika katılmasına rağmen iyi bir performans sergileyerek 7. sırayı aldı ve hafta sonuna damga vurdu. Gelecek sene kendisine gridde yer bulması neredeyse garanti diyebilirim.

    Yarış hakkında söylenecek fazla bir şey yok. Lando Norris'in cezasız kalan jump startı, Pierre Gasly'nin ilk tur tamamlanmadan yarıştan çekilmek zorunda kalması, bu pistte yine yarış bitiremeyen Lance Stroll'ün duvara girdikten sonra yarış mühendisiyle yaşadığı "-Aracı geri getirebilir misin? -Hayır?" diyaloğu, Magnussen'in tren oluşturarak takım arkadaşı Hulkenberg'e puan yolunu açması aklımda kalanlar oldu. Belki biraz da amaçsız olsa da Hulkenberg-Ocon-Albon-Tsunoda arasındaki çekişme.

    7. turdaki güvenlik aracında pite girmeyen ve ikinci bir güvenlik aracı için kumar oynayan Hamilton ve Norris'in kumarları tutmadı. Norris yarış yeniden başladığında liderdi ancak Verstappen'in gerisinde kalması uzun sürmedi. Max Verstappen ufka doğru süzülerek uzaklaşırken Sergio Perez de onu takip etti. Charles Leclerc, 43 turluk lastikleriyle en hızlı turu attı ancak Perez'in pitte güvenli olmayan çıkışı sebebiyle aldığı 5 sn cezaya rağmen 2.liği alamadı.

    Hamilton'ın pite girene kadar arkasında tutmayı başardığı Oscar Piastri 4. sıraya yerleşirken Fernando Alonso da iyi bir yarış çıkartarak 5. sıraya tutundu. George Russell-Oliver Bearman-Lando Norris-Lewis Hamilton'dan oluşan İngiliz ekibi kalan sıraları alırken son puan Hulkenberg'e gitti. Sauber pilotları Valtteri Bottas ve Zhou Guanyu ise son sıralara demir atarak başka bir şekilde dikkat çektiler.

    Bu yarışı da böyle hafızamda kalsın diye not düşmüş oldum. Şu anda Formula 1'de pist dışının pistten kat kat ilginç olduğu bir gerçek. Önümüzdeki haftalarda da değişecek gibi görünmüyor.

2.03.2024

Start Finish: 2024 Bahreyn GP "2023 Sezonu Kaldığı Yerden Devam Ediyor"


    Buraya son Formula 1 yarış yazısı yazmamın üzerinden 6 seneye yakın süre geçti. Bu yazıyı yazarken beklentim de esasında birilerinin okuması, aydınlanması ya da başka yerde bulamayacağı bilgileri bulması değil. Zaten artık hayatımızla tamamen bütünleşen sosyal medya sayesinde yarış öncesinde, sırasında ve sonrasında pilotların ve arabaların en küçük detaylara kadar bilgilerini alabiliyoruz. Bu yazıyı yazmaktaki amacım hem kaybettiğimi düşündüğüm yazma becerilerimi yeniden kazanmak hem de hafızamı tazelemek.

    2022 sezonuyla başlangıcını gördüğümüz, 2023 sezonunda da artık sinir bozucu bir hale gelen Red Bull - Max Verstappen dominasyonu kaldığı yerden devam ediyor. Esasen kimsenin de değişiklik olacağına dair bir inancı ya da beklentisi yoktu. Yalnızca Red Bull'un RB20 aracıyla, Mercedes'in deneyip başarısız olduğu sıfır yan-pod konseptine geçiş yapması ve Christian Horner'a yöneltilen suçlamaların takım içinde düzensizlik yaratıp yaratmayacağına dair soru işaretleri yarattı. Bu iki konunun Red Bull dominasyonunu tamamen bitirmese bile Ferrari ile Mercedes'in daha da yakınlaşarak rekabete katılmasına sebep olabileceği bir an da olsa akıllardan geçti. Geçen haftaki test seansları RB20'ye dair şüpheleri silerken, Horner mevzusunun çözümsüz kalması da henüz takım üzerinde bir etki yaratmamış gibi görünüyor.

    Sıralama turlarında pole pozisyonunu akıllıca bir taktikle eline alan Max Verstappen, yarışın da ilk turundan itibaren hala kalan 19 pilottan başka bir dünyada takıldığını gösterdi. Yarış bittiğinde takım arkadaşı Sergio Perez'in 22 saniye önünde olan ve en hızlı tur puanını da elinde tutan Verstappen, başına bir olay gelmedikçe 4. şampiyonluğunu da geçen sezonki kadar rahat kazanacağa benziyor.

10. tur itibariyle Verstappen'in açtığı fark.

    Sergio Perez de yarışa 5. sıradan başlasa da RB20 ile önündeki pilotları teker teker geçerek takım arkadaşının arkasında rahat sayılabilecek bir 2.lik kazandı. Carlos Sainz ile arasında 2.5 saniye tutarak podyumun ikinci basamağına yerleşen Perez bu sezon belki de 2023'ten daha rahat olabilir.

    Podyumun son basamağını kazanan, gelecek yıl yerine Lewis Hamilton'ın geçeceği Carlos Sainz ise ilk yarıştaki performansıyla gelecek sezon kendine koltuk bulmanın pek zor olmayacağının sinyallerini verdi diyebiliriz. 

    Biraz garip gelebilir ancak Mercedes, takımlarda Ferrari ile 2.lik için mücadele vermeye çalışacakken McLaren ile de 3. sıra için mücadele edecek gibi görünüyor. Aston Martin de aracını geliştirmeyi başarırsa McLaren'in yakasına yapışabilir.

    Diğer takımlar da üç aşağı beş yukarı 2023 sezonunda kaldıkları yerlerden devam ediyorlar. Alpine dışında kış arasını verimsiz geçiren bir takım olmamış gibi. Esteban Ocon yüzünden pek hoşlaşmadığım Fransız takımı ise kış arasını oldukça kötü geçirmiş. Testlerde de ortaya çıkmıştı ancak ilk yarışta bu doğrulanmış oldu. Bottas ve Sergeant'ın başına gelenler olmasaydı son sıraya demir atacaklardı.

    Yarışta DRS yardımıyla üst üste geçişler ve mücadeleler izlesek de bence hafızalara kazınacak tarzda bir an göremedik. Belki Sainz-Leclerc mücadelesi ilk yarışın hatrına yazılabilir.Yarıştan benim aklımda kalanlar şunlar oldu:

    Charles Leclerc'in 10. virajı 4-5 kez blokajla kaçırması. İzleyenler olarak telsiz konuşması gelene kadar Leclerc'in Bahreyn'de alkolü nereden bulup fazla kaçırdığını sorgulamamız ancak telsiz konuşmasını duyunca yine bir araç problemi yaşadığını anlamamız. Ön frenlerdeki ısı dengesizliği sebebiyle yarış boyunca fren yaptığında aracın sağ tarafa gittiğinden yakınıp durdu kadersiz arkadaşımız.

    Logan Sergeant'ın durduk yere pist dışına çıkıp bir dakikaya yakın orada bekleyip oyalanması. Daha sonra Williams aracında direksiyon problemi olduğu ve değiştirildiği açıklandı. 

    Startta iyi bir kalkış yapsa da Hulkenberg-Stroll kazasına ucundan karışarak geriye düşen Valtteri Bottas'ın bir de pitte lastik takılamaması sebebiyle 52 saniye süren pit stopu. Böyle şeyler hep bu 1980ler seks filmi aktörü imajıyla gezen Bottas'ı buluyor zaten.

    Yarışın son turlarında Ricciardo'ya yer vermesi istenen agresif Japon arkadaşımız Tsunoda'nın takıma trip yapıp bir de yarış bittikten sonra trafikte makas atan maganda gibi Ricciardo'nun önüne dalması (divebomb).

    Yanılmıyorsam tarihte ilk kez yarışa başlayan bütün araçların damalı bayrağı gördüğü bir sezonun ilk yarışını izlememiz. Bu kadar dayanıklı araçların olması yarışlardaki sürpriz faktörünü ortadan kaldıracağı için kaçınılmaz olarak seyir zevkini iyice azaltacaktır.

    Gelecek hafta Ramazan ayı başlangıcı dolayısıyla yine bir cumartesi günü Suudi Arabistan'dayız. Merak edenler varsa bu durumdan da bahsedelim. Ramazan ayı başlayacağı için Suudi Arabistan'da yarışın cumartesi günü yapılmasına karar verildi. Kurallar gereği iki yarış arasında en az 1 hafta olması gerektiğinden bu haftaki yarış da mecburen bugün yapıldı.

    Artık nasıl gerçekleşebilir en ufak bir fikrim yok ancak umuyorum ki daha heyecanlı, en azından 2. lik mücadelesine tanıklık edeceğimiz bir yarış olur.


19.02.2023

Arsenal: Neden kasabanın diğer tarafındaki Dial Square FC taraftarının kalbi hala Arsenal için atıyor?

 

Marc Brewer, Dial Square taraftarı olarak hala Arsenal kıyafetlerini giyiyor.


O anda Emirates Stadyumu tarihinin gelmiş geçmiş en önemli lig maçı oynanıyor fakat Arsenal kombinesine sahip Stuart Morgan, stadyumdan 38 km uzaktaki Chertsey kasabasında bulunuyor.

Mütevazı bir kulüp binasının alçak tavanının altında lager birasını yudumluyor. Arsenal’ın Manchester City karşısındaki mücadelesini yayınlayan televizyondan tiz bir ses geliyor. Stuart her vuruşu adeta yaşıyor, Gabriel Martinelli’nin ortasına kafa vuran oymuşçasına kafasını sallıyor. Fakat yaşananlardan bayağı uzakta.

Şaşırtıcı bir şekilde, Clock End tribünündeki her zamanki koltuğunu bir dostuna hediye etti. Kolunu kesseniz Arsenal’in bugüne kadar giydiği bütün kırmızı formaların tonlarında kanı akacak bu adam, Mikel Arteta’nın takımının Erling Haaland, Kevin de Bruyne ve diğerlerine karşı ışıklar altında vereceği mücadeleyi izleme fırsatını kendi isteğiyle tepti.

Santradan yarım saat önce “Dial Square FC’nin tüm hikayesini anlattığımdan emin olmak istedim” diyor.

