Pek dolu dolu yazılıp çizilecek bir maç olmadı ne yazık ki. Galibiyetin geleceğinden emin olduğumdan heyecan da yaşamadım izlerken. Galatasaray sahaya sürprizi olmayan bir kadroyla çıktı. Aslında Sabri'nin futbol oynadığı her maç benim için sürpriz ya neyse... Maçta gol erken geldi ve ilk izlenim skoru erken garantiye alıp rahat bir galibiyet alacağımız yönündeydi, ancak gol sonrası pek öyle olmadı. Oyunu idare edercesine oynayan, pek fazla mücadeleye girmeyen bir Galatasaray ve hızlı çıkıp gol bulmak isteyen Denizlispor'u izledik. Nonda ligin ilk yarısındaki herhangi bir maçta gösterdiği kötü performansı gösterir mi diye endişe etmiştim ama golde de payı vardı ki Lincoln'ün oynadığı bölgede görev verildiği için kendisinden pek de ekstra bir katkı beklenemezdi. İkinci yarıda ise Nonda oyundan düştü bir anda, ruh gibi dolaşmaya başladı. Önce Baros'un bağırdığını söyledi Melih Şendil, sonra Ayhan kenara işaretler yaptı ve Yaser hazırlanmaya başladı. Çıkmaya hazırlanan Nonda Sabri'nin asistini mükemmel bir gole dönüştürdü. Yaptığı ortalar gol olmuyor diye Sabri hakkında ileri geri konuşurken son 2 haftada 3. asistini yapmış oldu. Serbest vuruşlardaki başarısızlığı hakkında da aynı şeyleri yazsam birşeyler olur mu diye kendi kendime totemler denemeye başlarsam kimse şaşırmasın.
Maç boyunca Skibbe skoru daha da arttırıp rahatlamak için ne yapar diye bekledim ama Mehmet Güven ve Volkan Yaman değişikliği Skibbe konusunda beni olumsuz düşüncelere doğru yeniden yöneltti. Kadroda sakatlıklar yüzünden oluşan geçici bir darlık var tamam bunu kabul ediyoruz ama her maç inatla ve ısrarla, olmayacağını bile bile Mehmet Güven'i hala sahaya sürmenin mantığı nedir ki ? Kadrodaki alternatifler çoğaldığı zaman da bu değişikliklerle sonuca gitmeye ısrar ederse kendisine olan inancım geri gelmemek üzere yok olacak. Bir de takımda kaptan olarak sahaya çıkıp kaptanlığın getirdiği hiç bir şeyi yapmayan adam var, Ayhan Akman. Dikkat etmeyenler olmuştur belki, kırmızı kart gören bir Ayhan normalde hakemin karşısında cinnet geçirir öyle giderdi. Ancak geçen hafta oynayıp herkesin zeminden şikayetçi olduğu Sivas deplasmanına gitmek istemediğinden midir bilinmez kartı görüp hiç itiraz etmeden dışarı çıktı. Bravo Ayhan, sen gitme Sivas'a, gidecek eşşek bulunur.
Ayrıca Ayhan'dan sonra Mehmet Topal aldı kaptanlığı, çok yakıştı kendisine, ileride kalıcı olması dileğiyle..
31.01.2009
Floransa & Calcio
yazan:
firat selcuk
"Floransa'da futbol şu anda olduğu gibi 'Calcio' olarak adlandırılıyordu. Leonardo da Vinci de koyu bir futbol taraftarıydı. Machiavelli ise bizzat oyuncuydu. 27 kişilik ekipler üç sıraya dağılmış şekilde oyuna katılıyorlardı; ellerini ve ayaklarını topa vurmak ve rakiplerinin karnını deşmek için kullanabiliyorlardı. Arno'nun donmuş suları üzerinde ve geniş meydanlarda düzenlenen maçlara çok sayıda insan katılıyordu."
Gölgede ve Güneşte Futbol, Eduardo Galeano
Kayserispor 0-0 Sivasspor / Teşekkürler LigTV
yazan:
firat selcuk
Öncelikle haftada 5 canlı yayına geçme konusundaki isteğinden ötürü Lig TV'ye ve buna izin veren Hukuk Kuruluna teşekkür etmek lazım. Ligde neler olup bittiğini daha ayrıntılı görme şansıdır bu bizler için, bugün haftada 5'e çıktı, ileride 6-7-8-9 olmaması için bir sebep yok. Bir de şöyle o hafta dikkat çekecek maçlardan da birini yayınlasalar fena olmaz. Mesela zamanı geldiğinde Ankaragücü-Gençlerbirliği gibi yerel derbileri de izlemeliyiz, sürekli olmamak kaydıyla ilgi çekebilecek maçlar konusunda da anlaşılıp o hafta 6. canlı yayın olarak seçilebilir. Hiç olmazsa yayınlanmayan 4 maçı ilerleyen günlerde banttan ekrana getirsinler veya 15-20 dakikalık geniş özetlerini sunsunlar, o da yeter bizlere. Bir kaç saniye bile fazla izlesek kârdır bize.
Gelelim oynanan maça, adı vardı ama adının hakkını verecek kalitede bir maç olmadı. İyi değildi ama çok kötü de denemezdi, hani izlense de izlenmese de bünyenin kazanç-kayıp dengesine etki etmezdi. Takımlara bakınca gördüğümüz şey kazansak iyi ama kaybetmesek daha iyi gibi bir düşünceydi. Aynen de öyle bir maç oldu. İki takım da dönem dönem hücuma kalkıştı ama savunma akıllara daha çok takıldığı için maç genelde pozisyon değil mücadele ile geçti. Bir de zemin faktörü vardı tabii ki, günlerdir Ege ve Akdeniz'i esir alan yağış sahayı fazla yumuşatmıştı ve ilk bakışta gözle görülmese de küçük ama yoğun su birikintileri top sürmeye ve ayağa pas yapmaya çoğu zaman engel oldu. Rakibe engel olmak ağır bastığı için sert müdaheleleri sık izledik, hakem bu sertliğe başlarda prim tanıdı ama ileride ipin ucu biraz kaçtı. Cüneyt Çakır bir noktadan sonra oyuncuların biraz daha sakin olmasını istemeliydi. Özellikle Kayserili oyuncular agresif oldukları gibi dengesiz fauller de yaptılar. Bilal Aziz'in her topa çift dalmasına rağmen tek sarıyla günü kurtarması Cüneyt Çakır için önemli bir hatadır. Kırmızı kart pozisyonunda ise doğru olanı yaptı. Bilica'yı oyundan atması ise doğruydu ve bir Galatasaraylı için de önemliydi, Bilica'nın olmadığı Sivas savunması çift forvetle saldıran Galatasaray'a ne kadar direnebilir onu da 4 şubat günü göreceğiz.
Sivasspor alıştığımız sisteminde maça başlarken ikinci yarıda klasik Balili değişikliği ile çift forvetten taviz vermeyen görüntü değişti bu defa. Sivasspor 3'lü forvete döndü Balili oyuna girdiğinde. Mehmet Yıldız direnciyle Kayseri savunmasının ve özellikle beklerinin ileri çıkışı için risk oluşturuyordu ve oyundan çıkması kayıp olurdu, gözümüzü Kamanan'a dikiyoruz bu durumda ama o da çok iyiydi ve çıkması hoş olmazdı. E Balili de bir şekilde oyuna girmeliydi, bu yüzden de Bülent Uygun sistemini değiştirip Sezer'i kenara alarak forvet sayısını 3'e çıkardı ama Abdullah ve Eren'in mükemmel olduğu Kayseri savunmasını geçmeye yetmedi bu hamle. Mehmet Topuz yine oynar gibi gözüküp boş işler peşinde koştu, Cangele etkili olmaya çalıştı Kayseri'de ama destek göremedi. Aghahowa da Sivas'ın stoperlerinin arasında buhar oldu uçtu.
Maçta iki taraf adına dikkatimi çeken iki önemli isimden bahsetmek istiyorum. İlk isim Sivas'ın yeni transfer Yannick Kamanan. Ali Sami Yen'deki kupa maçında asisti yapan isimdi. Orada kendisi hakkında ilk izlenim iyiydi ama karşısındaki adam Sabri olunca durup düşünmek lazımdı. Bugün gördük ki güçlü ve enerjik Kayseri savunmasını tek başına da olsa zorlayabilirdi. İri yarı görüntüsüne rağmen fazla hızlı bir oyuncu, maçı izlerken bir ara "Usain Bolt gibi adım atıyor" dedim içimden, Kamanan 2 adım atarken O'nu tutan adamın 3 adım atması lazım ki Kamanan'ı tutabilsin. O hızıyla kısa mesafede gerçekten etkileyici bir şekilde geçiyor rakiplerini. Son hızı belki çoğu oyuncudan iyi olmasa da o hıza ulaşma süresi çok daha iyi. Fiziğini etkili kullanınca sonlara doğru iki üç Kayserili kendisini tutuyordu bazı pozisyonlarda.
Bir diğer isme gelelim, Eren Güngör. İsmi yüzünden hep merak ettiğim tek şey var o da Emre Güngör ile olan yakınlık derecesi. Bir alakaları var mı yoksa tesadüf mü bilemiyorum. Eren Altay'da yükselip geldiği Kayseri'de kariyerini oluşturan basamakları koşarak-uçarak çıkıyor adeta. Bu maçta da gördük ki Eren bu hızla giderse ilk kez Avusturya önünde giydiği A Milli Takım formasını uzun süre sırtında taşıyacak. Kariyer yapma adına üç büyüklerin yolunu tutmaktansa Kayseri'deki istikrarlı ve iyi oyununu sürdürüp Milli Takım'daki performansı ile Avrupaya yol alması daha akılcı olur. Avrupalı deli gibi izliyor göz önünde olmayan ligleri bile, o yüzden günümüzde Anadolu takımında oynayıp da ah ben farkedilmezsen ne olur diye hayıflanmak bir çözüm yolu değil. Eren Güngör hakkında daha çok şey yazarız bu formu ve istikrarını sürdürürse. Oyunu çirkinleştirmeyip işine bakması ve maç sonunda sadece futbolu ile akılda kalması da çok çok önemli bir yanı. Sonuçta İsmail Güldüren de genç oyuncuydu bir dönemler, aradaki fark siyahla beyaz gibi....
Kayseri savunma konusunda sadece sayılara bakacak olursak ligin en başarılı takımı, hücumda etkili olma konusunda ise bulunduğu konum itibariyle en kötülerden. Savunma ile bir yere kadar gidilebiliyor, onların gittiği yer de diğer anadolü kulüplerinin önü, büyüklerin, Sivas'ın ve Ankara'nın ardı. Terazide bir tarafa koyacaksak büyüklerin olduğu kefeye atmalıyız Kayseri'yi ama gol gelmeyince olmuyor işte. Bütün bu kısırlığı Gökhan Ünal'a bağlamak Cangele, Aghahowa ve Purovic gibi üç kalburüstü oyuncuya hakaret etmek olur. Ancak birbirlerine uyum konusunda sıkıntı çektikleri açık, bu maçta da gördük ki Cangele ile Aghahowa tamamen ayrı dünyalarda top oynuyorlar. Mehmet Topuz'un overrated listelerinin demirbaşı olduğunu düşündüğüm için kendisine pek bir lafım yok. Purovic'in de başı sakatlıkla belada, onu da kenara koyalım. Elimizde Tevfik Köse kalıyor ki Ankara'dan Kayseri'ye giderken keşke olmasaydı dediğim transferlerden biriydi. Burada bu kadar yabancının arasında kaynayıp gideceği belliydi, belliydi ama Cangele veya Aghahowa'dan biriyle mükemmel bir uyum yakalayıp Kayseri'nin dertlerine derman olma gibi bir ihtimali de var. Tolunay Kafkas elbette deniyordur bu farklı ikilileri antrenmanlarda ama bir de maçta denemek lazım bunu, sezon onlar için büyük ihtimalle bu konumda biteceği için kolay gördükleri maçlarda bu deneyi yapabilir Tolunay Kafkas.