“Hikayeyi düzgünce anlatmamız önemli.”


Stuart Morgan

Bu hikayenin başlangıç noktası tartışılabilir. Bazıları Dial Square Futbol Kulübü’nün 2020 yılında Stuart Morgan tarafından önderlik edilen, Londra kulübünün yönetilme şeklinden hoşnutsuz bir grup Arsenal taraftarınca kurulduğuna inanıyor.

Diğerleri ise bu hikayenin ilk satırlarının 2018 yılında, Amerikalı bilyoner Stan Kroenke’nin Arsenal’in kesin sahibi olduğunda yazıldığını iddia ediyor.

Belki de daha da geriye 2006’da Highbury’nin yıkılışına ya da 1994’te koltuksuz tribünlerin yasaklanmasına gitmemiz gerekiyor. Veya yarı-yarıya atkıların futbol sahalarının dışında ilk görüldüğü hangi zamansa oraya.

Morgan “Modern elit futbolda bir şey oldu ve birçok taraftarın içine sinmedi. İçinizde rahatsız edici bir his var.” diyor.

“Para. Açgözlülük. Taraftarların müşteri muamelesi görmeleri. Var olmamızın tek sebebinin para harcamamız olduğunu hissettiriyorlar.”

“Birçok şey değişti ve hepsi iyi yönde değil. Kulüp arması, stadyum, bilet fiyatları; artık her hafta farklı bir forma giyiyorlarmış gibi geliyor. Aşık olduğum Arsenal bu değil.”

“Bu konu hakkında bunalım yaşamaktansa bir şey yapmaya karar verdim.”

İnşaat sektöründe çalışan Morgan, lig dışı futbol yönetimi konusunda tecrübe sahibi. 2016’da Camberly Town’da yönetici olarak kulübün o yılki FA Vase kupasında yarı final oynamasında rol sahibi oldu. Bu ona kendi başına yol almak konusunda güven verdi, AFC Wimbledon ve FC United of Manchester’ın kaderleri de. Kulüplerinin yönetimine inancını kaybeden ve seslerini duyurmak isteyen taraftarlarca kurulan diğer iki kulüp.

Dial Square, 1886 yılında güneydoğu Londra’daki Woolwich’te bulunan cephane fabrikasındaki işçiler tarafından konulan Arsenal’ın orijinal ismiydi. Bir ay sonra Royal Arsenal olarak yeniden isimlendirilen kulüp 1893’te tekrar isim değiştirerek Woolwich Arsenal oldu. 1913 yılında ise nehrin öte yanına geçerek kuzey Londra takımı haline geldi.

Morgan’ın uzun vadeli planı Dial Square kulübüne Woolwich’teki kurucu fabrikaya en yakın kalıcı yuvayı bulmak. Şimdilik Chertsey Futbol Kulübü’nün Alwyns Lane sahasında kiracı durumdalar

Arsenal’ın Manchester City maçından dört gün önce, gri Surrey gökyüzünün altında Dial Square, Lightwater United Futbol Kulübü’nü ağırlıyor.

Oyuncular tok bordo renginde forma ve ona eş çoraplarla birlikte beyaz şort giyiyorlar. Kulübün armasında ‘yeni şafağı’ simgeleyen güneş saati hakim. Altındaki sancakta Latincede yeniden doğuş anlamına gelen ‘renascitur’ kelimesi yazıyor. İki tarafında hem yeni başlangıcı simgeleyen hem de Morgan’ın bu fikrinin ilk kök saldığı Royal Oak puba (Kraliyet Meşesi) gönderme olan meşe palamutları var.

Dial Square oyunu domine ediyor. Morgan ise devamlı aksiyon halinde. Sürekli telefonundan mesaj forumlarını ve kulübün sosyal medya kanallarını güncelliyor. Norveç, Yeni Zelanda, Almanya ve ABD gibi ülkelerden de olan 4000’den fazla taraftara sahipler.

Alwyns Lane’de yaklaşık 50 taraftar var. İngiliz futbolunun 12. Seviyesinde olan Batı Surrey County Orta Seviye Ligi’nin Birinci Grup maçı için oldukça büyük bir kitle. Hemen hemen hepsi aynı bölünmüş aidiyeti paylaşıyorlar, aynı zamanda Arsenal taraftarı olmak.

Büyük dedesi 1920lerde Highbury’de saha görevlisi olan Dave Nathan “Her zaman bir Arsenal taraftarı olacağım,” diyor. Büyükannesi eskiden Laundry End (Çamaşır Tarafı) olarak bilinen North Bank tribününde, demirden yıkama tahtasında Arsenal oyuncularının formalarını yıkamış. Nathan’ın “Acaba büyükannem yüzünden mi diye merak ediyorum” dediği sırada Dial Square’in uzun boylu stoperi Adam Sewell maçın ilk golünü atıyor.

“Timbuktu’da da doğmuş olabilirdim ama yine de Noel hediyesi olarak bana kırmızı beyaz bir Arsenal atkısı verilirdi. Arsenal benim DNAmda var.”

Nathan, futbola gitmenin eskiden “bir his olduğunu” söylüyor. “Bankada kaç paranızın olduğunun önemli olmadığı, sadece Arsenal’ın parçası olmanızın önemli olduğu” ideal bir ortamdan bahsediyor. “Şimdi ise Emirates’te maç biletlerini bir statü sembolü olarak gören çok fazla insanın olduğunu hissediyorum. Kimseyi gittiği için eleştirmeyeceğim ama şahsen çok fazla değiştiğini hissediyorum. Atmosfer çok sessiz. Önceden sahip olduğum camia hissi, o büyü kayıp. Bunu geri kazanır mıyım merak ediyordum. Bütün ülkeyi gezdim ve 92 yaptım. Benim için bu, turnikesi olup da futbol maçı için size ücret karşılığı bilet satan her stadyuma gitmek anlamına geliyordu.”

Futbol piramidinde aşağılara gittikçe kulüp ve taraftarlar arasında daha güçlü bağ vardı. Kulüpler verdiğiniz her kuruşun hakkını veriyordu.”

Ama hiçbir kulüp derdine derman olamadı, böylece Nathan Emirates’e döndü.

“Andy Carroll’un Manuel Almunia’nın üstünden zıpladığı maçtı [2010 yılında Newcastle’ın 1-0 kazandığı], eşimin oğlunu maça götürmek istedim ama ne yazık ki bilet yoktu. Bu yüzden kendim gittim.” diyor.

“Fakat stadyumda çok fazla boş koltuk gördüm. Maçın cazip gelmediğine karar veren kombine sahipleri ya da ilgilenmeyen şirket çalışanı tipliler. Sahada Üçüncü Dünya Savaşı başlayabilirdi ama tribünde ellerinde telefon, birbirleriyle laklak eden takım elbiseli çocuklar fark etmezlerdi bile. Bir de üstüne maçın bitmesine 20 dakika kala stadyumdan çıktılar. Sinirden tütüyordum. Üvey oğlum onların yerinde maçı izleyebilirdi.”

“Eski ordu mensubu olan babam beni işleri, onun deyişiyle ‘Arsenal yoluyla’ yapmam için büyüttü. ‘Bu Arsenal yolu değil, Arsenal yolunu kaybettiler’ diye düşündüm. O zamandan beri Dial Square gibi bir şey arıyorum. Burada sahip olduğumuz şey özel.”


                Dial Square bir korner kullanıyor ve iki takım tarafından birkaç beceriksiz dokunuş sonrası, Sewell ikinci kafa golünü atıyor. Sahanın diğer tarafındaki Dial Square kalecisi Aaron Bufton’ın arkasında iki büyük pankart asılı.

                Birinde ‘Fakirlerce yaratıldı. Zenginlerce çalındı’ diğerinde ‘#KeepGreedOutOfFootball (#AçgözlülüğüFutbolunDışındaTutun)’ yazıyor.

                Wembley Stadyumu’nda yer alan University Campus of Football Business’ta (Futbol İşletmesi Üniversite Kampüsü) ders veren Andreas Charalambous “Gerçekten bu kadar basit,” diye açıklamaya başlıyor.

                “İnsanlar gizli hedeflerimiz olduğunu düşünüyor olabilir. Biz işleri doğru yapıyoruz. Buraya geldiğimde müşteri gibi değil yoldaş gibi hissediyorum.

                Charalambous aynı zamanda kulübün  %15ine sahip olan Dial Square FC Enterprise’ın (DSFCE) (Dial Square FC Girişim) başkanı olarak da hizmet veriyor. Kalan %85 şimdilik Stuart Morgan’a ait ancak hedefi zamanla kulüpteki hakimiyetini azaltarak tüm kontrolü DSFCE’ye vermek.

                DSFCE hissedarlardan değil, üyelerden oluşuyor. Üyeler yıllık 90 pound harcayarak ‘tam taraftar sahip’ olarak katılıyorlar. Kulübün günden güne işleyişi konusunda her üyenin sesini duyurması teşvik ediliyor ve üyeler eşit oya sahipler.

                Morgan “Herkesin bütün istediği söz haklarının olduğunu, söyledikleri şeyin önemli olduğunu hissetmek” diye ekliyor. “Buraya geldiğinizde kendinizi yetkili hissediyorsunuz. Gerçekten önemlisiniz. Bunun futbol taraftarları için ne kadar önemli olduğunu gözardı edemezsiniz.”

                Bugünkü Arsenal hakkında nasıl hissettiğini sorduğumuzda Morgan bir an duraklıyor. Normalde kelimeler, Bukayo Saka’nın ayaklarından daha hızlı çalışan dudaklarından sel olup akıyor. Bunun hala pençeleştiği bir soru olduğunu görebiliyorsunuz.

                “Dürüst olmak gerekirse sevgi-nefret ilişkisi. Sahaya gittiğimde bu şeyleri zihnimde arkaplana atmaya çalışıyorum. Kendimi suçlu hissediyor muyum? Belki biraz. Ama gidip futbol kulübümü izliyorum. Her zaman sevdiğim ve izlediğim futbol kulübümü. Sahipler gelip gidecekler. Kroenke bir gün kar için kulübü satacak. Ben hala burada olacağım.”

                “Biz insanları Arsenal’ı desteklemeye devam etmeleri için teşvik ediyoruz. Hiçbir zaman ya o ya bu durumu olmadı. Bizler siyah ve beyaz değiliz. Hiç kimseye hiçbir zaman seçmek zorunda olduklarını söylemeyiz. Arsenal formasıyla maç izlemeye gelen Dial Square taraftarları var ve bu harika. Musluğu kapatamazsınız, Arsenal’ı desteklemek vücüdunuzda, kanınızdadır.”

                1970lerde 8 yaşındayken Highbury’de ilk maçına giden Marc Brewer için bu özellikle doğru. Sol kolu klasik gotik fontla yazılmış Arsenal dövmesiyle kaplı. Sağ kolu ise küçük Noel ağaçlarına benzeyen beyaz işaretler ve daha gerçekçi görünen topa [silah] sahiplik eden, eski ambleme ait bir tuval.”

                Brewer’ın adanmışlığı derisinin derinliklerinden daha fazlası. En büyük oğlunun ismi James Charles Paul Merson Brewer. İkinci oğlunun ismi Mathew Joseph Ian Wright Brewer. Kızı doğduğunda da geleneği sürdürerek Hollie-Ann Manu Petit Louise Brewer ismini vermiş.

                Çocuklarının isimleri için “Söylemesi zor ama Arsenal’ı ne kadar sevdiğimi gösteriyor.” diyor.

                Brewer hem DSCFE’nin yönetim kurulunda yer alıyor hem de Dial Square’in sekreterliğini yürütüyor. Emirates’e iki kez gitmiş ancak iki seferde de kendisini boş hissetmiş. Arsenal’ın kiminle oynadığını hatırlayamıyor ve “Bir iz bırakmadı” diyor.

                Eğer Brewer bıkmışsa bunun nedenini anlamak kolay. Kulübün armasını koluna dövme yaptırdıktan bir hafta sonra amblem şimdiki haline dönüşmüş. Modern estetiğe daha uygun şekilde daha yumuşak hatlar, daha parlak renkler. Brewer “Amaç neydi ki? Sırf değiştirmiş olmak için değişim gibi. Garip. Artık ona bağlılık hissedemiyorum.” diyor. “Acı verici, gerçekten öyle. Bir şey kaybetmişim gibi hissediyorum. Yine de izlemeyi bırakamıyorum. Her zaman Arsenal kazansın isteyeceğim ama o bağlılık hissi gitti.” diye devam ediyor.

                “Yani böylece Dial Square’e katıldım. Bu düşük seviyede başlayarak, en başından itibaren yolculuğa eşlik etmek, bu gerçekten bana cazip geliyor.”

                Bu duygu hem taraftarlar hem de oyuncular tarafından yankı buluyor. 34 yaşındaki kulüp kaptanı Eddie McKinlay daha üst seviyede futbol oynama umutlarının bittiğini biliyor ancak büyük hedefleri olan bir kulüpte mirasını bırakma şansının da farkında.

                Takımı 4-1lik galibiyeti aldıktan sonra “Bu grubun gerçekten muhteşem bir şey yapma şansı var. 10 ya da 20 sene sonra geriye dönüp: ‘Başlangıçta oradaydık. Bunun olmasına yardım ettik.’ diyebiliriz. Her kulüp bunu size sunamaz.” diyor.

                Morgan bu başlangıcın götürdüğü nokta konusunda kararlı. Onun hedefi, 10 yıl içerisinde Dial Square’in Futbol Ligi’ne girmesine eşlik etmek.

                “Başladığımızda kendimize 5. sezonumuzun sonunda altıncı adıma (10. Seviye Lig) hedefi koyduk. Eğer bu sezon yükselirsek, ki yükseleceğiz,  ve gelecek sezon da yükselirsek oraya bir yıl önce varmış olacağız.”

                Şu anda proje üyelerinin katkılarıyla fonlanıyor. Morgan’ın cebinden çıkan tahmini 3000 pound başkandan alınan borç olarak geçiyor ve varlık yönetim şirketiyle bir sponsorluk anlaşması var. Online dükkandan 8000 pound gelir elde edildi. Arsenal’ın geçmişi ve Dial Square’in bugününü birleştiren ürünler var. Özellikle bereler çok popüler. Arsenal’ın 1971’de duble yapan takımını yansıtan sarı deplasman forması anında tükenmiş.

                “Basamakları tırmandıkça daha çok ilgi çekeceğiz. Formalarımızı alarak bu projeyi destekleyecek daha fazla taraftarın ilgisini çekeceğiz. Daha fazla sponsorluk geliri elde edip daha fazla forma satacağız ve daha fazla oyuncu kulübe katılmak isteyecek. Gidilecek tek istikamet yukarısı.” Morgan sözlerine böyle devam ediyor.

                Dial Square’in Lightwater karşısındaki galibiyeti onları ligde ikinci sıraya yükseltiyor.


                Dört gün sonra, kulüpteki televizyon ekranlarında Arsenal oyuncuları ısınırken Dial Square’in şampiyonluk yarışıyla ilgili yeni haberler düşüyor. Daha önceden iptal edilmiş bir maç için üç puanla ödüllendiriliyorlar. Böylelikle şimdi ligin lideri Laleham ve Kempton FC’nin iki puan gerisindeler ve bir maç eksikleri var.

                İşler Arsenal için iyi gitmiyor. De Bruyne’nin süper açılış golü Saka’nın penaltısıyla eşitlense de ikinci yarı trafik Arsenal kalesine doğru tek yöne akıyor. City’nin daha iyi yedek kulübesi fark yaratıyor ve önce Jack Grealish sonra Haaland gol atarak 3-1lik galibiyeti garantiliyorlar.

                Son düdükle birlikte Chertsey’in kulüp binasındaki Morgan, Nathan, Brewer ve diğerlerinin süngüsü düşmüş vaziyette. Kendilerini çabucak toparlıyorlar ancak kısa bir zaman için de olsa ilk kez çocukluklarında kurulmuş bu ilişkiye aynı o zamanki gibi bağlılık gösteriyorlar. Eski bağlar hala güçlü şekilde yerinde duruyor.

                Ticari anlaşmalardan, satışlardan, Süper Lig konusundaki ayrılıklardan ve Wenger Out [Wenger Dışarı] çatlaklarından, yerel bir kulübün uluslararası bir holdinge metamorfozundan sonra bile kalpleri şehrin öte yanındaki kulüp için atıyor.

                Morgan “Bu asla değişmeyecek.” diyor “Umarım bir gün insanlar Dial Square için de aynı şeyleri hissederler.”

 

Bu yazının orijinali Daniel Gallan tarafından 18.02.2023 tarihinde BBC Sport’ta yayınlanmıştır. Bu çeviri izin alınmadan, kaynak gösterilse dahi artemiofranchi.org dışında yayınlanamaz.

18.12.2018

Sophia Flörsch, Makao’daki kazasının detaylarını öğrendiğinde gözyaşlarına boğulmuş



Sophia Flörsch geçtiğimiz ay Makao GPsinde yaşadığı kazada başka insanların da zarar gördüğünü öğrendiğinde çok üzüldüğünü söylüyor.


Şimdi 18 yaşında olan yarış pilotu geçtiğimiz ay Makao GPsinde tüyler ürpertici bir kaza geçirmişti. Bu kaza sonucunda omurgasında çatlaklar meydana gelmiş ve hastanede yatmak zorunda kalmıştı. Kaza sonrası geçirdiği ameliyatlar olumlu sonuç verdi ve kazanın üstünden bir hafta geçtikten sonra taburcu edildi. Kazaya karışan pist görevlileri ve fotoğrafçılardan oluşan diğer dört kişi de zamanla taburcu edildiler.

Flörsch, Almanya’nın Motorsport-Magazin.com sitesiyle yaptığı özel röportajda dünyanın dört bir yanından izleyenlerin şahit olduğu korkutucu kazaya ilgili konuştu.

“Yüksek dozda ağrı kesici verildiği için kendime gelmem birkaç gün sürdü. Cuma gününe kadar ki bu kazadan 5 gün sonrası oluyor, kazanın videosunu izlemedim.”

“Başta diğer insanların da kazaya karıştığını bilmiyordum. Akşam saatlerinde babam bana kazaya karışan herkesin hayatta olduğunu söylediğinde öğrendim. Gözyaşlarına boğuldum. Sanırım diğer insanların başına kaza yüzünden çok kötü bir şey gelmiş bu benim için en kötü durum olurdu.”

Flörsch şimdi Almanya’daki evinde dinleniyor ve ailesiyle birlikte Noel’i geçirmeyi bekliyor. Yarış kariyeri 2019’da Van Amersfoort Racing ile F3 Avrupa Şampiyonası yerine gelen Formula European Masters serisiyle devam edecek.

Yarış aracının koltuğuna geri dönmekle ilgili hastanede yatarken bile en ufak bir şüphesi olmadığını söylüyor: “Elbette ortada devam edip edemeyeceğim ve uzun vadeli planlarımın ne olacağıyla ilgili sorular vardı. Her zaman devam etme arzumu kesin bir şekilde belirttim ve kazanın moralimi bozmasına izin vermedim. Konuştuğum birçok insan bunu anlıyor. Yani son 13 senedir bu spordayım, bu benim hayatım ve F1’e ulaşmak istiyorum. Böyle bir kaza yüzünden bu hayalden vazgeçmek bana mantıklı gelmiyor.”

Diğer yarış serilerinin kış tatilinde olmasıyla birlikte Flörsch’ün korkunç kazası, pistten uçarak güvenlik çitlerine çarpmasının şiddeti sebebiyle sosyal medyada viral hale geldi. Formula 1 pilotları dahil birçok kişi o sağlığına kavuşurken destek mesajları gönderdi. Flörsch aldığı destek mesajlarının boyutuna inanamadığını söylüyor: “Kaza yerel saatle 15:30’da oldu ve bana telefonumu o akşam 20:30da verdiler. Whatsapp’ta yüzlerce mesaj vardı ve Instagram’da 38.000 yerine 155.000 takipçim olmuştu. “Ne oluyor?!” diye düşündüm. Benim kazayla ilgili tecrübem oldukça farklıydı.”

“O anda kazanın o kadar korkunç gözüktüğünü ve haberlerde öne çıkacağını düşünmüyordum. Bu durumda ne yapacağımı bilemedim çünkü kazayı izlememiştim. Neden okuldaki öğretmenlerimin bile bana yazdığını anlayamadım. “Kazayı nereden biliyorlar ki?” diye düşündüm. Hala daha dünyanın dört bir yanında yayınlanan haberleri okuyamadım çünkü çok fazlalar. Fernando Alonso gibi ünlü yarışçıların bana mesaj yazdıklarını ancak Cuma, Cumartesi ve Pazar günkü ameliyattan sonra fark edebildim.”