Gelelim oynanan maça, adı vardı ama adının hakkını verecek kalitede bir maç olmadı. İyi değildi ama çok kötü de denemezdi, hani izlense de izlenmese de bünyenin kazanç-kayıp dengesine etki etmezdi. Takımlara bakınca gördüğümüz şey kazansak iyi ama kaybetmesek daha iyi gibi bir düşünceydi. Aynen de öyle bir maç oldu. İki takım da dönem dönem hücuma kalkıştı ama savunma akıllara daha çok takıldığı için maç genelde pozisyon değil mücadele ile geçti. Bir de zemin faktörü vardı tabii ki, günlerdir Ege ve Akdeniz'i esir alan yağış sahayı fazla yumuşatmıştı ve ilk bakışta gözle görülmese de küçük ama yoğun su birikintileri top sürmeye ve ayağa pas yapmaya çoğu zaman engel oldu. Rakibe engel olmak ağır bastığı için sert müdaheleleri sık izledik, hakem bu sertliğe başlarda prim tanıdı ama ileride ipin ucu biraz kaçtı. Cüneyt Çakır bir noktadan sonra oyuncuların biraz daha sakin olmasını istemeliydi. Özellikle Kayserili oyuncular agresif oldukları gibi dengesiz fauller de yaptılar. Bilal Aziz'in her topa çift dalmasına rağmen tek sarıyla günü kurtarması Cüneyt Çakır için önemli bir hatadır. Kırmızı kart pozisyonunda ise doğru olanı yaptı. Bilica'yı oyundan atması ise doğruydu ve bir Galatasaraylı için de önemliydi, Bilica'nın olmadığı Sivas savunması çift forvetle saldıran Galatasaray'a ne kadar direnebilir onu da 4 şubat günü göreceğiz.
Sivasspor alıştığımız sisteminde maça başlarken ikinci yarıda klasik Balili değişikliği ile çift forvetten taviz vermeyen görüntü değişti bu defa. Sivasspor 3'lü forvete döndü Balili oyuna girdiğinde. Mehmet Yıldız direnciyle Kayseri savunmasının ve özellikle beklerinin ileri çıkışı için risk oluşturuyordu ve oyundan çıkması kayıp olurdu, gözümüzü Kamanan'a dikiyoruz bu durumda ama o da çok iyiydi ve çıkması hoş olmazdı. E Balili de bir şekilde oyuna girmeliydi, bu yüzden de Bülent Uygun sistemini değiştirip Sezer'i kenara alarak forvet sayısını 3'e çıkardı ama Abdullah ve Eren'in mükemmel olduğu Kayseri savunmasını geçmeye yetmedi bu hamle. Mehmet Topuz yine oynar gibi gözüküp boş işler peşinde koştu, Cangele etkili olmaya çalıştı Kayseri'de ama destek göremedi. Aghahowa da Sivas'ın stoperlerinin arasında buhar oldu uçtu.
Maçta iki taraf adına dikkatimi çeken iki önemli isimden bahsetmek istiyorum. İlk isim Sivas'ın yeni transfer Yannick Kamanan. Ali Sami Yen'deki kupa maçında asisti yapan isimdi. Orada kendisi hakkında ilk izlenim iyiydi ama karşısındaki adam Sabri olunca durup düşünmek lazımdı. Bugün gördük ki güçlü ve enerjik Kayseri savunmasını tek başına da olsa zorlayabilirdi. İri yarı görüntüsüne rağmen fazla hızlı bir oyuncu, maçı izlerken bir ara "Usain Bolt gibi adım atıyor" dedim içimden, Kamanan 2 adım atarken O'nu tutan adamın 3 adım atması lazım ki Kamanan'ı tutabilsin. O hızıyla kısa mesafede gerçekten etkileyici bir şekilde geçiyor rakiplerini. Son hızı belki çoğu oyuncudan iyi olmasa da o hıza ulaşma süresi çok daha iyi. Fiziğini etkili kullanınca sonlara doğru iki üç Kayserili kendisini tutuyordu bazı pozisyonlarda.
Bir diğer isme gelelim, Eren Güngör. İsmi yüzünden hep merak ettiğim tek şey var o da Emre Güngör ile olan yakınlık derecesi. Bir alakaları var mı yoksa tesadüf mü bilemiyorum. Eren Altay'da yükselip geldiği Kayseri'de kariyerini oluşturan basamakları koşarak-uçarak çıkıyor adeta. Bu maçta da gördük ki Eren bu hızla giderse ilk kez Avusturya önünde giydiği A Milli Takım formasını uzun süre sırtında taşıyacak. Kariyer yapma adına üç büyüklerin yolunu tutmaktansa Kayseri'deki istikrarlı ve iyi oyununu sürdürüp Milli Takım'daki performansı ile Avrupaya yol alması daha akılcı olur. Avrupalı deli gibi izliyor göz önünde olmayan ligleri bile, o yüzden günümüzde Anadolu takımında oynayıp da ah ben farkedilmezsen ne olur diye hayıflanmak bir çözüm yolu değil. Eren Güngör hakkında daha çok şey yazarız bu formu ve istikrarını sürdürürse. Oyunu çirkinleştirmeyip işine bakması ve maç sonunda sadece futbolu ile akılda kalması da çok çok önemli bir yanı. Sonuçta İsmail Güldüren de genç oyuncuydu bir dönemler, aradaki fark siyahla beyaz gibi....
Kayseri savunma konusunda sadece sayılara bakacak olursak ligin en başarılı takımı, hücumda etkili olma konusunda ise bulunduğu konum itibariyle en kötülerden. Savunma ile bir yere kadar gidilebiliyor, onların gittiği yer de diğer anadolü kulüplerinin önü, büyüklerin, Sivas'ın ve Ankara'nın ardı. Terazide bir tarafa koyacaksak büyüklerin olduğu kefeye atmalıyız Kayseri'yi ama gol gelmeyince olmuyor işte. Bütün bu kısırlığı Gökhan Ünal'a bağlamak Cangele, Aghahowa ve Purovic gibi üç kalburüstü oyuncuya hakaret etmek olur. Ancak birbirlerine uyum konusunda sıkıntı çektikleri açık, bu maçta da gördük ki Cangele ile Aghahowa tamamen ayrı dünyalarda top oynuyorlar. Mehmet Topuz'un overrated listelerinin demirbaşı olduğunu düşündüğüm için kendisine pek bir lafım yok. Purovic'in de başı sakatlıkla belada, onu da kenara koyalım. Elimizde Tevfik Köse kalıyor ki Ankara'dan Kayseri'ye giderken keşke olmasaydı dediğim transferlerden biriydi. Burada bu kadar yabancının arasında kaynayıp gideceği belliydi, belliydi ama Cangele veya Aghahowa'dan biriyle mükemmel bir uyum yakalayıp Kayseri'nin dertlerine derman olma gibi bir ihtimali de var. Tolunay Kafkas elbette deniyordur bu farklı ikilileri antrenmanlarda ama bir de maçta denemek lazım bunu, sezon onlar için büyük ihtimalle bu konumda biteceği için kolay gördükleri maçlarda bu deneyi yapabilir Tolunay Kafkas.
30.01.2009
Rekor : Rafael Nadal 3-2 Fernando Verdasco
yazan:
firat selcuk
Bir tenis maçı insana ne kadar zevk verebilir diye merak edenler bu maçı tekrar tekrar izlemeli. Bir türlü bitmek bilmedi, bu defa Nadal aldı götürdü düşüncesine kapılacakken mükemmel cevaplar verdi Verdasco. Ayrıca Verdasco'nun Tsonga ve Murray'i elemesinin de sürpriz olmadığını gördük böylece. Maçın rekor kısmı ise Avustralya Açık'ın en uzun süren maçı olması. Tam 5 saat 14 dakika sürdü maç.
Maç boyu yanlış saymadıysam toplam 3 kez servis kırıldı. Önce Nadal kırdı, sonra hemen 0-40 ile cevap verdi Verdasco ve maçın son oyununda yaptığı çift hatayla Nadal'a finali armağan etti. Son sette Nadal'ın servis oyununda Verdasco 0-30 öndeydi ama avantajı kullanamadı ve set 5-4 oldu. Daha sonra servisleriyle seti uzatır diye düşünürken servis attığı ve maçın son oyunu olan oyunda 0-40 geriye düştü. Toparlayıp 30-40'a getirdi oyunu ama yaptığı çift hata seti 6-4'e, maçı da 3-2'ye getirerek elenmesine sebep oldu. Son ana kadar yine arada atlamadıysam hiç çift hata yapmadı Verdasco ama bu son oyunda iki kere çift hata yapınca herşey bitti. Kazanmayı ve finali hakeden Verdasco olsa da Nadal son saniyede bile maç başındaki kondisyonunu korur gibiydi. Verdasco bu maçı bir bakıma kendi elleriyle rakibine verdi, o kadar çok basit hata yaptı ki Nadal aynı hataları yapıyor olsa maç 4. sette 3-1 Verdasco lehine bitebilirdi. Yine de hayatımda izlediğim en iyi bir kaç tenis maçı arasına girdi bu maç. Mükemmel bir heyecan oldu.. Darısı artık götmekten sıkıldığımız Fedex-Nadal finalinin başına..
Ayrıca istatistikler araştırılsa muhtemelen yeni rekorlar olabilir, onları da gece posta eklerim. Şimdi gidip evdeki ıvır zıvırı sırt çantasına atıp kalanlarla da valiz hazırlama zamanı, servise 2 saat kaldı. İzmir'den 25 günlüğüne kurtuluyorum, evimi özledim, Marmaris'i özledim, oh be...
Maç boyu yanlış saymadıysam toplam 3 kez servis kırıldı. Önce Nadal kırdı, sonra hemen 0-40 ile cevap verdi Verdasco ve maçın son oyununda yaptığı çift hatayla Nadal'a finali armağan etti. Son sette Nadal'ın servis oyununda Verdasco 0-30 öndeydi ama avantajı kullanamadı ve set 5-4 oldu. Daha sonra servisleriyle seti uzatır diye düşünürken servis attığı ve maçın son oyunu olan oyunda 0-40 geriye düştü. Toparlayıp 30-40'a getirdi oyunu ama yaptığı çift hata seti 6-4'e, maçı da 3-2'ye getirerek elenmesine sebep oldu. Son ana kadar yine arada atlamadıysam hiç çift hata yapmadı Verdasco ama bu son oyunda iki kere çift hata yapınca herşey bitti. Kazanmayı ve finali hakeden Verdasco olsa da Nadal son saniyede bile maç başındaki kondisyonunu korur gibiydi. Verdasco bu maçı bir bakıma kendi elleriyle rakibine verdi, o kadar çok basit hata yaptı ki Nadal aynı hataları yapıyor olsa maç 4. sette 3-1 Verdasco lehine bitebilirdi. Yine de hayatımda izlediğim en iyi bir kaç tenis maçı arasına girdi bu maç. Mükemmel bir heyecan oldu.. Darısı artık götmekten sıkıldığımız Fedex-Nadal finalinin başına..
Ayrıca istatistikler araştırılsa muhtemelen yeni rekorlar olabilir, onları da gece posta eklerim. Şimdi gidip evdeki ıvır zıvırı sırt çantasına atıp kalanlarla da valiz hazırlama zamanı, servise 2 saat kaldı. İzmir'den 25 günlüğüne kurtuluyorum, evimi özledim, Marmaris'i özledim, oh be...
Yes Man
yazan:
firat selcuk
Gitmeden önce eğleneceğimden şüphem yoktu ama beklediğimden daha fazlasını buldum. Ana karakter Carl(Jim Carrey) kadar Carl'ın iş arkadaşı Norman da insanı yerle bir ediyor. Filmle ilgili detaya girmek istemiyorum, ufak birşey bile söylesem filmin tadı kaçar diye düşünüyorum. Jim Carrey ismi filme gitmek için yeterli zaten ama gitmeden önce sadece bir komedi filmi olmadığını söylemek lazım. İşin içine biraz duygusallık da karışmış durumda.
Bir de, bu filmde oyunculuğu dillere destan olmasa da, çoğu filmde de izlendiği zaman sadece oyunculuğu ile akıllarda kalmamış olsa da Zooey Deschanel derim ve kenara çekilirim. O ne tatlı ses, o ne tatlı görüntüdür öyle. Zaten The Happening denen faciaya sonuna kadar dayanabilmemi de O sağlamıştı.
Bir de, bu filmde oyunculuğu dillere destan olmasa da, çoğu filmde de izlendiği zaman sadece oyunculuğu ile akıllarda kalmamış olsa da Zooey Deschanel derim ve kenara çekilirim. O ne tatlı ses, o ne tatlı görüntüdür öyle. Zaten The Happening denen faciaya sonuna kadar dayanabilmemi de O sağlamıştı.
"Resumes Full Training"
yazan:
firat selcuk
Bundesliga da geri döndü ve eksik kalmamış oldu büyük liglerde. 21.30'da Hamburg - B.Münih maçı ile yeniden başlıyor lig.
Bugün Marmaris'e dönüyorum 19.00 otobüsüyle, 23.00 civarında evde olacağım için sonunu göreceğim maçın. İyi maç olduğunu duyarsam gece tekrarına göz atarım. Geçen sezon artan ilgimden sonra bu sezon Bundesliga maçlarını kaçırmıyorum genelde, bunda en büyük etken en önemlisi de boş kalmayan tribünler.
Bugün Marmaris'e dönüyorum 19.00 otobüsüyle, 23.00 civarında evde olacağım için sonunu göreceğim maçın. İyi maç olduğunu duyarsam gece tekrarına göz atarım. Geçen sezon artan ilgimden sonra bu sezon Bundesliga maçlarını kaçırmıyorum genelde, bunda en büyük etken en önemlisi de boş kalmayan tribünler.