“Bu süreçte kazayı arkamda bıraktım çünkü bütün uzuvlarımı hareket ettirebildiğim ve iyileşmeye bu kadar çabuk başladığım için çok mutluyum. Doktorlar o gün milyonlarca koruyucu meleğim olduğunu söylüyorlar. Şubat sonu ya da Mart başında yarış aracına oturabilecek kadar sağlıklı olacağım konusunda çok iyimserler.”

Her zaman söylerim: “Büyükannem bana cennetten ufak bir destek verdi. Büyükannem beni koruyucu meleğim. Kartinge gittiğim zaman o bana hep çok tehlikeli olduğunu ve bu sporu yapmamam gerektiğini söylerdi. Ve şimdi oradan beni gözetiyor.”

Bu yazının orijinali 17 Aralık 2018 tarihinde Formulaspy.com adresinde yayınlanmıştır.

Bu çeviri kaynak gösterilse bile ArtemioFranchi.org dışında izinsiz yayınlanamaz.

23.11.2018

Bal Porsuğuna Kulak Verin



2018 Abu Dabi GPsi ile Red Bull için son yarışına çıkacak olan Daniel Ricciardo, The Players’ Tribune sitesine çocukluğundan başlayıp Renault’a gitme kararına kadar yaşadığı önemli anları yazdı.


*Zaman zaman Aussie jargonu içeren bu yazının duygusunu korumak için uğraşsam da bazı yerleri dümdüz çevirmek zorunda kaldım.

Tamamdır… Daha önce böyle bir şey yazmadım ancak bu yazı büyük bir karar vermek zorunda kalmış herkese gelsin.


Temmuz sonundaki Macaristan Grand Prix’inden sonra Los Angeles’a gittim. Uzaklaşmak istedim. Boşluğa ihtiyacım vardı. WiFi ve dikkat dağıtacak şeylerin olmadığı 9 saatlik bir uçuşa ihtiyacım vardı. Bir karar vermeye ihtiyacım vardı.

Red Bull ile geçirdiğim 10 yılın ardından takım bana yeni bir F1 kontratı sundu. Bütün profesyonel yarış kariyerimi Red Bull ile geçirmiştim fakat Renault da bana bir kontrat önermişti. İki takım da onlar için sürmemi istiyorlardı ve iki taraf da hemen bir cevap bekliyordu.

Şimdi dönüp baktığımda F1’deki geleceğimle ilgili kararın bir süredir hayatımdaki yegane şey olduğunu ve bana fark ettiğimden fazla zarar verdiğini görüyorum. Kulağa biraz dramatik geliyor ama bu hayatımdaki en büyük kararlardan bir tanesiydi. Formula 1 pilotu olmak için daha ergenlikte ailemi ve arkadaşlarımı bırakıp Avrupa’ya gitmeye karar vermek kadar büyük.

Hayati kararlar konusunda insanların çok daha zor kararlar vermek zorunda olduklarını biliyorum ama benim için bu karar hayat değiştirici olacaktı. Ayrıca bugün olduğum noktaya gelebilmek için gerçekten çok fazla çalıştım.

Böylece uçağa bindim ve yolun yarısında, ABD’nin doğu yakasının 40.000 fit kadar üzerinde bir yerlerde izlediğim filmi kapattım, bir kadeh şarap aldım ve geleceğim hakkında uzun ve ciddi şekilde düşündüm.

Gözlerimi kapattım ve motorların sesini dinledim. Her zaman insanların “her şeyin netleştiği an”dan bahsettiklerini duyardım. Ben de “Tamam netlik, neredesin?” der gibiydim.

Ve sonra, her şeyi düşündüm. Yani cidden her şeyi.


Geriye, benim için her şeyin başladığı zamana gittim.

Görüyorsunuz ben her zaman Daniel’dım. Her zaman aynı tavra sahiptim. Arsız olmayı seviyorum, gülmeyi seviyorum ve yaptığım her şeyde eğlenmeyi seviyorum.

Çocukken Perth’teki evimizdeki odamın duvarında büyük boy bir Michael Jordan posteri asılıydı. 88’deki ünlü smaç yarışmasındaki meşhur fotoğrafının posteriydi. Uçuşunun tam ortasında, resmen havada süzülürken! Her gün okuldan önce ona bakardım, şey der gibi Tamam, bugün MJ olacak mısın? Şimdi bakınca o zamanlar MJ değildim – o öldürücü güdüye sahip değildim. Demek istediğim, sadece bir çocuktum.

Yarış benim kanımda var. Babam İtalyan ve zamanında biraz yarışçılık yapmış. İki ya da üç yaşımdayken annemim kucağında, babamın Perth’ten çok uzak olmayan Wanneroo’daki pistte yarıştığını izlediğimi hatırlıyorum.

Birkaç yıl sonra ilk kez karting yarışındaydım ve babam izleyenler arasındaydı. İlk yarışıma çıktığımda kartıma 3 numara verildi.

Onu ben seçmedim – o beni seçti. Ev adresimiz 3 numaraydı, Dale Earnhardt 3 numaralı aracı sürüyordu, yani bayağı meşru bir durum gibi geldi.



Avustralya’da yaşarken F1 ve NASCAR yarışlarını izlemek için çok erken uyanmam gerekiyordu ama buna alıştığıma inansanız iyi edersiniz. Yemin ederim beni her Formula 1 yarışına uyandıran bir biyolojik saatim vardı. Alarmımı gece 3’e kurardım ve 2:55’te kendiliğimden uyanırdım – biliyordum. Anne babamın odasına koşar, televizyonu açıp yatağın kenarına oturup yarışı izlerdim. Pazartesi sabahı oldukça yorgun bir öğrenci olurdum ama her zaman buna değerdi.

Nihayetinde yerel şampiyonalardan biraz daha ciddi olanlara terfi ettim ve size anlatmak üzere olduğum hikaye Bal Porsuğu’nun kökeninin hikayesi.

Her zaman hatırlayıp üzerine düşündüğüm özel bir haftasonu var.

Babam ve ben piste gitmek için birkaç saat yolculuk yapmıştık. Sezondaki önemli yarışlardan biri olduğundan Cuma günü bir antrenman seansı vardı. Babam bizi oraya götürebilmek için işten izin almıştı. Haftasonuna doğru o kadar iyi sürmüyordum; daha iyi olmam gerektiğini biliyordum. Antrenman sırasında iki rakibim tam önümde hem savaşıyor hem de pisti birlikte öğreniyorlardı. Birbirlerini itiyorlardı ve ben sadece arkalarında kalıp onları izledim. Sonuç olarak bütün günü boşa harcadım çünkü antrenman sırasında hamle yapmaya korkmuştum.

Babam üzgündü. Neden olduğunu anladım. Onun için işten izin almak kolay olmamıştı. Ve daha az önce; durmadan, tekrar tekrar Senna ve Dale Sr. gibi bir pilot olmak istediğini söyleyen oğlunun antrenmanda çok çekingen olduğu için bütün günü boşa harcadığını izlemek zorunda kalmıştı.




Babam go-kartı sessizce kaldırırken onu izledim. Eve dönerken neredeyse hiç konuşmadık. Döndüğümüzde benim gibi yarışan bir arkadaşımı aradım. Ona bir daha asla yarışmayacağımı düşündüğümü söyledim.

Eğer bir daha hiç yarışmasam bunu anlardım. Babam yarış dünyasını biliyordu… Perth’te yaşayan Daima Mutlu (Happy-Go-Lucky [film]) bir çocuğun başarılı olmak için başka bir vites bulması gerekecekti. (Kelime oyunu için özür dilemeyeceğim.)

Böylece, birkaç hafta sonra ve babamla bazı ciddi konuşmalardan sonra bir sürücü antrenöründen biraz yardım aldım. Bana kullanışlı birçok teknik öğretti ama esas yardımcı olduğu konu işin mental tarafıydı. O antrenman seansından sonraki ilk yarışımda antrenörümle birlikte pistteydim ve 10 metre ötemde rakiplerimden birinin kartına binmeye hazırlandığını gördüm. Antrenörüm “Daniel, yanında git ve ona iyi şanslar dile.” dedi.

“Ben… o beni sevmiyor bile. Ben de onu sevmiyorum. Neden bunu yapayım ki?” dedim.

“Onun aklını karıştıracaksın. Sadece yap.” aklınızda bulunsun daha 13 yaşlarındaydık.

Çekiniyordum ama antrenörüm beni tam anlamıyla iterek asfaltın üstünde onun yanına götürdü. Yürüdüm, çocuğun gözlerine baktım, elini sıktım ve ona iyi şanslar diledim. Elimi yumuşakça sıktı ve hayalet görmüş gibi baktı.

Onu o gün yendim. Yakınımda bile değildi. Michael Jordan gurur duyardı.

Yani eğer insanlar size neden Red Bull’daki elemanın kaskında bal porsuğu olduğunu sorarlarsa, onlara çok, çok uzun zamandır iç-porsuğumu beslediğimi söyleyin. O, Batı Avustralya’nın go-kart pistlerinde doğdu.

O haftasonundan itibaren, porsuğu takip ettim.


2007 yılında, Portekiz’in Estoril şehrinde Red Bull çocuk programının testindeydim. Helmut Marko ile o gün tanıştım, kariyerimin yönünü değiştirecekti. Şansıma onun gözünde çok iyi iş çıkarmıştım ama adamım, o gerçekten korkutucu bir kediydi – bir kötü bakışı ödünüzü kopartırdı. Ancak her şeyden fazla şunu anlamıştım ki bu adam yarışı seviyordu ve takımına gerçekten önem veriyordu. O tutkuyu hissedebiliyordum.

Red Bull programı böyledir. Evet, acımasız olabilir ama bunun iyi bir sebebi vardır. En yüksek seviyede yarışmak acımasızdır. İniş ve çıkışlara hazır olmanız gerekir. Sizi hazırlar böylece zamanı geldiğinde hazır olursunuz.

Hazır olduğumu zannediyordum. Sonra o telefon geldi. Hazır değildim.

Yağmurlu bir Haziran gününde, anne babamla birlikte Milton Keynes, Birleşik Krallık’taki mutfağımdaydım. Masada duran telefonum titredi. Helmut arıyordu.

“Daniel” dedi, “gelecek haftaki Britanya Grand Prix’inde HRT için sürücü olacaksın.”

Lanet olası telefonu neredeyse düşürecektim.

Oturma odasına gittim ve ailem bir şey olduğunu anladı. Onlara 8 gün içinde F1 aracıyla yarışacağımı söyledim. Bu yarış için alarm kurmayacaktım bunu biliyordum.

Bütün o hafta sonu bulanıktı. Basın toplantısında Rubens Barrichello’nun yanında oturdum. Şapkamdan taşan dağınık saçlarımla aptal gibi görünüyordum (haha). Basın, Rubens’e bana tavsiye vermesini söylüyordu. Bense hayatım boyunca bu adamı izledim ve o muhtemelen beni hiç duymadı diye düşünüyordum.

Toplantıdan sonra Lewis Hamilton beni kenara çekti.

“İyi olacaksın. Sadece… arada bir etrafına bak ve tadını çıkar. Bir gün bununla ilgili bir yazı yazacaksın ve detayları hatırlamak isteyeceksin.”

(Tamam, son kısmı söylemedi ama yine de…)

Bir dünya şampiyonunun kendi evindeki grand prixde vakit ayırıp benimle konuşması beni çok sakinleştirdi. Pazar günü bana dört kez tur bindirildi ve rezalet bir gündü … ama lanet olsun ki mükemmeldi. Bir turluk temponun bir sürücüyü iyi yapmakta çok, çok az etkisi olduğunu öğrendim. Bir direksiyonda tam olarak 1 milyon tuş olduğunu öğrendim. Ve bir F1 aracı sürmenin yapabileceğiniz en eğlenceli şey olduğunu öğrendim.

Son nokta süper önemli.

Her zaman eğlenceli olmalı.

Bu yüzden yarışıyorum.

Ve kimse Red Bull’dan daha eğlenceli değil. Bunu 2014’te Toro Rosso’dan Red Bull Racing için yarışmaya çağrıldığımda öğrendim. Atmosfer çok sakin ve rahattı. Üzerimde baskı yoktu. Yani demek istediğim Seb ile aynı garajdayken kimse benden bir şey beklemiyordu. Üst üste dördüncü dünya şampiyonluğunu kazanmıştı. O sezona başlarken onu birkaç kez yenmeyi başarırsam benim için çok iyi bir görüntü çizeceğini biliyordum. Onun bir sezon önceki araç içi kamera görüntülerini izliyor ve Adamım, bunu ben de yapabilirim… değil mi? diyordum.

O düşünceyi hatırlıyorum. Kendine güvenin şoku. Sonra ilk bildiğim şey, 2014’te Montreal yaşandı – Kanada Grand Prix’indeki ilk F1 galibiyetim. Bu hikayeyi anlatabilmek için yarışın bitimine 22 tur kaldığı andan başlamam gerekiyor.

Mercedes pilotları Lewis Hamilton ve Nico Rosberg ile Force India pilotu Sergio Perez’in arkasında dördüncü sıradaydım. Neredeyse turu tamamlamıştık ve Lewis’in aracını pite sürüklediğini gördüm – fren problemiyle yarış dışı kalmıştı.

Tamam, tamam, tamam, bu bir podyum diye düşünüyordum.

Bütün gün Mercedesleri görememiştim. Bütün haftasonu boyunca mega-hızlılardı. Sonra, birkaç tur sonunda, Sergio’nun birkaç viraj önünde … oradaydı… Nico. Yarış lideri olan Rosberg’i o öğleden sonra ilk kez görebiliyordum. Onun da Lewis ile aynı problemi yaşıyor olabileceğini biliyordum.

Formula 1’de henüz yarış kazanamamıştım. Yaklaşmıştım ama daha kazanamamıştım. Bu benim şansımdı ama Sergio’yu geçmem gerekiyordu. Problem şu ki Force India’sı düzlüklerde hızlıydı ve Montreal’de çok fazla düzlük vardı. Tur üstüne turlardan sonra yaklaşmıştım ama yeterince yakın değildim. Zamanım azalıyordu ve Vettel, dördüncü, tam arkamda bana yaklaşıyordu.

Altı tur kala Sergio’nun virajlara biraz erken frenleyerek girmeye başladığını görebiliyordum – bir sorunu idare etmeye çalışıyordu. Start-finish düzlüğünü bir kez daha geçtik ve ben a**** k******, burada göndereceğim der gibiydim.

1. Virajda dışardan döndüm. Spin atsam ya da beceremesem bile yapmak, denemek zorunda olduğumu biliyordum. Bir an için çok dibe gittiğimi düşündüm. İki lastiğim çimlere girdi çıktı, neredeyse kontrolü kaybettim ama geri getirip yapıştırdım! 2. SIRA!

Sırada Nico vardı.

Sorunu gittikçe kötüleşiyordu ve iki tur kala onu arka düzlükte yakalayıp geçtim. Sonra kafama dank etti: H…., lidersin.

Sadece ellerimin çalışmaya devam etmesini istedim. Sakin kalmak ve nasıl vites değiştirip nasıl frenleneceğini, nasıl F1 aracı sürüldüğünü hatırlamak için çok zorluyordum. Vücuduma sakin kalması için yalvarıyordum – sadece birkaç sol ve birkaç sağ dönüş daha. Ve sonunda çizgiyi son bir kez geçtim, soluma baktım ve damalı bayrağı gördüm. Gördüğüm en güzel bayraktı. Bir tur önce Felipe Massa ve Sergio’nun 1. Viraj öncesi çarpıştıklarını görmüştüm bu yüzden radyoda takımıma onların durumunu sordum. Kutlamadan önce iyi olduklarını teyit ettim.

Yarış mühendisim Simon’ın “İyi durumdalar gibi görünüyor Daniel” dediğini duyduğumda rahatlamıştım. Sonra taşlar yerine oturdu. Formula 1 yarış galibi, Daniel Ricciardo. Oğlum, çok tatlı bir andı.

O günü ve Sergio’yu geçiş hamlemi asla unutmayacağım, sonsuza kadar aklıma yapışacak. Çünkü bir zamanlar, ergenken bunu yapmaya cesaretim yoktu. Bir zamanlar, bal porsuğu ruh hayvanım, alter-egom yoktu.


Uçakta oturmuş o galibiyeti hatırlarken aklıma birçok başka hatıra geldi. Bir tanesi öne çıktı. Monako. Bu yıl.

Monako Grand Prix’inin 28. turunda beygir gücünün bir bölümünü kaybettiğimde aklıma gelen ve ilk gördüğüm şey eski takım arkadaşım Seb oldu. Böyle bir sorunu birkaç km kala yaşamak olabilir ama daha bitişe 50 tur kala ve kuyruğumda O ADAM varken? Haydi be. Monako’da böylesine kötü bir şansı hak edecek ne yaptım.

İki yıl önce Monako’daki ikinciliğim aklıma geldi**. Montreal’de aracını idare etmeye çalışırken geçtiğim Nico aklıma geldi. Çekingen olduğum go-kart antrenmanı aklıma geldi.

**Yarışı lider götürürken Red Bull’un pit hatası sebebiyle ikinci olmuştu.

Bu yıl Monako’da kazanabilmek için yapabileceğim her şeye ihtiyacım vardı. Frenleme noktalarımı ve vites değişimlerini yarış sırasında yeniden öğrendim. Virajlarda beni geçmenin neredeyse imkansız olduğunu biliyordum bu yüzden Seb’i düzlüklerde geride tutabilmek için virajlarda fark açmalıydım. Hayatımın en test edici 50 virajıydı.

Ve sonunda… başardım. Biz başardık. Takip eden saatleri hayal meyal hatırlıyorum, çok yorucuydu. Eve gece 1’de döndüm ve kutlamaya devam etmek istedim ama hiç gücüm kalmamıştı. Ölmüştüm.

Buzdolabına gittim, bir bira aldım ve yatağa uzandım.

Muhtemelen hayatımın en iyi birasıydı. Benim bira fabrikamdan olmasının da etkisi var tabii, hahaha.

F1 Monako galibi, Daniel Ricciardo. İşte bütün her şey bununla ilgili.


Uçuşun bu noktasında Los Angeles’a iniş için neredeyse alçalmaya başlıyorduk. Cevabımı bulmaya yakındım. Çok sayıda mutlu anının üzerinden geçtim… Düşünceler daha yoğun ve hızlı geliyordu çünkü artık günümüze gelmiştim. Aklım olması gereken yerdeydi: bu yılın yarı noktası.

Zaman zaman bu sezon inanılmaz zor oldu. Zorluklara göğüs germekle ilgili şeyler söyledim… ama adamım bir süre sonra ben bile yoruldum. Ben insanım. Ama hepinizin şunu duymasını gerçekten istiyorum: Umarım herkes Red Bull’un bir markadan çok daha fazlası olduğunu anlar. O bir aile, o neyin mümkün olduğuna dair bir ifade şekli. Eğer bir takım bütün bunları yapabiliyorsa; futbol liglerini kazanmak, en hızlı araçları üretmek, en iyi oyuncuları(gamer) takıma katmak, uçak yarışları düzenlemek, biz hepimiz neler yapabiliriz? Red Bull yalnızca havalı işler yapıyor ve bunun bir parçası olmayı çok sevdim.

10 yıl boyunca Red Bull ailesinin parçası olduğum ve Red Bull Racing için yarıştığım için inanılmaz derecede ayrıcalıklı hissediyorum. Bana şansımı verdiler ve Dr. Marko yıllar önce beni fark etmese hayalimdeki iş olan F1 pilotluğuna ulaşabileceğimi zannetmiyorum.

Bu takımı, bu harika insanları, bu aileyi sonsuza kadar hatırlayacağım.

Ve bu düşünce, tam da burası, netliği bulduğum yerdi. Red Bull ile çok fazla şey başardım. Her zaman olmak istediğim kişi oldum, onların yanında. Ve biliyorum, biliyorum ki onlara her şeyimi vermiş ve aynı karşılığı görmüş şekilde buradan ayrılabilirim.