28.01.2009
Galatasaray 1-1 Sivasspor
yazan:
firat selcuk
Nerden başlayıp nasıl devam edeceğimi bilmiyorum. Rövanşı da olan kupa maçında dair yazacak bu kadar şey bulacağım aklıma gelmezdi. Öncelikle iyi yönden bakalım demeyi çok isterdim ama iki taraf için de iyi denecek elle tutulur birşey bulamadım maçta. İlk olarak sahada olanlarla değil tribünlerle başlayalım.
Galatasaray taraftarının ayrıcalıklı oluğu farklı olduğunu söylerken hep iyi tarafından bakıldı yıllar yılı. Dün akşam yapılan şeyin ırkçılık olmadığını kim söyleyebilir ? Pini Balili'ye yapılanların siyahi oyunculara top gelince maymun sesi çıkarmaktan, Eto'o ya muz atılmasından ve benzeri olaylardan ne farkı vardı ? İsrail'deki yönetimin yaptığı katliamı tüm İsrailliler'e yıkmak doğru değil, hele 6 sene ülkemizde top oynamış Balili'yi bu olaya bağlı olarak suçlayip kendisine küfretmek hiç doğru değil. Bu yapılan ırkçılıktır açık ve net. Dün bir Galatasaray taraftarı olarak utandım yapılanlardan.. Yazık..
Şimdi sahaya doğru inmeye başlayabiliriz ama daha oyun alanı çizgilerinden içeriye girmiyoruz. Çünkü kenarda bizi bekleyenler var. Öncelikle Michael Skibbe'den başlıyoruz. Maçta geriye düşmüşsün ve rövanşta hiç olmazsa berabere kalma lüksüne sahip olmak için gol bulmalısın. Peki neden oyuna Mehmet Güven'i alırsın ? Sana katkısı ne, verdiği ne ? Deplasmanda bile çift forvetle oynamışken bu maçta neden Yaser Yıldız'a ikinci yarının da yarısında görev verirsin ? Sen iç sahada oynuyorsun ve tek forvet oynattığın Baros'a zaman zaman 2-3 kişi markaj yaparken ne diye diğer forveti almazsın oyuna bir an önce ? Bu kadar basit şeyleri görmek için 20+ yıllık antrenörlük deneyimine gerek yok. 2+2'nin kaç ettiğini biliyorsan bunu da rahatlıkla bilirsin.
Gelelim sahaya girmeden önce bizi bekleyen son kişiye, Bülent Uygun'a. Güzel futboldan herkesin takdirini almaktan bahsediyor, insanımız da inanıyor TV'de kendisini görüp. Futbolu biraz takip eden adama sorun, Sivasspor'un taktiğini hemen söylesin. Tum-Mehmet ikilisiyle başla, sonra ikinci yarıda Balili'yi al ve ileride orta yuvarlakta beklet, hiç geri gelmesin. Yorulmadığı için de tüm topları o alıp koştursun ne de olsa rakip savunma saçık verir. Budur Sivas'ın taktiği. Kalan kaleci dahil 9 kişi de göze hoş gelen ve herkesin takdirini kazanan futbolu sergiliyor. Nedir o futbol ? Kaleci her topta zaman geçirsin. Savunmada kalan diğer 8 kişi her pozisyonda ufak çaplı tartışmalar yapsın, bir saniye bile olsa zaman geçirsin. Bu arada hücum eden rakibe de sert ve kontrolsüz girilsin, her pozisyonda hakeme "bu nasıl karar" diye veryansın edilsin. Ama ileride çakılı bekleyip uzun topla birşeyler yapmaya çalışan iki forvetin olduğu için sen güzel futbol oyna, rakibin çirkin futbol oynasın, sen futbolu güzelleştir Çabakkale Geçilmez taktiğinle, rakip de futbolu çirkinleştiren taraf olsun. Bravo Bülent Uygun ve Sivasspor'a. Futbolu o kadar güzelleştiriyorsunuz ki bu ligde, gözlerimiz kamaşıyor. Fakir edebiyatı ile ülkede ne denli büyük bir prim yapıldığının farkına vardığınız için suçlu hep rakipler, Sivas ve Bülent Uygun ise sütten çıkma ak kaşık. Bravo.
Gelelim saha içine, önce hakem Hüseyin Göçek'ten başlayalım. Bu ülkede hakemi bu kadar eleştiriyorsam sadece Galatasaray'ın başına gelenler değildir derim. Bakmayın haftasonu Selçuk Dereli'yi pas geçtiğime, sınav zamanı diye sadece kendi tuttuğum takımların maçlarında değindim geçtim. Yoksa hakemleri yazmaya kalksam roman olur ikinci yarının daha başında olmamıza rağmen. Akşam maç boyu Mehmet Yıldız söylendi durdu hakeme, özellikle de ilk yarı her ofsaytta her pozisyonda ya yardımcıya ya da orta hakeme söylendi durdu. Hakemi aşağılayıcı harekette bulunmak sarı kart değil miydi ? Bir oyuncu hakemi alkışladığı zaman sarı kart görüyorsa, yine protesto amacıyla baş parmağıyla "bravo" diye hakeme alaycı bir bakış atıp dalgasını geçiyorsa sarı kart olmuyor mu bu ? Mehmet'e bu maçın ilk yarısında kart çıkmaması rezalettir. O ne kadar rezaletse, Milan Baros'a sarı kart işareti yaptığı için kart vermemek ve hakeme Shakespeare gibi dil dökmesine rağmen uyarı bile vermemek de rezalettir. İbrahim Dağaşan maç boyu "ben ne yaptım" diye isyan etti kartı da maçın sonlarına doğru gördü. Maç boyu sarı kartı gerektirecek o kadar çok hareketi vardı ki İbrahim'in herhangi bir pozisyonda ilk yarıda Baros'u döverken kart görse devamını getiremeyecekti, hakem de maç sonu Baros'un cinnetine vermediği kartla ve İbrahim'i oyunda 90 dakika tutmasıyla tartışılmayacaktı. Abdurrahman Dereli'nin Baros'a attığı tekmeyi hakem görecek pozisyonda mıydı dikkat etmedim ama o hareketi göre göre kart vermediyse ciddi hatadır. Pozisyonu şöyle hatırlatayım, taç çizgisi kenarında maçın son bölümünde iki oyuncu da havalanıp topa doğru hareketlenmişti, Abdurrahman topu düşünmeden Baros'a doğru ayağını salladı, isabetli de oldu ama sakatlayıcı derecede sert ve ciddi değildi. Sonuçta tekme sallanmıştı tabii ki. Gerçi 3 gün önce Bilica'nın tekmesini göremeyenlerden bunu görmesini beklemiyordum. Hakem Petkovic'e de sarı kartı ayıp olmasın diye gösterdi, daha ilk yarıda çok ağır hareket ediyordu Petkovic ama bir defa uyarmakla kaldı hakem. Petkovic bunu sürdürmesine rağmen bir kere bile uyarmadı tekrar ki futbolda bir defa uyarı yapıldıysa ikinci uyarı sarı kart demektir. Baros'un görmesi gereken sarı kartta yaptıklarının çok çok hafifini Arda ilk yarıda yapıp sarı gördü, bu da gözden kaçmamalı. Sabri'nin de şu maçı kartsız geçirmesi at yarışında en zayıf atın açık ara farkla birinci gelmesi kadar sürprizdi. Kendi ekseni etrafında döne döne itirazlarını etti ve her zamanki gibi yine boş geçildi.
Şimdi futbolculara geçebiliriz sanırım. Ayhan Akman'ı ve Sabri'yi bu bölüme VIP konuk olarak davet etmek istiyorum. Maç boyu bu kadar vasatın altında olup da golü bu ikilinin ayağından bulmak futbol ve adalet ilişkisini tekrar düşünmeme sebep oldu. Sabri için "Sabri orta ve gol" lafını ne zaman bize duyuracak derken 10 günde iki defa başardı bunu, "Sabri şut ve gol" lafını bir duran toptan sonra ne zaman duyarız diye sorayım belki birşeyler olur.. Sabri Sarıoğlu konusunda yazacak şeylerim bitmedi elbette. Orta yapıp pas vermesi gereken her topta sağ çaprazdan Yeni Açık'a şut çekti. Her denemesinde bu kadar başarısız olmasına rağmen bir kişi çıkıp da "Sabri sen ne yapıyorsun" diyemedi. Sahadaki diğer isimlerden herhangi biri Sabri pas beklerken tribüne şut atsa Sabri delirir çıldırır o şutu çekene söylenip saydırarak geri geri koşardı kendisine pas atılmadığından. Ancak aynı şeyleri kendisi yapınca ne uyaran var ne de kendisi farkına varıp şut sevdasından vazgeçiyor. Bu adam tüm takım sakat bile olsa 11'e girecek son kişidir benim gözümde. PAF'tan bir oyuncuyu alırım daha iyi, en azından "genç, daha öğrenecek bunları" der geçerim. Şu adam insanları git gide soğutuyor Galatasaray maçlarından, kulübede geleceği daha parlak olan Serkan dururken Sabri'nin bu kadar oynaması hiç bir futbol mantığıyla açıklanamaz. Bir adam sadece koşuyor diye şans bulacaksa atletizme yönlendirelim daha iyi. Sadece koşarak iş yapılsaydı bugün Hagi'den de Roberto Carlos'tan da büyük transfer diye bahsetmedik, bu ülkenin gelmiş geçiş en iyi yabancı oyuncusu Dominic Iorfa olurdu.
Galatasaray taraftarının ayrıcalıklı oluğu farklı olduğunu söylerken hep iyi tarafından bakıldı yıllar yılı. Dün akşam yapılan şeyin ırkçılık olmadığını kim söyleyebilir ? Pini Balili'ye yapılanların siyahi oyunculara top gelince maymun sesi çıkarmaktan, Eto'o ya muz atılmasından ve benzeri olaylardan ne farkı vardı ? İsrail'deki yönetimin yaptığı katliamı tüm İsrailliler'e yıkmak doğru değil, hele 6 sene ülkemizde top oynamış Balili'yi bu olaya bağlı olarak suçlayip kendisine küfretmek hiç doğru değil. Bu yapılan ırkçılıktır açık ve net. Dün bir Galatasaray taraftarı olarak utandım yapılanlardan.. Yazık..
Şimdi sahaya doğru inmeye başlayabiliriz ama daha oyun alanı çizgilerinden içeriye girmiyoruz. Çünkü kenarda bizi bekleyenler var. Öncelikle Michael Skibbe'den başlıyoruz. Maçta geriye düşmüşsün ve rövanşta hiç olmazsa berabere kalma lüksüne sahip olmak için gol bulmalısın. Peki neden oyuna Mehmet Güven'i alırsın ? Sana katkısı ne, verdiği ne ? Deplasmanda bile çift forvetle oynamışken bu maçta neden Yaser Yıldız'a ikinci yarının da yarısında görev verirsin ? Sen iç sahada oynuyorsun ve tek forvet oynattığın Baros'a zaman zaman 2-3 kişi markaj yaparken ne diye diğer forveti almazsın oyuna bir an önce ? Bu kadar basit şeyleri görmek için 20+ yıllık antrenörlük deneyimine gerek yok. 2+2'nin kaç ettiğini biliyorsan bunu da rahatlıkla bilirsin.
Gelelim sahaya girmeden önce bizi bekleyen son kişiye, Bülent Uygun'a. Güzel futboldan herkesin takdirini almaktan bahsediyor, insanımız da inanıyor TV'de kendisini görüp. Futbolu biraz takip eden adama sorun, Sivasspor'un taktiğini hemen söylesin. Tum-Mehmet ikilisiyle başla, sonra ikinci yarıda Balili'yi al ve ileride orta yuvarlakta beklet, hiç geri gelmesin. Yorulmadığı için de tüm topları o alıp koştursun ne de olsa rakip savunma saçık verir. Budur Sivas'ın taktiği. Kalan kaleci dahil 9 kişi de göze hoş gelen ve herkesin takdirini kazanan futbolu sergiliyor. Nedir o futbol ? Kaleci her topta zaman geçirsin. Savunmada kalan diğer 8 kişi her pozisyonda ufak çaplı tartışmalar yapsın, bir saniye bile olsa zaman geçirsin. Bu arada hücum eden rakibe de sert ve kontrolsüz girilsin, her pozisyonda hakeme "bu nasıl karar" diye veryansın edilsin. Ama ileride çakılı bekleyip uzun topla birşeyler yapmaya çalışan iki forvetin olduğu için sen güzel futbol oyna, rakibin çirkin futbol oynasın, sen futbolu güzelleştir Çabakkale Geçilmez taktiğinle, rakip de futbolu çirkinleştiren taraf olsun. Bravo Bülent Uygun ve Sivasspor'a. Futbolu o kadar güzelleştiriyorsunuz ki bu ligde, gözlerimiz kamaşıyor. Fakir edebiyatı ile ülkede ne denli büyük bir prim yapıldığının farkına vardığınız için suçlu hep rakipler, Sivas ve Bülent Uygun ise sütten çıkma ak kaşık. Bravo.