 
Ancak kalbimi dinlemem gerekiyordu, tek başıma gidip kendi kararımı vermeliydim. Değişim korkutucudur – insanın ödünü kopartır. Biliyorum ki yolculuğumun sıradaki kısmı her zaman kolay olmayacak ama en iyi versiyonum olabilmek için bu adımı atıp denemem gerekiyor. Bu her zaman buydu. Sıradaki adım, sıradaki sıçrama, yeni bir mücadele.

Gelecek yıl Renault’ya gidiyorum. Açık bir zihin ve tam bir kalple gidiyorum. Kimsenin kristal bir küresi yok ya da geleceği tahmin edip seçimlerimin sonuçlarını söyleyemezler ama ne olursa olsun, bir karar verildi.

Ancak şimdilik bu yılı güçlü bitirmek istiyorum. Mental olarak kolay olmayacak. Bunu biliyorum. Araçla attığım her tur beni Red Bull yarış tulumuyla attığım son tura daha da yaklaştıracak. Ve Abu Dabi’de son kez çıktığımda… Sanırım bayağı sağlam ağlayacağım. Belki birkaç kere. Sonra kış gelecek, Renault’taki arkadaşlarımla tanışacağım ve yeni bir sayfa açacağım.

Böylece uçaktan indim, yeni maceramın da ilki kadar eğlenceli olması umuduyla. Çünkü yaşlanıp saçlarıma aklar düştüğünde ve Wikipedia sayfamı okuyup tekrar genç hissetmeye çalıştığımda birkaç şey görmek istiyorum.

İlk olarak benim en az bir Formula 1 dünya şampiyonluğu kazandığımı yazmasını istiyorum. Bir taneye ihtiyacım var değil mi?

İkincisi, bal porsuğuyla ilgili bir bölüm olmalı. Bunu hak ettiğini düşünüyorum.

Üçüncü olarak da umarım benim sporu bir şekilde değiştirdiğimi, eğlendiğimi, sert ama adil yarıştığımı, izimi bıraktığımı yazar. Umarım dünyanın dört bir yanında her haftasonu izleyen çocuklar eğlenebileceğinizi, sert çocuk olabileceğinizi ve yine de yaptığınız işte gerçekten iyi olabileceğinizi biliyorlardır.

Ve eğer bu çocuklara yalnızca bir tavsiye verebileceksem o da budur: Ne yaparsanız yapın kendinize karşı dürüst olun.

Ve eğer bu işe yaramazsa – pulu yapıştırın ve gönderin.***

--Daniel

***”Lick the stamp and send it” kalıbı bu sezon Çin GP’sinde Vettel’i geçerken yaptığı riskli hamle sorulduğunda verdiği cevap (Bazen pulu yapıştırıp göndermeniz gerekir). Düz çevirisi “pulu yalayın ve gönderin” oluyor.

Bu yazının orijinali 21 Kasım 2018 tarihinde The Players’ Tribune adresinde Daniel Ricciardo tarafından yayınlanmıştır. Başlık fotoğrafı hariç tüm fotoğraflar yazıdan alınmıştır.

Bu çeviri ArtemioFranchi.org dışında kaynak gösterilse bile izin alınmadan kullanılamaz.

10.11.2018

Start Finish: Formula E


3 Mart 2011 tarihinde FIA Başkanı Jean Todt tarafından Paris’teki bir İtalyan restoranında peçeteye karalanarak ortaya çıkan Formula E serisi, 6. sezonuna başlamaya hazırlanıyor. 2014-15’te ilk kez yarış severlerle buluşan seri, 2018-19’da 2. jenerasyon araçları ve bu sezon gride katılan ünlü pilotlarıyla yeni bir deneyim vadediyor. Geleceğin teknolojisini şimdiden zorlamaya başlayan bu serinin neden izlenmesi ve neden izlenmemesi gerektiğini sizlere kendi fikirlerimle anlatmaya çalışacağım.


Öncelikle geride kalan 4 sezonun kısaca özetini geçelim. İlk yarıştan itibaren denk geldikçe izlesem de hiçbir sezonu baştan sona takip etmediğim için sezonlara bu yazıyı okuyacak insanlar kadar hakimim. Bu yüzden bilgi kaynağımız Wikipedia’nın yardımına başvurdum.
 

2014’TEN BUGÜNE


2014-15 sezonunda bütün takımlar Spark Racing Technology tarafından üretilmiş Spark-Renault SRT 01E model araçla yarışıyordu. Aracın gövdesini Dallara, elektrik motorunu McLaren (McLaren P1 Supercar ile aynı motor), batarya sistemini Williams Advanced Engineering ve beşli vites sistemini de Hewland üretmişti. Michelin de lastik sağlayıcısı olarak seriye katılmıştı. Jantlar 18 inç boyunda, F1’in de 2021 regülasyonlarıyla bu boyuta geçeceğini belirtelim. Bu Formula E için hem bütçeden kazanç hem de kolaylık olsa da Formula 1’de tamamen normal araçlara lastik pazarlamak için yapıldığını düşünüyorum.

İlk sezonunda 10 farklı şehirde yapılan 11 yarış sonunda -Londra’da 2 yarış yapıldı- Nelson Piquet Jr. şampiyon olurken takımlar şampiyonu da Alain Prost’un başında olduğu e.dams Renault oldu.

2015-16’da bu kez 9 şehirde 10 yarış yapıldı. Londra’daki son yarışta Sebastian Buemi en hızlı turu atan sürücüye verilen 2 bonus puanı alarak Lucas di Grasi’yi geçti ve şampiyon oldu, takımlarda da kazanan yine e.dams Renault’tu. Ayrıca bu sezondan itibaren takımlara kendi powertrainlerini(güç aktarım mekanizması) geliştirme izni verildi. Elektrik motoru, inverter (DC akımı AC’ye çeviren cihaz), vites kutusu ve soğutma sistemi takımlar tarafından geliştirilebilirken araç şasi ve bataryaları tek tip olarak kaldı.

Serinin üçüncü sezonunda işini şansa bırakmayan Lucas di Grasi, Sebastian Buemi’nin 24 puan önünde şampiyonluğa ulaştı. Takımlarda e.dams Renault hakimiyeti yine değişmedi. 2017-18 sezonunda ise bu hakimiyete son veren takım Audi Sport ABT Schaeffler oldu. Son yarışta iki puanla Techeetah’ı geçen Audi Sport takım şampiyonu olsa da sürücüler şampiyonu Techeetah pilotu Jean-Eric Vergne oldu.

Bu kısa özet sonrasında bir de kurallara bakalım.

Jean Eric-Vergne


KURALLAR


Seride puanlar Formula 1’deki gibi 25-18-15-12-10-8-6-4-2-1 şeklinde veriliyor. Ayrıca yarışı ilk 10 içinde bitirenlerden en hızlı turu atana 1, pole pozisyonunu kazanana ise 3 puan veriliyor.

Eğer yarışın yapıldığı şehir buna imkan sunuyorsa, yarıştan önceki gün Shakedown adı verilen turlar atılıyor. Buna antrenman turu diyemeyiz çünkü araçların tam gücü olan 200kW yerine 110kW kullanmalarına izin veriliyor. Bu turların amacı araçtaki olası sorunları saptamak ve FIA yetkililerinin pisti teftiş etmelerine olanak sunmak. Antrenman Turları ise 45 dakikalık bir seansı takip eden yarım saatlik iki seanstan oluşuyor. Eğer şehirde double-header yani çift yarış yapılacaksa sadece 45 dakikaya izin veriliyor. Bu turlarda 200kW güç kullanmak serbest.

Sıralama Turları yarıştan önce yapılıyor. Kurayla gruplara ayrılan pilotlar öncelikle 6 dakikalık süre içinde en iyi zamanları elde etmeye çalışıyorlar. Daha sonra her grubun en hızlı pilotu bir araya gelerek Super Pole shoot-out isimli rounda geçiyorlar. Hepsinin tek bir tur şansı oluyor.

E-Prix yani yarış gününde formasyon turu atılmıyor. Çünkü lastiklerin ve frenlerin ısıtılması gibi dertler bu seride yok. Yarışın kalanı bildiğimiz gibi. Tek fark, yarışta 180kW güç kullanılabilmesi. 190kW da yalnızca FANBOOST kullanmaya hak kazanan pilotlara geçici bir süreliğine veriliyor.

FANBOOST nedir? Yarış haftasında sosyal medyadan en çok desteği gören 3 pilota yarış içinde belli bölümlerde kullanabilecekleri 10kWlık ekstra güç verilmesi şarlatanlığıdır. Şarlatanlık diyorum çünkü seriyi izlemeye diğer serilerden gelen insanlar haklı olarak bunu power-up gibi görüyorlar. Ayrıca popülerlik ölçer olduğu için adaletsiz bir dağıtıma sahip. FAKAT bu abartıldığı kadar bir etki sağlamıyor. Üstüne üstlük bu 10kW ekstra güç yine aracın kendi bataryasından harcandığı için yarışın sonuna kadar bataryasını korumaya çalışan pilota dezavantaj da yaratabiliyor. Sonuç olarak elimizde kağıt üstünde kalmış, Formula 1’deki Günün Sürücüsü’nden (DOTD) daha adaletsiz bir oylamaya sahip (oylama hafta başında başlayıp yarışın ilk dakikalarında bitiyor) bir etkileşim tuzağı.


5. SEZONDAKİ 5 DEĞİŞİKLİK (Aslında 3)


İlk olarak en büyük değişiklik araç. Gen 2 yani 2. jenerasyon araç hem güç hem de kapasite olarak Gen 1’den iyiyken hem de görüntü olarak bence kat kat daha güzel görünüyor. 250kW güce sahip olan aracın 0-100km hızlanması 2.8 sn sürüyor ve 280 km/sa hıza ulaşabiliyor. Ayrıca çift depolama ünitesine sahip olduğu için artık yarışlarda pitstop yaparak araç değiştirme mevzusu tarihe karışacak.

Pitstop demişken, Formula E’de araçta tamir edilmesi gereken bir hasar, patlak lastik vs. olmadıkça pitstop yapılmıyor. Bundan önce yarışlarda pilotlar tek araçla yarışı bitiremediklerinden pite gelerek diğer araçlarına geçiş yapıyorlardı, artık bu da olmayacak. Lojistik anlamda da seriyi ciddi anlamda rahatlatacak bir gelişme oldu.

İkinci önemli değişiklik artık yarışlarda belirli bir tur sayısı olmayacak. DTM takip edenlerin bileceği şekilde zaman kısıtı + 1 tur sistemine geçiş yapılıyor. Yarışlar 45 dakika sürecek, 45 dakikanın sonunda da 1 son tur daha atılacak. Emin değilim ama bu sanırım yayıncıların yarışları podyumla beraber 1 saatlik süreye sığdırmak istemelerinden kaynaklanıyor. Aslında bu zaman limiti Formula 1’de 2 saat olarak mevcut ancak arka arkaya kırmızı bayraklar gelmediği sürece bu sınıra yaklaşmadan yarışlar tur sayısı olarak tamamlanıyor.

Üçüncü olarak FANBOOST’a ek olarak elverişli pistlerde belirlenen yan yollar olacak. Bu yan yollardan geçen sürücülere yarıştaki 200kW gücü aşarak 225kW güç kullanma hakkı verilecek. Bu hakların sürücü başına kaç tane olacağı, yarışlarda ne zaman kullanılacağı gibi mevzulara her yarışta FIA yetkilileri karar verecekmiş. Yarış oyunlarındaki hızlandırıcı yollar gibi bir konsept düşünülmüş. Güç kullanma hakkı kazanan araçların haloları ışıl ışıl yanacakmış bir de. Bu işin izleyiciye yansımasına az sonra değineceğim.

Dördüncü ve beşinci değişiklikler olarak yeni şehir pistleri, yeni takımlar ve sürücüler lanse edilmiş. Bunlara yenilik demek ne kadar doğru bilmiyorum çünkü bunlar her sezon yaşanan değişiklikler zaten. Takım ve sürücülerden ayrıca bahsedeceğim.

O zaman önce sübjektif yorumlarımla gömme faslına geçelim.

Gen 2 kesinlikle daha seksi görünüyor.


FORMULA E İZLEMEMEK İÇİN 5 SEBEP


1# Formula 1’e kıyasla çok yavaş araçlar. Bu sezonki yeniliklerle birlikte bu fark biraz daha kapanacak olsa da televizyonda izlerken bile bu farkı ciddi şekilde hissediyorsunuz. Üstelik şehir içi pistlerde dar alanlarda yapılan yarışlarla bu fark gölgelenmeye çalışılıyor. Monako’da bile Formula 1 rotasını kullanamayan bir seriden bahsediyoruz. Tekrar belirteceğim, bu sezon hızlar en azından DTM’e yaklaşacak, bu yüzden gerçek bir problem olmayabilir.

Bir de benim için gerçekten hiç sorun olmayan bir motor gürültüsü mevzusu var. Kulaklarımla ilgili bir sağlık sorunu sebebiyle yüksek ses çıkartan motorların olmaması beni hiç rahatsız etmiyor. Fakat birçok kişi için neredeyse sessiz çalışan bu araçlar hız duygusunu da iyice yok ediyor. Belirtmeden geçemeyeceğim, araçların çıkardığı sesin elektrik süpürgesine benzediği de bir gerçek.

2# Yarış ciddiyetini alıp götüren uygulamalar. FANBOOST yeterince tartışmalı değilmiş gibi yeni gelen bu güç bonusu veren ışıklı yollar geldi. Bir de tekrar gösterimlerde müzik çalınması gibi manasız bir uygulama var. Bütün bunlar bir araya gelince atmosferin yarıştan çok Wipeout, Trackmania, Crash Team Racing(Mario Kart’a basardı kıymeti bilinmedi), Re-volt gibi oyunlara benzemesine yol açıyor. Özellikle yeni nesli işin içine katmak, izleyiciyle etkileşime girmek için yapıyor olabilirler. Şahsi fikrim ise farklı yöntemler bulmaları gerektiği yönünde.

3# Sokak pistleriyle kısıtlı kalması. Araçlar geliştikçe daha ilerde Silverstone, Monza, Spa gibi klasik pistlerde izleme şansımızın olacağına inanıyorum. Ne var ki sürekli şehir içi dar yolları izlemek bir süre sonra sıkıcı olabiliyor. Formula 1’de Monako’nun büyüsünü kaybetme sebeplerinden bir tanesi de yine bu sokak pistleri. Eskiden bir tek Monako vardı, şimdi 2020’de Vietnam ile beraber 5-6 tane sokak pisti olacak. Formula E’ye dönecek olursak bu konu biraz bıçak sırtı aslında çünkü bunun olumlu yanları da var onları da yazacağım. Klasik pist arıyorsanız bu seri size göre değil bunu söyleyeyim.

4# Ciddi bir rekabet olmaması, sürücülerin zaman zaman çekip gitmeleri. 4 sezon, özellikle yeni başlayan bir seri için ezeli rekabetlerin oluşması için yetersiz bir süre buna hak veriyorum. Yine de insan sağlıklı seviyede gerginlik barındıran yani Hamiltoncılar şerefsizdir, Vettelciler ölsün tarzı çığrından çıkan F1 ortamı gibi olmayan bir rekabet arıyoruz. Çünkü ortada bir hikaye varsa bir şeylere bağlanıp izlemek daha kolay olur ve keyif verir.

Şimdi kötü konuşacağım: Ulan bırakın ezeli rekabeti, 2 sezon önce kimdi hatırlamıyorum birisi şampiyonluk yarışları sırasında “baba benim DTM’e sözüm vardı ya” diye çekip gitti lan. Bayağı şampiyonluğu sallamadı, sözleşmem var dedi gitti. Sürücünün şampiyonluğu kâle almadığı seriyi seyirci neden ciddiye alıp izlesin?

5# Sinir bozucu olabilen sosyal medya admini. Haklı olarak böyle sebep mi olur diyebilirsiniz ama gerçekten sinir bozuyor. Sürekli bir “biz ne kadar hipsterız ağbi ya çevrecilik ya biz var ya biz oooo F1 şu kadar benzin yakıyor” diye kafa ütüleyen ve fare-dağ ilişkisindeki fare rolünü üstlenerek F1’e laf çakmaya çalışan paylaşımlar insana öeh tepkisi verdiriyor. Üniversitede sürekli bir şov amaçlı aktivistlik peşinde olup kafanızı ütüleyen, gerçek aktivistlere bile yaka silktiren tipler olur ya aha onlardan biri var arada hesabı ona veriyorlar.

Olumsuzlukları yazdıktan sonra olumlu sebepleri de belirtelim.


FORMULA E İZLEMEK İÇİN 5 SEBEP


1# Sokak pistleri. Evet birkaç paragraf önce olumsuzluk olarak belirttiğim bu pistlerin olumlu yönleri de var. Öncelikle serinin gürültüsüz araçlar sayesinde temiz asfalta sahip herhangi bir şehirde yapılabilmesi harika bir özellik. Olacağından değil de yarın bir gün İzmir’de düzenlenmek istense hemen Fuar alanına pit alanı ve garajlar kurulur, biraz düzenlemeyle Alsancak’ta yarış yapılabilir hale gelir. İstanbul’da Bostancı sahil yolunda yapılabilir vs.  Bu sayede pist konusunda “paramı ödedin az ödedin, yok senin seyircin yok” kavgaları en az seviyede yaşanıyor. İnsanlar da “hamuuagoym trafiği felç ettiler” diyenler dışında şehrin içinde yarış izleme keyfini kolayca yaşayabiliyor. Dezavantajı da belediyelerin “kapattık arkadaşım yok yarış marış” diyebilmeleri. 2016-17 sezonunda son 3 yarış kısa sürede iki ayaklıya döndürülmüştü çünkü yanılmıyorsam iki şehirde problem çıkmıştı.

2# Heyecanlı yarışlar. Araçlar yavaş olsa da en azından F1’de birkaç sezondur iyice rahatsızlık vermeye başlayan ilk üç takım ve 7 cüceler durumu yaşanmıyor. Şasiler aynı olduğundan ve aerodinamik geliştirmelere izin verilmediğinden parası olan takımların fark atmalarının önüne geçilmiş durumda. Araç içindeki geliştirmelerde ufak tefek farklar olsa da üç aşağı beş yukarı bütün araçlar yakın seviyede. Böylece pilotaj becerileri daha fazla öne çıkıyor ve daha sık ikili hatta üçlü mücadeleler izleyebiliyoruz. Yarışlarda batarya yönetimi önemli bir husus olduğundan zaman zaman bunu becerenlerle beceremeyenler arasında çok fark olabiliyor yani 1. ile 20. arasında sadece 10 saniye oluyor diyemem.

Sokak pistlerinin dar ve keskin virajlı olmaları da yarışta her an bir cayırtı kopmasına olanak sağlıyor. Şöyle örnek vereyim, geçtiğimiz sezon Fırat Selçuk ile izlediğimiz bir yarışta tam bu konudan bahsederken son viraja üçüncü giren pilot konumunu korumaya çalışırken duvara vurup çizgiyi sürüklenerek birkaç sıra geride geçti. Bir de bataryasını düzgün kullanamayıp son düzlükte can çekişerek vapura yetişmeye çalışan insanlara dönenler var. Her an aksiyona açık bir seri olması 45 dakikanızı ayırmanız için gayet yeterli.

3# Serideki pilotlar. Formula E’ye emeklilik yaşayacak pilotların geldiği yer olarak bakılsa da bence bunda kötü bir şey yok. Fiziksel olarak F1 araçları kadar zorlayıcı olmayan Formula E araçları, yetenek ve tecrübe olarak hala önemli yere sahip pilotların toplanma yeri haline gelmeye başladı. Yalnızca F1 değil, DTM-GT-INDYCAR gibi serilerden de pilotlar geliyor.

F1’deki koltuk sayısının azlığını ve politik/mali sebeplerle yaşanan yer savaşlarını düşünürsek yetenekli ama şans bulamamış sürücüler için de ideal bir yer. Bunun en yeni ve önemli örneği Stoffel Vandoorne. Pascal Wehrlein da yine F1'de yer bulamayıp bu seriye gelmişti. DTM şampiyonu Gary Paffett de Vandoorne’un takım arkadaşı olarak seride yer alıyor. Dikkatleri seriye çeken bir diğer isim ise son 3 yılda iki kere emekli olup(bu da ayrı başarı) bu sezonu boşta geçiren Felipe Massa.