Gelelim saha içine, önce hakem Hüseyin Göçek'ten başlayalım. Bu ülkede hakemi bu kadar eleştiriyorsam sadece Galatasaray'ın başına gelenler değildir derim. Bakmayın haftasonu Selçuk Dereli'yi pas geçtiğime, sınav zamanı diye sadece kendi tuttuğum takımların maçlarında değindim geçtim. Yoksa hakemleri yazmaya kalksam roman olur ikinci yarının daha başında olmamıza rağmen. Akşam maç boyu Mehmet Yıldız söylendi durdu hakeme, özellikle de ilk yarı her ofsaytta her pozisyonda ya yardımcıya ya da orta hakeme söylendi durdu. Hakemi aşağılayıcı harekette bulunmak sarı kart değil miydi ? Bir oyuncu hakemi alkışladığı zaman sarı kart görüyorsa, yine protesto amacıyla baş parmağıyla "bravo" diye hakeme alaycı bir bakış atıp dalgasını geçiyorsa sarı kart olmuyor mu bu ? Mehmet'e bu maçın ilk yarısında kart çıkmaması rezalettir. O ne kadar rezaletse, Milan Baros'a sarı kart işareti yaptığı için kart vermemek ve hakeme Shakespeare gibi dil dökmesine rağmen uyarı bile vermemek de rezalettir. İbrahim Dağaşan maç boyu "ben ne yaptım" diye isyan etti kartı da maçın sonlarına doğru gördü. Maç boyu sarı kartı gerektirecek o kadar çok hareketi vardı ki İbrahim'in herhangi bir pozisyonda ilk yarıda Baros'u döverken kart görse devamını getiremeyecekti, hakem de maç sonu Baros'un cinnetine vermediği kartla ve İbrahim'i oyunda 90 dakika tutmasıyla tartışılmayacaktı. Abdurrahman Dereli'nin Baros'a attığı tekmeyi hakem görecek pozisyonda mıydı dikkat etmedim ama o hareketi göre göre kart vermediyse ciddi hatadır. Pozisyonu şöyle hatırlatayım, taç çizgisi kenarında maçın son bölümünde iki oyuncu da havalanıp topa doğru hareketlenmişti, Abdurrahman topu düşünmeden Baros'a doğru ayağını salladı, isabetli de oldu ama sakatlayıcı derecede sert ve ciddi değildi. Sonuçta tekme sallanmıştı tabii ki. Gerçi 3 gün önce Bilica'nın tekmesini göremeyenlerden bunu görmesini beklemiyordum. Hakem Petkovic'e de sarı kartı ayıp olmasın diye gösterdi, daha ilk yarıda çok ağır hareket ediyordu Petkovic ama bir defa uyarmakla kaldı hakem. Petkovic bunu sürdürmesine rağmen bir kere bile uyarmadı tekrar ki futbolda bir defa uyarı yapıldıysa ikinci uyarı sarı kart demektir. Baros'un görmesi gereken sarı kartta yaptıklarının çok çok hafifini Arda ilk yarıda yapıp sarı gördü, bu da gözden kaçmamalı. Sabri'nin de şu maçı kartsız geçirmesi at yarışında en zayıf atın açık ara farkla birinci gelmesi kadar sürprizdi. Kendi ekseni etrafında döne döne itirazlarını etti ve her zamanki gibi yine boş geçildi.
Şimdi futbolculara geçebiliriz sanırım. Ayhan Akman'ı ve Sabri'yi bu bölüme VIP konuk olarak davet etmek istiyorum. Maç boyu bu kadar vasatın altında olup da golü bu ikilinin ayağından bulmak futbol ve adalet ilişkisini tekrar düşünmeme sebep oldu. Sabri için "Sabri orta ve gol" lafını ne zaman bize duyuracak derken 10 günde iki defa başardı bunu, "Sabri şut ve gol" lafını bir duran toptan sonra ne zaman duyarız diye sorayım belki birşeyler olur.. Sabri Sarıoğlu konusunda yazacak şeylerim bitmedi elbette. Orta yapıp pas vermesi gereken her topta sağ çaprazdan Yeni Açık'a şut çekti. Her denemesinde bu kadar başarısız olmasına rağmen bir kişi çıkıp da "Sabri sen ne yapıyorsun" diyemedi. Sahadaki diğer isimlerden herhangi biri Sabri pas beklerken tribüne şut atsa Sabri delirir çıldırır o şutu çekene söylenip saydırarak geri geri koşardı kendisine pas atılmadığından. Ancak aynı şeyleri kendisi yapınca ne uyaran var ne de kendisi farkına varıp şut sevdasından vazgeçiyor. Bu adam tüm takım sakat bile olsa 11'e girecek son kişidir benim gözümde. PAF'tan bir oyuncuyu alırım daha iyi, en azından "genç, daha öğrenecek bunları" der geçerim. Şu adam insanları git gide soğutuyor Galatasaray maçlarından, kulübede geleceği daha parlak olan Serkan dururken Sabri'nin bu kadar oynaması hiç bir futbol mantığıyla açıklanamaz. Bir adam sadece koşuyor diye şans bulacaksa atletizme yönlendirelim daha iyi. Sadece koşarak iş yapılsaydı bugün Hagi'den de Roberto Carlos'tan da büyük transfer diye bahsetmedik, bu ülkenin gelmiş geçiş en iyi yabancı oyuncusu Dominic Iorfa olurdu.
27.01.2009
Not Defteri #10
yazan:
firat selcuk
- İkinci dönem okulun havuzuna gitme kararı aldım. Ancak havuzun ille de slip olacak ısrarı beni benden alıyor. Ben de çreyi dize kadar gelenlerden almakta buldum. Speedo'nun ürünleri 30 Pound civarında, ülkemizde hafiften bir bindirim yapsalar en fazla 100 TL tutar sanırım.
- Bu havuz kararını alma sebebim spor yapmayıp hafiften göbeklendiğim hissine kapılmam. Kilom 74, boyum 1.80, bilmiyorum ideali nedir de bence çok normal kilodayım.
- Normal geliyorsa niye havuza gidiyorsun diyenler oldu duyuyorum buradan. Yüzmeyi seviyorum çünkü. Hem zaten yüzmeyi ben sevmeyeyim de kimler sevsin. Marmarisli'yim lan ben. Hava güzel olursa zaten önümüzdeki yarıyıl tatilinde yüzmeyi planlıyorum. Şimdiye kadar en erken mart ayında yüzmüştüm, kendimi aşıp şubat ayında da yüzdüm demek istiyorum.
- Mail yoluyla iki üç konuda yazmam konusunda istek gelmişti. Özellikle Fiorentina'nın transfer döneminde yaptıklarını yazmam konusu birden fazla istendi, o zaten aklımda, uzunca herşeyi araştırıp olan biteni değelendireceğim. Söz.
Bir başka arkadaşım da -ki o kendisini bilecek burayı okuyunca- neden söz verdiğim halde Football Manager 2009 hakkında yazmadığımı sorguluyor bir süredir. Doğru düzgün oynayamadım ki oyunu, nesini yazayım. Tatilde 9.2'yi indirip güzel güzel oynayıp incelememi yaparım. Buna da söz. - Overcast isimli blogun sahibine herkesin önünde sesleniyorum, her medeni insan gibi rica edip istekte bulundum bir kaç cd yollaması konusunda, umarım bu defa da yalan olmaz. Olur mu lan ?
- Alacak çok cd birikti. Çok şey birikti yine amaçsızca para harcayacak. Gölgede ve Güneşte Futbol'u bitirdikten sonra Nick Hornby'nin iki kitabını daha sonlandırıp listeleyip "eldekileri bitirmeden almayacağım" diye kendime söz verdiğim kitapları almaya başlayacağım. Müzik cdsi olarak da iki üç şey var arşive katmalık, onları da edinmek lazım.
- Nick Hornby'nin iki kitabından biri Fever Pitch / Futbol Ateşi değil, o biteli çok oldu. Hala okumayan varsa hayatının hatasını yapıyor belirteyim.
- Perşembe günü 13.00-15.00 arası son sınav var. 90 dakika süre verse hoca, 14.30 da bitmiş olur. Sonrası 25 günlük bomboş bir zaman.
- Tatilde uğraşacak şeyler bulmak lazım ki şimdilik ilk planım zamanı eski oyunlarla geçirmek. Uzun zamandır oynamadığım ama çok sevdiğim NBA Live 2003'ü ve arşivdeki NHL 2002'yi de bulup ikisini birden yükleyerek nostalji yapmak niyetindeyim.
- Oyunlar demişken, Bimeks orjinal oyunların bir kısmında indirim yapmış. Doldurmuşlar sepete eski şahane oyunlar, 5-30 lira arası gidiyor hepsi. Arayıp tarayıp elde olmayan eski dostlardan bulup tekrar oynamak lazım.
- Bu tatilimde FM2009 ve New Star Soccer 4 dışında yeni oyun oynamama niyetindeyim.
- Böyle madde madde yazarken başa nokta koymak daha güzel sanırım, önceden çizgi çekiyordum hoşuma gitmiyorlardı.
Unutulmayanlar #12
yazan:
firat selcuk
Galatasaray'ın Şampiyonlar Ligi'ndeki ilk golünü atarken rakip kaledeki adam : Gintaras Stauce. Daha sonra da Galatasaray'da oynadığı kısa sürede gönülleri fetheden adam. Niye gönderildiği sorusunu hala sorarım ismini ara sıra duydukça. Kariyerinde 9 takım dolaşmış, Galatasaray 2. durak oldu kendisi için. Sonra sırasıyla Karşıyaka ve Sarıyer'de oynadı sırayla. Daha sonra da Almanya, Yunanistan ve Letonya'da oynamış. Şu an kariyerine başladığı takım olan Spartak Moskova'nın kaleci antrenörü olarak görev yapıyor bu zayıf ve çelimsiz haliyle aklımızda kalan Litvanyalı.
Litvanya denince aklımıza basketten önce futbolu getiren isim oldu bizler için.
Litvanya denince aklımıza basketten önce futbolu getiren isim oldu bizler için.
26.01.2009
Tek Kişilik Grup : Ivan Holinka
yazan:
firat selcuk
Ivan Holinka'yı sanırım Slovaklar dışında pek tanıyanı yok. Beni kendisiyle tanıştıran da TV8'deki Gülhan'ın Galaksi Rehberi oldu. Bratislava'yı gezerken sokakta bir adamın önünde durdu ve o an takılıp kaldım ekrana. Fazlasıyla dikkat çekiciydi adamın yaptığı. Aynı anda 5-6 enstrümanı çalabiliyor ki videoda da görülüyor bu. Kendisinin bir de albümü vardı o gün programda söylendiğine göre. Ancak internette kendisi hakkında bir bilgiye ulaşmak çok çok zorken albümünü nasıl bulurum bilmiyorum. Biraz düşük ihtimal olacak ama tanıdığım birinin Bratislava'ya gitmesini beklemekten başka çarem yok.
Daha geniş bir zamanımda araştırıp kendisi hakkında daha fazla şeye ulaşmaya çalışacağım ama pek umudum yok bu konuda..
Youtube'a direkt olarak ulaşamayanlar buradan izleyebilir.
Daha geniş bir zamanımda araştırıp kendisi hakkında daha fazla şeye ulaşmaya çalışacağım ama pek umudum yok bu konuda..
Youtube'a direkt olarak ulaşamayanlar buradan izleyebilir.
Juventus 1-0 Fiorentina
yazan:
firat selcuk
Yine bir büyük maç, yine oynanan çok iyi oyun, yine atılamayan gol, yine çıldıran bir hakem. Bu sezon sık yaşanıyor bunlar konu Fiorentina olunca, hatta en tazesi geçen hafta Milan'a karşı oldu. Bir önceki Galatasaray maçıyla ilgili yazdığım şeyde hakeme fazlaca yüklenmiştim. Bu maçta da hakemler öyle kararlar verdiler ki, konuşursam bir alt posttaki gibi olmaz, çok daha fazlası olur. Geçen hafta Milano'da olduğu gibi bu hafta da Torino'da puanlar açık açık alındı elimizden.. Yine de sahadaki oyuna bakınca sezonun kalan kısmına olumlu bakmamak takıma haksızlık olur. Milan ve Juventus deplasmanlarında 1-0'lık skorlarla yenilmemize rağmen 1 hafta arayla açık ara iyi olan taraftık iki maçta da. Avuntumuz da bu olsun giden 6 puanın ardından. Maçta Juventus'un normalden çok daha etkili olup Frey'i zorlamasını bekliyordum ama bu maç İtalya'da derbi ayarında bir maç olduğundan biraz daha temkinli gözüktüler. İzlerken skor yüzünden sinirlensem de keyif aldım Fiorentina'nın etkili oyunu sayesinde.