Seride hala 1 boş koltuk var, Esteban Ocon için 1 sezon boşta kalmak yerine burası iyi bir tercih olabilirdi ancak kendisi F1’de yarışmayacaksam hiçbir yerde yarışmam dedi. Sezonun ilk yarışına doğru pilotları ve takımları tanıtabilmek için ayrı bir yazı yazmayı düşünüyorum (yazmadı).

4# F1 başlayana kadar ve bazı yarış haftalarında boşluk dolduruyor. 15 Aralık’ta Suudi Arabistan’da başlayacak olan sezon -nedense 1 ay ara veriyor- 12 Ocak’ta Fas’taki yarışla devam ediyor. 25 Kasım’da veda edip 17 Mart’ta karşılayacağımız F1’e kadar 4 E-Prix var. Kabaca bakınca F1’in olmadığı bazı haftalarda yarış olması bir yana, birçok yarış cumartesi günleri yapılacağından F1 öncesi yarış açlığı hissedenler için iyi gelecektir.

5# Yayın konusunda kolaylık sağlaması. Bu maddeden çok emin olmamakla birlikte bu sezon birkaç yarışı canlı olarak Youtube kanalından izlediğimi hatırlıyorum. Eurosport bazı yarışları canlı olarak yayınlıyor ancak sezon içinde fikstür kalabalık hale gelince bant yayına dönülüyor. Tekrar ediyorum, bu maddeden emin değilim ama F1 ile kıyaslarsam Youtube’dan bir şekilde VPN ile bile olsa izlenebilmesi büyük bir kolaylık.

Felipe Massa seriye yeni araçla birlikte katıldı.

Formula E
’ye kısaca ve elimden geldiği kadarıyla değindim. Sezonun başlamasına daha uzun bir süre var. Bu sürede Formula E Youtube kanalındaki videolara göz atarak seri hakkında daha iyi fikirlere sahip olabilirsiniz.


Formula 1 ile ilgili içerik çıkartmak konusunda çok başarısız kaldığımın farkındayım. Her yarışı takip etsem de yazmak içimden gelmedi. Sezon bitince sürücüleri değerlendireceğim bir yazı yazacağım.


5.09.2018

francHits #23


En son geçen yıl bu zamanlar devam etmişim bu listeye. Hep 5 şarkı seçip bırakıyordum, şimdi 10 şarkılık liste yaptım ve dinleyen olursa diye Spotify listesi yaptım. her listeyi yeni post sonrası güncelleyeceğim. Böylece bir şeyler yazmak için motivasyon olur. İlk liste daha güncel olsun diye yarısını bu yaz çıkanlardan seçtim. (4 Türkçenin tamamı ve bir de Mambo Rap)

1. Adamlar - Hikaye
2. Peyk - Lay Lay Lom
3. Yüzyüzeyken Konuşuruz - Boş Gemiler
4. Kaan Boşnak - Benimle Kayboldun
5. Lilja Bloom - More and More
6. Swingrowers - Minor Swing
7. Pisk - It Ain't Right
8. Swing Republic - Let's Misbehave
9. Parov Stelar - Mambo Rap
10. Parov Stelar - Hit Me Like A Drum


Listeyi aramaya francHits ya da artemiofranchi.org yazarak bulabilirsiniz. 

Link: https://open.spotify.com/user/frtslck/playlist/7KwZqo1t6EZguP3hTGMok9?si=-AUTkGA5TTGoC_zanZS8_A


13.08.2018

Tokyo 2020 kadınlar yol yarışı parkurunda neden en iyi kısımlar yok?




Geçtiğimiz hafta UCI, 2020 Tokyo Olimpiyatları için erkekler yol yarışı parkurundan belirgin şekilde daha farklı olan kadınlar yol yarışı parkurunu duyurdu. Erkeklerin yarışı ikonik Fuji Dağı’nın eteğindeki alçak tepeleri ve Mikuni Geçidi’nin dik rampalarını geçecekken kadınlar yarışı -yine zorlayıcı olsa da- bu kritik tırmanışları pas geçiyor.


Sosyal medya konu hakkındaki tartışmalarla alevlendi. Marianne Vos ve Annemiek van Vleuten gibi önemli isimler açıklanan parkurun sporda eşitlik hedefiyle pek de aynı doğrultuda olmadığına dikkat çektiler.

Marianne Vos: “Yarışı yarışçılar belirler ancak kadınlar ve erkekler parkurlarındaki farklılıklar IOC’nin hedeflediği eşitliğin sinyalini vermiyor.”

Bu durum geçtiğimiz yılki Dünya Yol Şampiyonası’nda parkurdaki heyecanlı (ve muhtemelen belirleyici) kısımların kadınlar yarışına eklenmemesine benziyor. Bu yılki yarışta da aynısı olacak.

UCI’a Tokyo 2020 yol yarış parkurları arasındaki bu belirgin farklılığın sebeplerini sorduk. UCI bu parkurları Olimpiyat ve Paralimpik Oyunları Organizasyon Komitesi ile birlikte oluşturmuştu.

UCI’a göre kadınlar yol yarışı parkurunun dizaynını etkileyen anahtar unsurlardan bir tanesi Tokyo 2020 Organizasyon Komitesi’nin hem kadınlar hem erkekler yarışının Tokyo metropol bölgesinden başlayıp Fuji Dağı’nın yanındaki Fuji Otobanı’nda bitmesini zorunlu koşması. UCI Olimpiyat parkur limitinin kadınlar için 160 ve erkekler için 280 km olması benzer parkurlar tasarlamayı zorlaştırdı.

“Kilometreleri hesaba katarak kadınlar yarışının finalini Fuji bölgesinde olacak şekilde tasarlamaya çalışırken yarışın başlangıç ve bitiş noktaları arasındaki mesafe bizim sınırlanmamız anlamına geliyor” UCI sözcüsü Louis Chenaille bunları söyledi.

Parkurlar – kadınlar için 137 kmlik parkurda 2692 metre tırmanış var, erkeklerde ise 234 km parkurda 4865 metre – ilk 80 km boyunca aynı rotayı izleyecekler ve iki yarış da Fuji Otobanı’nda bitecek.

Chenaille sözlerine “Kadınlar yarışı için Fuji Otobanı’nı 1.5 tur olacak şekilde kullanmak Tokyo ve Otoban arasındaki gerçekten eşsiz rotaya bir övgü ve yol kenarıyla ile bitişte izleyen seyirciler için özel bir atmosfer oluşturacak. Bu arada TV izleyicileri de etkinliği en yüksek kalitede izleme şansı bulacaklar” diyerek devam etti.

Tokyo 2020 Yol Bisikleti Kadınlar Parkuru


Erkekler parkuru ise kadınlar parkurundan otobandan ayrılan iki dikkat çekici dönüşle farklılaşıyor ve bitişe olan yakınlıkları da göz önüne alındığında, belirleyici tırmanışlarla yarışa hareketlilik getirmeleri muhtemel. İlk birkaç ekstra tırmanış Fuji Dağı’nın alçak eteklerinde yer alıyor ve diğer tırmanış ise ortalama eğimin %10.6 olduğu, yer yer %20leri gördüğü 6.5 kmlik Mikuni Geçidi tırmanışı.

Chenaille “Erkekler yarışında 100 km’ye yakın fazla mesafe olması bölge içinde fazladan tırmanışlar ekleme ve yarış sınırları içinde kalarak Fuji Otobanı’na dönme fırsatı doğurdu” dedi.


137 km’lik kadınlar parkuru izin verilen en uzun parkur sınırının gayet altında kalıyor ama erkeklerde de aynı durum mevcut – hatta erkekler parkuru normal minimum mesafesinden biraz daha kısa.

En güçlü yarışçılara yeteneklerini sergileyebilecekleri ve aynı zamanda yarışa başlayan en fazla sayıda sporcunun Fuji Otobanı’nda bitiş görebileceği parkurlar yaratmak istedik.” diyen Chenaille sözlerine devam etti “Hem erkekler hem kadınlar parkurunun irtifa yükseltisinin ekstrem ucunda olduğunu göz önüne alarak yarışçıların normal yarış takvimlerinde karşılaştıkları sınırları zorlamamaya karar verildi.”

“Hava koşulları da -muhtemelen sıcak ve nemli olacak- parkur mesafeleri belirlenirken değerlendirmeye alındı.”

İki parkur da 2016 Rio Olimpiyatları’nın zorlu parkurlarıyla kıyaslandığında fazladan 1000 metre tırmanışa sahip.


Erkekler ve kadınlar pelotonlarının farklılıkları cinsiyetin ötesine gidiyor. Başlangıç olarak Olimpiyatlar’daki kadınlar pelotonun 67 yarışçı olacakken erkeklerde bu sayı 140. Ayrıca kadınlar pelotonunda finansal zorluklar sebebiyle tam zamanlı bisikletçi olan yarışçı sayısı daha az. Buna ek olarak kadınlar yarış boyunca daha agresif yarışıyorlar ve yarışçıların düzenli olarak karşılaştıkları parkurlar erkeklere kıyasla daha kısa oluyor.

Kadınların takviminde erkeklere kıyasla daha az tırmanış ağırlıklı yarış var. Belirtmeye değer bir nokta: UCI’ın kadınlar yol yarışı için belirlediği maksimum limit daha çok yakın zamanda, 2016’da 140 km’den 160 km’ye yükseltildi.

Chenaille “2018 kadınlar uluslararası yarış takvimiyle kıyasladığımız zaman, Innsbruck’teki UCI Dünya Yol Şampiyonası da dahil Tokyo 2020 parkuru herhangi bir yarış ya da etaptan daha zorlayıcı. Regülasyonlar evrimleşmeye devam ediyor ve UCI bütün paydaşlardan gelen geri bildirimleri dinleyerek gelecek planlarında dikkate alıyor” dedi.

Eğer Tokyo 2020 kadınlar yol yarışına verilen kamuoyu tepkisini kriter olarak alırsak UCI’ın gelecek ay ve yıllarda geri bildirim eksikliği yaşamayacağı açık.

Bu yazının orijinali 13 Ağustos 2018 tarihinde Simone Giuliani tarafından CyclingTips.com adresinde yayınlanmıştır.

Bu çeviri ArtemioFranchi.org dışında kaynak gösterilse dahi izin alınmadan yayınlanamaz.


  ©Artemio Franchi. Template by Dicas Blogger.

TOPO