Hakemin kritik hatasını söylemiştik, Gilardino'nun fotoğraftaki haklı ve doğru gol sevinci iptal kararıyla boşa gitti. Bunun dışında ikinci yarıda Jovetic'e yapılan net bir penaltıyı da vermedi hakem görmesine rağmen. Bir de maç içerisinde izleyenlerin de dikkatini çekmiştir ceza sahasının hemen önünde bir kaç net faulde de hakemin düdüğü gelmedi. Fiorentina adına olumlu şeyler ise Jovetic'in git gide artan performansı ve Prandelli'nin mağlubiyete rağmen takımı etkili oynatmayı başarması. Bu yenilgide ağır yara almamış olmamızın bir sebebi de puan tablosunun üst yarısında 4. sıra için mücadele eden takımların çoğunun puan kaybetmesiydi. Haftaya Napoli'yi yenersek belimizi doğrultup yeniden 4. sırada mücadelesine geri döneceğiz. Zaten sezon sonu da 4. sıra için bu kadar çok takım yarışmayacaktır, Roma ve Fiorentina arasında gidip gelecektir..
Uzunca bir sakatlıktan sonra Buffon'da ilk ciddi maçına çıktı. Çıktı da, bu kadar formda geri dönmek zorunda mıydı ?...
Bir de takım son iki büyük maçta bu kadar iyi oynuyor ve Mutu sakat. Aylardır Mutu'yu eleştirirken demek istediğim şeyler gerçekleşiyor birer birer.. O yokken bu takım daha iyi, her zaman da öyle olacak..
Hakemin kritik hatasını söylemiştik, Gilardino'nun fotoğraftaki haklı ve doğru gol sevinci iptal kararıyla boşa gitti. Bunun dışında ikinci yarıda Jovetic'e yapılan net bir penaltıyı da vermedi hakem görmesine rağmen. Bir de maç içerisinde izleyenlerin de dikkatini çekmiştir ceza sahasının hemen önünde bir kaç net faulde de hakemin düdüğü gelmedi. Fiorentina adına olumlu şeyler ise Jovetic'in git gide artan performansı ve Prandelli'nin mağlubiyete rağmen takımı etkili oynatmayı başarması. Bu yenilgide ağır yara almamış olmamızın bir sebebi de puan tablosunun üst yarısında 4. sıra için mücadele eden takımların çoğunun puan kaybetmesiydi. Haftaya Napoli'yi yenersek belimizi doğrultup yeniden 4. sırada mücadelesine geri döneceğiz. Zaten sezon sonu da 4. sıra için bu kadar çok takım yarışmayacaktır, Roma ve Fiorentina arasında gidip gelecektir..
Uzunca bir sakatlıktan sonra Buffon'da ilk ciddi maçına çıktı. Çıktı da, bu kadar formda geri dönmek zorunda mıydı ?...
Bir de takım son iki büyük maçta bu kadar iyi oynuyor ve Mutu sakat. Aylardır Mutu'yu eleştirirken demek istediğim şeyler gerçekleşiyor birer birer.. O yokken bu takım daha iyi, her zaman da öyle olacak..
Sivasspor 2-0 Galatasaray ?
yazan:
firat selcuk
Öncelikle hakem konusundan direkt olarak giriş yapmak istiyorum. Ne diyorlar ? :
- Galatasaraylılar aylardır hakem hataları kendi lehlerine olduğundan ses çıkarmıyorlar, şimdi kural hatasına itiraz ediyorlar başlarına geldi diye.
Kendisiyle çelişiyor yani çoğu kişi.. Hakem hatası ayrı şey, kural hatası ayrı şey. Hani gözden kaçan maçı arayıp tarayıp zorla bulunan bir hata olsa tamam da çok barizdi. Maçı izlerken bize göre sol kanatta durdu oyun, baktım Sivas faul kullanıyor. Burada bir yanlışlık var mı diye düşünüyordum ki varmış.
Ümit'in kırmızı kartı akıllara hemen Roberto Carlos'un yardımcıya su fırlattığı sahneleri getirdi. Eskiye gidip de karıştırmayacağım konuyu, yani iki takıma yapılan ayrıcalık gibi bir şey aklımdan geçmiyor çünkü Kezman'ın da haksız yere kart görüp şaşkın şaşkın baktığı sahneyi de hatırlıyorum. Carlos'un pozisyonuna değinmemin sebebi o günkü hakemin tutumu. O gün hakem maç sonu Carlos'un elini sıkmadı, çünkü su şişesini fırlatmıştı hakeme. Maç içerisinde niye oyundan attırmadığı ise hala büyük bir soru işareti. Üzerine iki damla su geldi diye Ümit'i attıran hakem Ümit'in vücut dilini anlasa kendisine değil sahaya isyan ettiğini de anlardı. Maç içerisinde su geldi diye attırdım diyor, maç sonu geliyor küfür etti diyor. Bari bir saçmalığa imza attın maç sonu da arkasında dur, niye karar değiştirirsin ki.
Ümit Karan'ın kartını geçelim, bir kenara koyalım ve hakeme gelelim. Maçın başlarında Milan Baros'un direkten dönen topunu akıllara getirelim. Pozisyonu doğru bir kararla ofsayt gerekçesiyle kesiyor. İlk yarı sonunda Ümit'i attırıyor oyundan. İkinci yarıda Sivasspor'un ilk golünde hemen hemen aynı pozisyonda Baros'unki kadar belli olan ofsaytı vermiyor, sonuç gol.
Bu görüntüyü görünce "adamlar yine de zemini düzeltmeye çabalamış" deriz normalde değil mi ? Ancak ilk yarı Arda'nın olduğu bölge bir gölet edasıyla sahada yer ederken neden devre arasında bir çırpıda temizlendi sorusunu sormak istiyorum başka yorumda bulunmadan.
Bu kadar eleştirdin de Galatasaray çok mu iyiydi denecek, hayır değildi. İlk yarı 10 kişi kalana kadar gördük ki maç bir kaç gün daha oynatılsa 0-0 bitecek gibiydi. 10 kişi kaldıktan sonra yenileceğimiz konusunda bir şüphem kalmadı, belliydi çünkü. Benim derdim sıkıntım Volkan Yaman ve Sabri Sarıoğlu'ydu. Volkan sezonun ilk yarısında fırsat bulduğunda ilk 11'de kalıcı olamayacağı açıktı, bunu bir kez daha gösterdi. İnsan hiç mi kademeye giremez ? Giremedi işte.. Yenen gollere bakarsak Volkan'ın kademe eksikliği göze çarptı arka direkte. Sabri'ye gelelim.. Sivas'ın ilk golündeki ofsayta itiraz edip çıldıraraktan kendi etrafında turunu tamamlayana kadar rakibe koşsa o kadar rahat orta imkanı tanımayacak. Sivas'ın yine soldan gelip kaçırdığı golde Sabri yerinde yoktu. 2-0 olduğunda da yine Sabri'nin olması gerektiği yer boş olduğu için gol o bölgeden geldi. Maçı izlemeyenlere Euro 2008'de Almanya ile oynanan maçta skoru 3-2 yapan golde Sabri'nin yaptığı hatayı hatırlatalım kısaca. Maç boyu o hatayı defalarca yaptı Sivas'ta..
Dön artık be Uğur.. Sabri'den kurtar bizi..
- Galatasaraylılar aylardır hakem hataları kendi lehlerine olduğundan ses çıkarmıyorlar, şimdi kural hatasına itiraz ediyorlar başlarına geldi diye.
Kendisiyle çelişiyor yani çoğu kişi.. Hakem hatası ayrı şey, kural hatası ayrı şey. Hani gözden kaçan maçı arayıp tarayıp zorla bulunan bir hata olsa tamam da çok barizdi. Maçı izlerken bize göre sol kanatta durdu oyun, baktım Sivas faul kullanıyor. Burada bir yanlışlık var mı diye düşünüyordum ki varmış.
Ümit'in kırmızı kartı akıllara hemen Roberto Carlos'un yardımcıya su fırlattığı sahneleri getirdi. Eskiye gidip de karıştırmayacağım konuyu, yani iki takıma yapılan ayrıcalık gibi bir şey aklımdan geçmiyor çünkü Kezman'ın da haksız yere kart görüp şaşkın şaşkın baktığı sahneyi de hatırlıyorum. Carlos'un pozisyonuna değinmemin sebebi o günkü hakemin tutumu. O gün hakem maç sonu Carlos'un elini sıkmadı, çünkü su şişesini fırlatmıştı hakeme. Maç içerisinde niye oyundan attırmadığı ise hala büyük bir soru işareti. Üzerine iki damla su geldi diye Ümit'i attıran hakem Ümit'in vücut dilini anlasa kendisine değil sahaya isyan ettiğini de anlardı. Maç içerisinde su geldi diye attırdım diyor, maç sonu geliyor küfür etti diyor. Bari bir saçmalığa imza attın maç sonu da arkasında dur, niye karar değiştirirsin ki.
Ümit Karan'ın kartını geçelim, bir kenara koyalım ve hakeme gelelim. Maçın başlarında Milan Baros'un direkten dönen topunu akıllara getirelim. Pozisyonu doğru bir kararla ofsayt gerekçesiyle kesiyor. İlk yarı sonunda Ümit'i attırıyor oyundan. İkinci yarıda Sivasspor'un ilk golünde hemen hemen aynı pozisyonda Baros'unki kadar belli olan ofsaytı vermiyor, sonuç gol.
Bu görüntüyü görünce "adamlar yine de zemini düzeltmeye çabalamış" deriz normalde değil mi ? Ancak ilk yarı Arda'nın olduğu bölge bir gölet edasıyla sahada yer ederken neden devre arasında bir çırpıda temizlendi sorusunu sormak istiyorum başka yorumda bulunmadan.
Bu kadar eleştirdin de Galatasaray çok mu iyiydi denecek, hayır değildi. İlk yarı 10 kişi kalana kadar gördük ki maç bir kaç gün daha oynatılsa 0-0 bitecek gibiydi. 10 kişi kaldıktan sonra yenileceğimiz konusunda bir şüphem kalmadı, belliydi çünkü. Benim derdim sıkıntım Volkan Yaman ve Sabri Sarıoğlu'ydu. Volkan sezonun ilk yarısında fırsat bulduğunda ilk 11'de kalıcı olamayacağı açıktı, bunu bir kez daha gösterdi. İnsan hiç mi kademeye giremez ? Giremedi işte.. Yenen gollere bakarsak Volkan'ın kademe eksikliği göze çarptı arka direkte. Sabri'ye gelelim.. Sivas'ın ilk golündeki ofsayta itiraz edip çıldıraraktan kendi etrafında turunu tamamlayana kadar rakibe koşsa o kadar rahat orta imkanı tanımayacak. Sivas'ın yine soldan gelip kaçırdığı golde Sabri yerinde yoktu. 2-0 olduğunda da yine Sabri'nin olması gerektiği yer boş olduğu için gol o bölgeden geldi. Maçı izlemeyenlere Euro 2008'de Almanya ile oynanan maçta skoru 3-2 yapan golde Sabri'nin yaptığı hatayı hatırlatalım kısaca. Maç boyu o hatayı defalarca yaptı Sivas'ta..
Dön artık be Uğur.. Sabri'den kurtar bizi..
23.01.2009
Sivasspor - Galatasaray
yazan:
firat selcuk
Bir buzlu zemin furyasıdır gidiyor, kime sorulsa maç hakkında yorum yapmıyor, şanslı olan kazanacak deniyor. Konya'da geçen sezon olanların sıkıntısı hala çekiyoruz, sağ bekte hala eksiğiz 1 yıl geçmesine rağmen. Sivas'ın İstanbul'da değil kendi seyircisi önünde oynamak istemesini doğal karşılamak lazım. Bu koşullar altında oynanacağı saat itibariyle de günün en uygun zamanında oynanıyor maç.
Tamam sıradışı bir durum bu ama dünyanın sonu gelmiş gibi günde 3 öğün bundan bahsedilince insanın keyfi kaçıyor.
Tamam sıradışı bir durum bu ama dünyanın sonu gelmiş gibi günde 3 öğün bundan bahsedilince insanın keyfi kaçıyor.
Juventus - Fiorentina
yazan:
firat selcuk
Milan deplasmanından sonra sırada Juventus deplasmanı var. Geçen hafta ikinci yarıdaki oyun oynanırsa Amauri ve Del Piero'ya rağmen Juve'nin işi zor olur. Ancak takımda forvet bulunmuyor olması fazlasıyla can sıkıcı bir durum. Gilardino'nun alternatifi olarak sadece Bonazzoli var elimizde.
Fotoğraf geçen sezon yine Torino deplasmanında 3-2 kazanılan maçtan. O gün Şampiyonlar Ligi ve ilk 4'e girmenin kapısı ardına kadar açılmıştı. Bu maçın yine bir dönüm noktası olmaması için bir sebep yok.
Prandelli maçın kazanılması halinde takıma pizza ısmarlayacağını söylemiş hafta içinde. Eğlence futbolun güzel tarafı tamam da, bu boş açıklamalar yerine biraz da transferden haber verse daha iyi olacak. Sattıkça satıyor..
24 Ocak Cumartesi, 21.30, NTVSpor.
Fotoğraf geçen sezon yine Torino deplasmanında 3-2 kazanılan maçtan. O gün Şampiyonlar Ligi ve ilk 4'e girmenin kapısı ardına kadar açılmıştı. Bu maçın yine bir dönüm noktası olmaması için bir sebep yok.
Prandelli maçın kazanılması halinde takıma pizza ısmarlayacağını söylemiş hafta içinde. Eğlence futbolun güzel tarafı tamam da, bu boş açıklamalar yerine biraz da transferden haber verse daha iyi olacak. Sattıkça satıyor..
24 Ocak Cumartesi, 21.30, NTVSpor.
BMW F1.09 - Williams FW31 - Renault R29
yazan:
firat selcuk
Yeni araçlar birer birer tanıtılıyor. Renault sarı-kırmızı arabasıyla renk anlamında gönlümü çalar gibi oldu ama McLaren her zaman ilk sırada benim için.
9 Şubat günü Red Bull da yeni aracı RB5'i tanıtacak Jerez'de. Force India ve Toro Rosso'nun ne zaman tanıtım yapacağı henüz açıklanmış değil. Bir de akıbeti belirsiz Honda var, takım satılmazsa bu sezon Formula 1'de yer almayacakları için araç tanıtımı gibi birşey şimdilik söz konusu bile değil onlar için.
9 Şubat günü Red Bull da yeni aracı RB5'i tanıtacak Jerez'de. Force India ve Toro Rosso'nun ne zaman tanıtım yapacağı henüz açıklanmış değil. Bir de akıbeti belirsiz Honda var, takım satılmazsa bu sezon Formula 1'de yer almayacakları için araç tanıtımı gibi birşey şimdilik söz konusu bile değil onlar için.
Hayırlı İşler...
yazan:
firat selcuk
Başkan forvetleri satmaya devam ediyor. Pazzini'den sonra Osvaldo konusunda da beklenen oldu, Bologna'ya verildi. Bu kadar forvet gitmişken yeni bir isim katılmalı bu takıma eğer hedef küçültülmediyse. Adı geçen en ciddi aday Laziolu Rocchi. Pazzini gibi genç bir isme kapıyı gösterip de 31 yaşındaki Rocchi alınacaksa burada mantık aramam ben, saçmalıktan öteye gidemez bu.
Bunun yanında Pasqual, Semioli, Donadel, Waigo gibi isimlerin de takımdan ayrılmaları gündeme geldi yakın zamanda. Kuzmanovic'in günden güne artan formu sürerken orta sahadaki oyuncu bolluğu yüzünden kesintiye gidilmeliydi zaten. Almiron gibi fare doğuran bir dağ var elimizde, o kadrodayken gitmesi planlanan ilk ismin Donadel olması düşündürücü. Pasqual ise ligde İtalyanlar arasındaki en iyi sol açıklardan biri, hatta Chiellini ile birlikte gençler arasında en iyisi olmasına rağmen Vargas'ın olduğu yerde rotasyona gidilmedikçe oynaması zor. Yani bu isimler arasında gitmesine itiraz edilemeyecek isimlerden birisi Pasqual. Yedek kalmak kendisi için sorun değilse gitmemeli tabii ki. Transferi gündemde olan isimlerden Waigo da takıma pek katkıda bulunamamış bir oyuncu. Geçen sezon Torino'da 3-2 kazanılan Juventus maçı dışından elle tutulur bir performansı olmadı bir koca sezondur.
Forvetlerden kazanılan parayla devre arasında herhangi bir adım atılmazsa sezon sonu 3. ve 4. sıra için şansımız biraz azalacak, bu kaçınılmaz bir gerçek. Son söylentilere göre transfer sezonu forvet alınmadan kapatılmayacak. Bunun için 1 hafta kaldı, beklemedeyiz...
Transfer dönemi bittiği zaman bu ara transferde Floransa'da olan bitenlerle ilgili çok daha detaylı bir yazı planlarım arasında...
Bunun yanında Pasqual, Semioli, Donadel, Waigo gibi isimlerin de takımdan ayrılmaları gündeme geldi yakın zamanda. Kuzmanovic'in günden güne artan formu sürerken orta sahadaki oyuncu bolluğu yüzünden kesintiye gidilmeliydi zaten. Almiron gibi fare doğuran bir dağ var elimizde, o kadrodayken gitmesi planlanan ilk ismin Donadel olması düşündürücü. Pasqual ise ligde İtalyanlar arasındaki en iyi sol açıklardan biri, hatta Chiellini ile birlikte gençler arasında en iyisi olmasına rağmen Vargas'ın olduğu yerde rotasyona gidilmedikçe oynaması zor. Yani bu isimler arasında gitmesine itiraz edilemeyecek isimlerden birisi Pasqual. Yedek kalmak kendisi için sorun değilse gitmemeli tabii ki. Transferi gündemde olan isimlerden Waigo da takıma pek katkıda bulunamamış bir oyuncu. Geçen sezon Torino'da 3-2 kazanılan Juventus maçı dışından elle tutulur bir performansı olmadı bir koca sezondur.
Forvetlerden kazanılan parayla devre arasında herhangi bir adım atılmazsa sezon sonu 3. ve 4. sıra için şansımız biraz azalacak, bu kaçınılmaz bir gerçek. Son söylentilere göre transfer sezonu forvet alınmadan kapatılmayacak. Bunun için 1 hafta kaldı, beklemedeyiz...
Transfer dönemi bittiği zaman bu ara transferde Floransa'da olan bitenlerle ilgili çok daha detaylı bir yazı planlarım arasında...
Not Defteri #9
yazan:
firat selcuk
- e2'deki High Stakes Poker'i izleye izleye pokeri öğrendim 2 haftada. Oyunu anlamak için 1 saatin bile yettiğini öğrendiğimde yıllardır neden öğrenmemişim sorusunu sordum kendime.
- Haftaya perşembe Marmaris'e dönüyorum dedim çoğu arkadaşıma, belki 3-4 gün daha İzmir'de kalabilirim. Durduk yere yalancı durumuna düşmüş olmamak için buraya not düşeyim. Düşmek fiilini ömrümde ilk kez aynı cümlede iki kere kullanmış olabilirim, bunu da not düşeyim. Aha 2 oldu.
- High Stakes Poker demişken, Sammy Farha ile 1 saat poker oynayayım yeter bana. Evi arabayı satar rest derim o adama. Sonrada herşeyimi ikiye katlar dönerim. Evet biraz düz mantık oldu farkındayım.
- "Yeni yılın beklenmedik şekilde olumlu başlaması" durumu ilk kez başıma geliyor galiba. Buna eminim.
- Sadece 2 gün sınavım kaldı, pazartesi ve perşembe. Perşembe gününden sonra 3 hafta boyunca şeytan görsün dersin yüzünü. Hiç gerek yok.
- Sinemaya gidip de sinemaya gitmemek. Evet oldu bu.
- Saçmalamaya başladım, burada noktayı koyayım. Yoksa biriken kısa kısa o kadar çok şey var ki. Sonu gelmez diye korkmaya başladım.
- Haftaya perşembe Marmaris'e dönüyorum dedim çoğu arkadaşıma, belki 3-4 gün daha İzmir'de kalabilirim. Durduk yere yalancı durumuna düşmüş olmamak için buraya not düşeyim. Düşmek fiilini ömrümde ilk kez aynı cümlede iki kere kullanmış olabilirim, bunu da not düşeyim. Aha 2 oldu.
- High Stakes Poker demişken, Sammy Farha ile 1 saat poker oynayayım yeter bana. Evi arabayı satar rest derim o adama. Sonrada herşeyimi ikiye katlar dönerim. Evet biraz düz mantık oldu farkındayım.
- "Yeni yılın beklenmedik şekilde olumlu başlaması" durumu ilk kez başıma geliyor galiba. Buna eminim.
- Sadece 2 gün sınavım kaldı, pazartesi ve perşembe. Perşembe gününden sonra 3 hafta boyunca şeytan görsün dersin yüzünü. Hiç gerek yok.
- Sinemaya gidip de sinemaya gitmemek. Evet oldu bu.
- Saçmalamaya başladım, burada noktayı koyayım. Yoksa biriken kısa kısa o kadar çok şey var ki. Sonu gelmez diye korkmaya başladım.
18.01.2009
Fren
yazan:
firat selcuk
Milan 1-0 Fiorentina
yazan:
firat selcuk
Zor olacaktı bu maçı almak da, alacak ve çevirecek fırsatları defalarca yakalayıp da maçı alamamak can sıkıcı oldu. Maçın daha 4. dakikada hakem Rosetti penaltı noktasını gösterdi Abbiati topa girip Jovetic'i düşürünce, Milan savunması çıldırınca yardımcı hakemle konuştu ve kararını değiştirdi. Madem net göremedin top devam etsin sen konuş, oyunu durdur veya devam ettir. Önce penaltıyı kararlı şekilde çalıp sonra vazgemçesinden daha iyi olacaktı. Pozisyon penaltı mıydı peki ? Bana kalsa verilmezdi, zaten takıldığım nokta penaltının verilip sonradan kararın değiştirilmesi. Yoksa penaltı hiç araya karışmasa pozisyonun tekrarını izler "birşey yokmuş" der geçerdim en fazla. Yine de hakemi bu pozisyon yüzünden eleştirmiyorum. Maçın geneline bakıldığı zaman Fiorentina'nın hakeme de kurban gittiğini görmemek imkansız. Çok kritik yerlerde çok kritik kararlar verdi Rosetti ve maç Milan'ın oldu. Daha adil olsaydı buradan en azından bir puan gelebilirdi. Önemsiz gibi gözüken küçük hatalar damlaya damlaya göl oldu kısacası.
Pato'nun golü erken gelince Milan o şaşkınlıkla bir gol daha bulur işi erkenden bitirir diye düşündüm. İlk yarı bu düşüncemi destekliyordu zaten, Vargas ve Montolivo dışında pek birşey yoktu. Ersin Düzen ısrarla Santana'yı övse de ilk yarı o övgüleri hakeder bir durumu yoktu. İlk yarı pek huzursuz ve keyifsiz geçtikten sonra ikinci yarıdan ümidi kesmeye başlamıştım. Ancak herşey başlama vuruşuyla birlikte değişti. Fiorentina Milan'ı kendi yarı sahasına hapsedip yüklendikçe yüklendi. Hani bir tabir yapacak olursak, Football Manager serisinden alıştığımız all out attack kavramının canlı canlı izledik. Gol değil farklı skor bile gelebilirdi ki Gilardino'nun sıkı markajda olması ve yanındaki Jovetic'in gerçek bir forvet olmaması buna engel oldu. Sonradan oyuna giren ve etkisiz olacağını adım gibi bildiğim Bonazzoli de hiç bir katkı yapmadı takıma. Zaten orta sahada rakibi ezerken Kuzmanovic'i oyundan almak gibi bir hamle de gecenin en anlaşılmaz kararlarından biriydi.
Maç konusunda daha fazla da ayrıntı yoktu, yüklenen, yüklendikçe pozisyon harcayan Fiorentina vardı sahada. Abbiati'nin de kusursuz oynayacağı tuttu dün akşam.. İnsan bir iki hata yapar. Önündeki yaşlı savunmaya rağmen dün akşam Milan adına alınan puanlarda en fazla katksı olan isimdi belki de.
Ayrı bir parantez açılması gereken başka bir adam varsa o da Vargas'tı. İlk geldiğinde Pasqual varken gerekli miydi diye sorgulamıştım ama sezonun ilk yarısında gereken cevabı almıştım. Dün akşam Fiorentina adına sahadaki en etkili isim olduğu konusunda itiraz eden olmayacaktır sanırım. Çok etkili ve istekli bri oyun ortaya koydu, gole de yaklaştı, asist hanesindeki sayıyı arttıracak pasları da vardı ama o gol bir türlü gelemedi. Vargas Zambrotta'ya kariyerinin en zorlu maçlarından birini oynattı dün akşam. Vargas'ın bu formu sürerse Pasqual de sezon sonu yolculardan biri olabilir.
Maç dışında Ersin Düzen ve Kaka'ya da biraz değinmeden bitirmemeliyim yazıyı. Ersin Düzen gündemi meşgul eden Kaka transferiyle ilgili konuştu maç sırasında, bu normal olan şey zaten. Ancak sürekli "Kaka'nın belki de Milan formasıyla San Siro'daki son maçı" dedi durdu, bunu o kadar çok söyledi ki milyar dolarlarım olsun ve Kaka'yı kendime transfer edeyim istedim. Şu maç Kaka'nın Milan'daki son maçı olduysa Manchester City yönetimi Ersin Düzen'e de bir çiçek yollamalı derim :)
Bir de maç içerisinde sık sık gidiyor diye aklımıza sokulduğundan mıdır bilmiyorum ama dikkat edenler olmuştur galiba; Kaka maç sonunda herkesle vedalaşır gibi bir hava içerisindeydi. Hani normal bir maçtan sonra da rakiple ve takım arkadaşıyla kucaklaşır bir oyuncu ama dediğim gibi belki de transfer haberlerinin etkisiyle birlikte bana öyle geldi. Sanki sıradan bir galibiyet sonrası tebrik-teselli kucaklaşmaları değildi onlar..
Pato'nun golü erken gelince Milan o şaşkınlıkla bir gol daha bulur işi erkenden bitirir diye düşündüm. İlk yarı bu düşüncemi destekliyordu zaten, Vargas ve Montolivo dışında pek birşey yoktu. Ersin Düzen ısrarla Santana'yı övse de ilk yarı o övgüleri hakeder bir durumu yoktu. İlk yarı pek huzursuz ve keyifsiz geçtikten sonra ikinci yarıdan ümidi kesmeye başlamıştım. Ancak herşey başlama vuruşuyla birlikte değişti. Fiorentina Milan'ı kendi yarı sahasına hapsedip yüklendikçe yüklendi. Hani bir tabir yapacak olursak, Football Manager serisinden alıştığımız all out attack kavramının canlı canlı izledik. Gol değil farklı skor bile gelebilirdi ki Gilardino'nun sıkı markajda olması ve yanındaki Jovetic'in gerçek bir forvet olmaması buna engel oldu. Sonradan oyuna giren ve etkisiz olacağını adım gibi bildiğim Bonazzoli de hiç bir katkı yapmadı takıma. Zaten orta sahada rakibi ezerken Kuzmanovic'i oyundan almak gibi bir hamle de gecenin en anlaşılmaz kararlarından biriydi.
Maç konusunda daha fazla da ayrıntı yoktu, yüklenen, yüklendikçe pozisyon harcayan Fiorentina vardı sahada. Abbiati'nin de kusursuz oynayacağı tuttu dün akşam.. İnsan bir iki hata yapar. Önündeki yaşlı savunmaya rağmen dün akşam Milan adına alınan puanlarda en fazla katksı olan isimdi belki de.
Ayrı bir parantez açılması gereken başka bir adam varsa o da Vargas'tı. İlk geldiğinde Pasqual varken gerekli miydi diye sorgulamıştım ama sezonun ilk yarısında gereken cevabı almıştım. Dün akşam Fiorentina adına sahadaki en etkili isim olduğu konusunda itiraz eden olmayacaktır sanırım. Çok etkili ve istekli bri oyun ortaya koydu, gole de yaklaştı, asist hanesindeki sayıyı arttıracak pasları da vardı ama o gol bir türlü gelemedi. Vargas Zambrotta'ya kariyerinin en zorlu maçlarından birini oynattı dün akşam. Vargas'ın bu formu sürerse Pasqual de sezon sonu yolculardan biri olabilir.
Maç dışında Ersin Düzen ve Kaka'ya da biraz değinmeden bitirmemeliyim yazıyı. Ersin Düzen gündemi meşgul eden Kaka transferiyle ilgili konuştu maç sırasında, bu normal olan şey zaten. Ancak sürekli "Kaka'nın belki de Milan formasıyla San Siro'daki son maçı" dedi durdu, bunu o kadar çok söyledi ki milyar dolarlarım olsun ve Kaka'yı kendime transfer edeyim istedim. Şu maç Kaka'nın Milan'daki son maçı olduysa Manchester City yönetimi Ersin Düzen'e de bir çiçek yollamalı derim :)
Bir de maç içerisinde sık sık gidiyor diye aklımıza sokulduğundan mıdır bilmiyorum ama dikkat edenler olmuştur galiba; Kaka maç sonunda herkesle vedalaşır gibi bir hava içerisindeydi. Hani normal bir maçtan sonra da rakiple ve takım arkadaşıyla kucaklaşır bir oyuncu ama dediğim gibi belki de transfer haberlerinin etkisiyle birlikte bana öyle geldi. Sanki sıradan bir galibiyet sonrası tebrik-teselli kucaklaşmaları değildi onlar..
Galatasaray 4-2 Malatyaspor
yazan:
firat selcuk
Amaçsız bir maç olsa da keyifli oldu. Gerçi ilk yarısı halı saha maçı gibiydi, iki takım da "oğlum defansa gelsenize lan" diye oynuyordu maçı. Galatasaray güçlü adamların toplandığı, Malatyaspor ise ilk defa bir araya gelmiş içlerinde en fazla iki tane kaliteli adam barındıran halı saha takımları gibiydi. Yine de ligin başlayacağı hafta öncesi lige ısındırdı bizleri o gereksiz hazırlık maçlarından sonra.
Werder Bremen maçında Sabri'nin yaptığı ortadan sonra "Sabri, orta ve gol" lafını ne zaman duyacağımı merak ediyordum ki hala inanamadığım bir şekilde bu gerçekleşti. O kadar sakin, yumuşak ve isabetli bir orta Sabri'den nasıl çıktı, hadi diyelim çıktı, nasıl isabetli oldu... Şu ortalarını tesadüf değil de bilerek yaptığı gün Sabri'ye eleştirileri keseceğim, söz.
Ümit Karan kolundaki şeyin kaptanlık bandı olduğunu ilk yarıda unutur gibiydi. O kadar isteksiz ve vasattı ki ikinci yarıya çıkmaz diye düşünüyordum. Neyse ki Sabri'nin beklenmedik asisti geldi, o da isminin hakkını veren bir kafa vuruşuyla güzel bir gol attı. İkinci yarıda Ümit Karan kolundaki şeyin ara sıra takılan siyah bant değil de kaptanlık bandı olduğunu anlamış olmalı, oynadığı oyun bunun açık bir göstergesiydi. Genelde alır almaz vuracağı bir topta güzel bir asistle Arda'ya golü attırdığı gibi çoğu pozisyonda, vursa gol bile atabileceği anlarda asisti düşündü. Bu maçın ikinci yarısındaki performansın çok altına düşmediği sürece Ümit Karan ilk yarıdaki gibi eleştiri oklarının hepsini üzerine çekmeyecek. Kendisi de bunun farkına vardığı zaman hücum hattında Nonda işkencesine maruz kalmayacağız.
Tatilde saçları da kestirseymişsin "ben yeni transferinizim" diye kampa sızabilirmişsin Lincoln. Dün ben bunu anladım.. Yalnız Kalli ile görüşmesinden sonra nasıl performans verecek çok merak ediyorum, umarım bizim dede kafasını karıştırmamıştır yine.
Werder Bremen maçında Sabri'nin yaptığı ortadan sonra "Sabri, orta ve gol" lafını ne zaman duyacağımı merak ediyordum ki hala inanamadığım bir şekilde bu gerçekleşti. O kadar sakin, yumuşak ve isabetli bir orta Sabri'den nasıl çıktı, hadi diyelim çıktı, nasıl isabetli oldu... Şu ortalarını tesadüf değil de bilerek yaptığı gün Sabri'ye eleştirileri keseceğim, söz.
Ümit Karan kolundaki şeyin kaptanlık bandı olduğunu ilk yarıda unutur gibiydi. O kadar isteksiz ve vasattı ki ikinci yarıya çıkmaz diye düşünüyordum. Neyse ki Sabri'nin beklenmedik asisti geldi, o da isminin hakkını veren bir kafa vuruşuyla güzel bir gol attı. İkinci yarıda Ümit Karan kolundaki şeyin ara sıra takılan siyah bant değil de kaptanlık bandı olduğunu anlamış olmalı, oynadığı oyun bunun açık bir göstergesiydi. Genelde alır almaz vuracağı bir topta güzel bir asistle Arda'ya golü attırdığı gibi çoğu pozisyonda, vursa gol bile atabileceği anlarda asisti düşündü. Bu maçın ikinci yarısındaki performansın çok altına düşmediği sürece Ümit Karan ilk yarıdaki gibi eleştiri oklarının hepsini üzerine çekmeyecek. Kendisi de bunun farkına vardığı zaman hücum hattında Nonda işkencesine maruz kalmayacağız.
Tatilde saçları da kestirseymişsin "ben yeni transferinizim" diye kampa sızabilirmişsin Lincoln. Dün ben bunu anladım.. Yalnız Kalli ile görüşmesinden sonra nasıl performans verecek çok merak ediyorum, umarım bizim dede kafasını karıştırmamıştır yine.
17.01.2009
Milan - Fiorentina
yazan:
firat selcuk
Milan - Fiorentina, 21.30, NTV'de...
Mutu sakat, Pazzini'yi izleyip mutlu olmayı planlıyordum, bir kaç post altta da yazdım, şok etti gelen transfer haberleri. Pazzini'yi beklerken Bonazzoli'yi izleyecek olmak çok kötü, bir haftadır heyecanla beklerken transferdeki iki saçma hamle tüm heyecanımı ve keyfimi kaçırdı. Maç hakkında uzun uzun şeyler yazmayı planlıyordum ama Pazzini'nin satılması ve Bonazzoli'nin gelişinden sonra Fiorentina adına tek şey diliyorum, umarım Gilardino gününde olur...
Bu maçta Pazzini-Gilardino ikilisi birlikte oynayacak olsa burası uzun bir maç önü yazısıyla dolacaktı ama asla gerçekleşmeyecek bir ihtimal üzerine sayfa sayfa yazmak mantıksız olacak.
Mutu sakat, Pazzini'yi izleyip mutlu olmayı planlıyordum, bir kaç post altta da yazdım, şok etti gelen transfer haberleri. Pazzini'yi beklerken Bonazzoli'yi izleyecek olmak çok kötü, bir haftadır heyecanla beklerken transferdeki iki saçma hamle tüm heyecanımı ve keyfimi kaçırdı. Maç hakkında uzun uzun şeyler yazmayı planlıyordum ama Pazzini'nin satılması ve Bonazzoli'nin gelişinden sonra Fiorentina adına tek şey diliyorum, umarım Gilardino gününde olur...
Bu maçta Pazzini-Gilardino ikilisi birlikte oynayacak olsa burası uzun bir maç önü yazısıyla dolacaktı ama asla gerçekleşmeyecek bir ihtimal üzerine sayfa sayfa yazmak mantıksız olacak.
16.01.2009
Vicky Cristina Barcelona
yazan:
firat selcuk
İzmir'e geldim geleli özellikle de son 2 yıldır haftada 2 bazen 3 kez sinemaya gidiyordum, geçen yılın ikinci döneminde biraz ara vermiştim, bu sezonun da ilk döneminde gidiyordum sürekli ama vizelerden sonra ne olduysa gidememeye başlamıştım. Sadece A.R.O.G'a gitmiştim son 2 aydır.. Uzun zaman sonra filme gitmeye karar verip perşembe günü gençturkcell sponsorluğunda yanıma 1 kişi daha alıp sinemaya gideyim dedim. Filme gidelim diye arkadaşıma attığım mesajdan sonra "çarşıdan aldım bir tane eve geldim bin tane" tadında bir cevap aldım, 10 kişi gidiyorduk sinemaya.. Neler oldu bitti o ara, insanlar nasıl gaza geldi bilmiyorum.
Gittiğimde pek seçenek yoktu, Vali'ye gidelim diyordum ama izleyen iki kişi pek iyi değil dedi. Biz de Vicky Cristina Barcelona'ya yöneldik. Zaten afişte Scarlett Johansson'u ve yönetmen koltuğunda da Woody Allen'ı görünce başka filme gitme gibi bir olasılık kalmadı benim için. Hem sinemayla adam akıllı ilgilendiğimden beri de Javier Bardem'i izlememiştim doğru düzgün. Bu düşüncelerle birlikte salona girdik. Barcelona, İspanya, Katalunya, Akdeniz gibi öğelerle dolu bir film zaten keyifsiz olamazdı. İzlemeyenlere kesinlikle tavsiye ediyorum, bir fırsat bulup mutlaka uğrayın filme. Öyle efsane olacak, yıllarca unutulmayacak türden bir konusu yok belki ama verdiği keyif gayet iyiydi. Ah bir de sonunda "X şunu şunu yaptı, Y böyle böyle yaşamaya devam etti" tadındaki açıklamalarla filmin sonundan sonra karakterlerin ne yaptıklarını belirtmeseler iyi olacaktı. Görüp de "gitsem mi ?" diye ikilemde kalırsanız boşuna düşünmeyin, bileti alıp girin ve filmin keyfini çıkarın. Kış gününde insanın içini Akdeniz ve İspanya ile ısıtıyor. Türkçesini de not düşelim arada : Barselona, Barselona.
Filmden sonra yaz gelsin, okul bitsin ve Marmaris'e evime döneyim istedim ocak ayının tam ortasında olmamıza ve önümüzde koca bir 5 ay olmasına rağmen. Alkolümü alayım, deniz kenarında sakin bir canlı müzik olsun, saatlerce oturayım istedim.. Yaz gelsin, Cristina veya Vicky şart değil, sadece yaz gelsin, sıcak olsun her yer, saat ne çok geç olsun ne de çok erken, akşam saat 9'da gökyüzü yeni kararıyor olsun.. Ya da sabaha karşı 5-6 gibi olsun, her yer yeni kararırken, uyku gelmeye başlamışken içkimi alıp bir yaz günü olabilecek en serin havada çıkayım amaçsızca dolaşayım...
Neyse, film diyorduk.. Salonda geçireceğiniz dakikalara pişman olmayacaksınız emin olun.
Gittiğimde pek seçenek yoktu, Vali'ye gidelim diyordum ama izleyen iki kişi pek iyi değil dedi. Biz de Vicky Cristina Barcelona'ya yöneldik. Zaten afişte Scarlett Johansson'u ve yönetmen koltuğunda da Woody Allen'ı görünce başka filme gitme gibi bir olasılık kalmadı benim için. Hem sinemayla adam akıllı ilgilendiğimden beri de Javier Bardem'i izlememiştim doğru düzgün. Bu düşüncelerle birlikte salona girdik. Barcelona, İspanya, Katalunya, Akdeniz gibi öğelerle dolu bir film zaten keyifsiz olamazdı. İzlemeyenlere kesinlikle tavsiye ediyorum, bir fırsat bulup mutlaka uğrayın filme. Öyle efsane olacak, yıllarca unutulmayacak türden bir konusu yok belki ama verdiği keyif gayet iyiydi. Ah bir de sonunda "X şunu şunu yaptı, Y böyle böyle yaşamaya devam etti" tadındaki açıklamalarla filmin sonundan sonra karakterlerin ne yaptıklarını belirtmeseler iyi olacaktı. Görüp de "gitsem mi ?" diye ikilemde kalırsanız boşuna düşünmeyin, bileti alıp girin ve filmin keyfini çıkarın. Kış gününde insanın içini Akdeniz ve İspanya ile ısıtıyor. Türkçesini de not düşelim arada : Barselona, Barselona.
Filmden sonra yaz gelsin, okul bitsin ve Marmaris'e evime döneyim istedim ocak ayının tam ortasında olmamıza ve önümüzde koca bir 5 ay olmasına rağmen. Alkolümü alayım, deniz kenarında sakin bir canlı müzik olsun, saatlerce oturayım istedim.. Yaz gelsin, Cristina veya Vicky şart değil, sadece yaz gelsin, sıcak olsun her yer, saat ne çok geç olsun ne de çok erken, akşam saat 9'da gökyüzü yeni kararıyor olsun.. Ya da sabaha karşı 5-6 gibi olsun, her yer yeni kararırken, uyku gelmeye başlamışken içkimi alıp bir yaz günü olabilecek en serin havada çıkayım amaçsızca dolaşayım...
Neyse, film diyorduk.. Salonda geçireceğiniz dakikalara pişman olmayacaksınız emin olun.
Rekor Önümüzdeki Sezona Kaldı
yazan:
firat selcuk
Avrupada sezonun şimdiden en büyük sürprizi konumundaki Hoffenheim'ın en etkili ismi 2008/2009 sezonunu kapattı. Yine dizle ilgili bir sakatlık, bağlarındaki sorun yüzünden ameliyat olacak, 1-1.5 ay oynayamaz deniyordu ilk başta ama işin rengi ameliyat haberiyle birlikte tamamen değişti.
Ibisevic 17 maçta 18 gol atıp hem altın ayakkabıyı almaya hem de Almanya tarihine geçmeye hazırlanıyordu. Kariyeri uzun, bu fırsatı tekrar yakalama şansı var ama şu dönemde Hoffenheim'ın yeni bir Ibisevic bulup şampiyonluğa uzanmak için şansı olmayabilir.. Güzel başlayan sezon tam orta yerinde tatsız bir olayla sarsıldı. Acaba nereye gideceğini bir türlü bilemeyen Lukas Podolski için yeni bir durak olur mu bu küçük kasaba ?
Ibisevic 17 maçta 18 gol atıp hem altın ayakkabıyı almaya hem de Almanya tarihine geçmeye hazırlanıyordu. Kariyeri uzun, bu fırsatı tekrar yakalama şansı var ama şu dönemde Hoffenheim'ın yeni bir Ibisevic bulup şampiyonluğa uzanmak için şansı olmayabilir.. Güzel başlayan sezon tam orta yerinde tatsız bir olayla sarsıldı. Acaba nereye gideceğini bir türlü bilemeyen Lukas Podolski için yeni bir durak olur mu bu küçük kasaba ?
Yok Artık !!
yazan:
firat selcuk
Akıl almaz şeyler oluyor Floransa'da bir kaç gündür. Mutu'nun sakatlığında Pazzini oynayacak hatta Milan'a gol de atacak diye sevinirken Sampdoria'ya satıldığı haberiyle adeta yıkıldım. Belki kiralıktır dedim ama baktım ki bonservisiyle gitmiş Pazzini. Haberin şokunu atlamamıştım ki bir de Bonazzoli'nin Sampdoria'dan kiralandığını okuyunca kan beynime sıçradı.
UEFA'da favorilerden biri ol, ligde ilk 4 için en önemli rakiplerden biri-Roma- safdışı kalmış olsun, herşey iyiye giderken Pazzini'yi satıp Bonazzoli'yi al. Başka ? Mutu'nun ne zaman geri döneceği belirsizken eldeki diğer forvet Osvaldo'yu da satmak için görüşmelerde bulun. Roma veya Bologna'ya Osvaldo'yu verip de karşılığında forvet alınamayacağı da ortada, Roma belki orta sahadan bir ismi verir, Bologna'dan takasla gelecek ismin de pek faydası olur mu tartışılır..
Dünyanın en kötü transfer stratejilerinden biri dönüyor Floransa'da, aklım almıyor bu yapılanları. Bütün bir sezona dair tüm umutlarım söndü Bonazzoli ismiyle birlikte...
UEFA'da favorilerden biri ol, ligde ilk 4 için en önemli rakiplerden biri-Roma- safdışı kalmış olsun, herşey iyiye giderken Pazzini'yi satıp Bonazzoli'yi al. Başka ? Mutu'nun ne zaman geri döneceği belirsizken eldeki diğer forvet Osvaldo'yu da satmak için görüşmelerde bulun. Roma veya Bologna'ya Osvaldo'yu verip de karşılığında forvet alınamayacağı da ortada, Roma belki orta sahadan bir ismi verir, Bologna'dan takasla gelecek ismin de pek faydası olur mu tartışılır..
Dünyanın en kötü transfer stratejilerinden biri dönüyor Floransa'da, aklım almıyor bu yapılanları. Bütün bir sezona dair tüm umutlarım söndü Bonazzoli ismiyle birlikte...
100 Yılın Farkı
yazan:
firat selcuk
Ezeli rekabet 17 Ocak 2009 günü 100. yılını kutluyor, dünyanın en önemli derbilerinden biri 100 yaşını dolduruyor, bu özel gün herhangi bir organizasyonla kutlansa daha hoş olabilirdi elbette.. Görülen fotoğraflar iki kulübün resmi sitelerinin girişlerine ait, ikisi de aynı dakikalarda kaydedildi.
- Galatasaray "İyi ki varsınız ezeli rakibimiz, ebedi dostumuz Fenerbahçe" diyerek bu özel günde rakibine bir jest yapıyor.
- Fenerbahçe ise resmi sitesinin girişinde voleybol takımının galibiyetinden bahsediyor.
100 yıllık dünyaya malolmuş bir rekabetin yanında voleybol maçı daha önemli midir onlar için bilemem.
Galatasaray bu özel günde rakibinin logosunu giriş sayfasına gururla taşırken onlar bu rekabetle ilgili herhangi bir habere yer vermiyorlar. Günlük yaşamda rakibinizin logosunu ve ismini görmeye tahammül edemeyecek derecede olabilirsiniz tamam da böyle özel bir günde bile bu tutumu sürdürmenin anlamı var mı ?
Daha fazla konuşursam resmi sitelerindeki mantıkla paralel düşünen arkadaşlar buradan gözümü karartıp rakibimize "haksızca" eleştiri yaptığımı düşünecekler, bu yüzden uzatmaya hiç gerek yok. Renkleri kenara koyup iki kulübün birbirine karşı bu farklı yaklaşımlarını görenler doğruyu ve yanlışı ayırt edeceklerdir.
Ekleme :
Gün içerisinde Fenerbahçe'nin resmi sitesinin girişi de bu hali almış. İsteyince oluyor demek ki bazı şeyler...
Yorumlarda 100 yıldır karşılaşan iki büyük rakibin birbirine "ebedi dost" demesi yavan bulunmuştu. Tek taraftan bu sözler yükselince yavan bulunup, iki taraf birlikte söylediği zaman da "olması gereken bu zaten ya" diye karşılanmaz umarım bunlar. İkisi de bu kadar büyükse diğeri her zaman yanında ve karşısında olduğu içindir...
- Galatasaray "İyi ki varsınız ezeli rakibimiz, ebedi dostumuz Fenerbahçe" diyerek bu özel günde rakibine bir jest yapıyor.
- Fenerbahçe ise resmi sitesinin girişinde voleybol takımının galibiyetinden bahsediyor.
100 yıllık dünyaya malolmuş bir rekabetin yanında voleybol maçı daha önemli midir onlar için bilemem.
Galatasaray bu özel günde rakibinin logosunu giriş sayfasına gururla taşırken onlar bu rekabetle ilgili herhangi bir habere yer vermiyorlar. Günlük yaşamda rakibinizin logosunu ve ismini görmeye tahammül edemeyecek derecede olabilirsiniz tamam da böyle özel bir günde bile bu tutumu sürdürmenin anlamı var mı ?
Daha fazla konuşursam resmi sitelerindeki mantıkla paralel düşünen arkadaşlar buradan gözümü karartıp rakibimize "haksızca" eleştiri yaptığımı düşünecekler, bu yüzden uzatmaya hiç gerek yok. Renkleri kenara koyup iki kulübün birbirine karşı bu farklı yaklaşımlarını görenler doğruyu ve yanlışı ayırt edeceklerdir.
Ekleme :
Gün içerisinde Fenerbahçe'nin resmi sitesinin girişi de bu hali almış. İsteyince oluyor demek ki bazı şeyler...
Yorumlarda 100 yıldır karşılaşan iki büyük rakibin birbirine "ebedi dost" demesi yavan bulunmuştu. Tek taraftan bu sözler yükselince yavan bulunup, iki taraf birlikte söylediği zaman da "olması gereken bu zaten ya" diye karşılanmaz umarım bunlar. İkisi de bu kadar büyükse diğeri her zaman yanında ve karşısında olduğu içindir...
McLaren MP4-24
yazan:
firat selcuk
Tanıtımlarda üçüncü sırayı McLaren Mercedes aldı. Geçen sezonun o hoş tasarımlı ve gümüş rengiyle göz alan aracı yeni kurallar gereği bu halde işte. Bir alttaki TF109'a ve yeni tanıtılan MP4-24'e bakarak söyleyecek pek şey bulamıyorum, göz zevkini bundan böyle ikinci plana atacağımız kesin.
Sadece şunu söylemek/sormak istiyorum :
- Araçlar yeni halleriyle BP veya Shell'den promosyonla alınmış Formula 1 aracı oyuncaklarına benzemiş mi benzememiş mi ? Veya bunlar gibi görünen şeyleri Burger King iki sene önce promosyon olarak verse kim itiraz ederdi ki ?
Yine de McLaren'e olan sempatimden ötürü MP4-24'ün F60'tan daha iyi durduğunu söylemezsem çatlarım.
Sadece şunu söylemek/sormak istiyorum :
- Araçlar yeni halleriyle BP veya Shell'den promosyonla alınmış Formula 1 aracı oyuncaklarına benzemiş mi benzememiş mi ? Veya bunlar gibi görünen şeyleri Burger King iki sene önce promosyon olarak verse kim itiraz ederdi ki ?
Yine de McLaren'e olan sempatimden ötürü MP4-24'ün F60'tan daha iyi durduğunu söylemezsem çatlarım.
Toyota TF109
yazan:
firat selcuk
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)