1. Muse - Exo-Politics
2. Pain Of Salvation - Fandango
3. A Perfect Circle - Thomas
4. Chevelle - Humanoid
5. Alanis Morissette - Surrendering
30.04.2010
Franchi vs. Demiycem: Fiorentina-Milan
yazan:
firat selcuk
Bir süredir Fiorentina'ya pek değinmiyorum, Fiorentina'yı okumaya alışanlar bunun farkındadır. Bunun sebebi de tahmin edilebilir olmalı, takımın iyice dibe vurmuş olması. Son umut olan İtalya Kupası da elden gidince ligde 5, 6 ve 7. sıralar için mücadele edilmesini bekledik. Kupa finalini kaçıran takım ligi de saldı gitti ve önümüzdeki sezon Avrupa'da oynama ihtimali neredeyse sıfıra indi. Kalan maçların hepsi kazanılsa dahi 7. sıraya çıkmak için mucize gerekiyor. Kısacası Fair Play kontenjanından Avrupa Ligi bileti almak gibi "umut fakirin ekmeği" temalı bir olasılık kaldı elimizde. Ki burada İtalya'nın UEFA Fair Play sıralamasında ilk 3 sırada olması gerektiği gibi Fiorentina'nın da ligin en centilmen takımı olması lazım. Bizdeki Turkcell Fair Play Ligi var ya, onun aynısı işte. Bu kadar yazdım da listelere hiç bakmadım, belki de İtalya bu sıralamada ilk 3'ten çok uzak, bilemiyoruz. Uzak kalmadıysa da Motta'nın Nou Camp'taki kırmızı kartı İtalya'nın hanesine eksi puan olarak yazıldı bile. Sergio Busquets'in terbiyesizliği kıyısından köşesinden İtalya'da ilk 7 dışında kalan bir takımın kaderiyle oynadı belki de..
Sonuç olarak şu var elde: Fiorentina'nın Avrupa kupalarına katılması mucizenin de ötesini gerektiriyor. Milan için ise durum nispeten daha iyi, şampiyonluk yarışında 2 kere liderlik şansı yakalayıp bunu değerlendiremeyerek dışarıda kalsalar da kötü giden sezonu Şampiyonlar Ligi vizesi ile kapatacaklar gibi. Geçen sene son maçta 4. sıraya inebilirlerdi Artemio Franchi'den mağlup ayrılsalar; ancak Maldini'nin kariyerinin son maçında kaptana galibiyeti hediye edip kendileri de ön eleme ile uğraşmak zorunda kalmadılar. Bu sene Fiorentina ve Juve'nin olmadığı ilk 4 sırada, 3. sıra için gizlice enselerine yapışan Sampdoria ile mücadele edecekler kalan bir kaç haftada. Roma'yı belki de şampiyonluktan edip(ki umarım etmemişlerdir) doğrudan Şampiyonlar Ligi hedefleyen Sampdoria için Milan geçilmesi imkansız olmayan bir hedef konumunda. Hal böyle olunca Milan da en azından 3. sırada kalıp sezonu 3 hafta evvelden açmak zorunda kalmak istemiyor.
Görüldüğü üzere Milan için çok daha "hedef" dolu bir karşılaşma Fiorentina'ya oranla. Fiorentina'nın tek amacı ise sezona iddialı girip rezilleri oynayan çoğu takımın, ligin son haftalarındaki bir numaraları avuntusu olan "prestij" mücadelesi.
Ancak blogda biri Fiorentinalı(ben) diğeri Milanlı(demiycem) iki yazar olunca olay bizim için İtalya'da iki takımın arasındakinden daha ciddi bir boyuta ulaşıyor. Kazanan taraf diğer tarafa istediği gibi saydırıp sıralayacak diğer sezon iki ekip yeniden karşılaşana kadar, bu yüzden bizim için bireysel açıdan takımların konumu ne olursa olsun çok önemli bir hale geliyor bu mücadele. Ne yalan söyleyeyim, iki yıldır bıktım Milan'a seri şekilde yenilip Demir'in diline düşmekten, bu sene en azından beraberlikle ayrılalım da kendim kazandık diye şov yapamasam da onun da diline düşmemiş olayım. Haydi be Fiorentina, güldür bu delinin yüzünü bu sezon son kez!
Sonuç olarak şu var elde: Fiorentina'nın Avrupa kupalarına katılması mucizenin de ötesini gerektiriyor. Milan için ise durum nispeten daha iyi, şampiyonluk yarışında 2 kere liderlik şansı yakalayıp bunu değerlendiremeyerek dışarıda kalsalar da kötü giden sezonu Şampiyonlar Ligi vizesi ile kapatacaklar gibi. Geçen sene son maçta 4. sıraya inebilirlerdi Artemio Franchi'den mağlup ayrılsalar; ancak Maldini'nin kariyerinin son maçında kaptana galibiyeti hediye edip kendileri de ön eleme ile uğraşmak zorunda kalmadılar. Bu sene Fiorentina ve Juve'nin olmadığı ilk 4 sırada, 3. sıra için gizlice enselerine yapışan Sampdoria ile mücadele edecekler kalan bir kaç haftada. Roma'yı belki de şampiyonluktan edip(ki umarım etmemişlerdir) doğrudan Şampiyonlar Ligi hedefleyen Sampdoria için Milan geçilmesi imkansız olmayan bir hedef konumunda. Hal böyle olunca Milan da en azından 3. sırada kalıp sezonu 3 hafta evvelden açmak zorunda kalmak istemiyor.
Görüldüğü üzere Milan için çok daha "hedef" dolu bir karşılaşma Fiorentina'ya oranla. Fiorentina'nın tek amacı ise sezona iddialı girip rezilleri oynayan çoğu takımın, ligin son haftalarındaki bir numaraları avuntusu olan "prestij" mücadelesi.
Ancak blogda biri Fiorentinalı(ben) diğeri Milanlı(demiycem) iki yazar olunca olay bizim için İtalya'da iki takımın arasındakinden daha ciddi bir boyuta ulaşıyor. Kazanan taraf diğer tarafa istediği gibi saydırıp sıralayacak diğer sezon iki ekip yeniden karşılaşana kadar, bu yüzden bizim için bireysel açıdan takımların konumu ne olursa olsun çok önemli bir hale geliyor bu mücadele. Ne yalan söyleyeyim, iki yıldır bıktım Milan'a seri şekilde yenilip Demir'in diline düşmekten, bu sene en azından beraberlikle ayrılalım da kendim kazandık diye şov yapamasam da onun da diline düşmemiş olayım. Haydi be Fiorentina, güldür bu delinin yüzünü bu sezon son kez!
28.04.2010
Afrikalı Arjantinliler
yazan:
firat selcuk
Maradona'nın 23 kişilik kupa kadrosunu belirlemek için ön hazırlığı; 30 kişilik aday liste:
Kaleci: Sergio Romero, Mariano Andujar, Diego Pozo.
Savunma: Martin Demichelis, Walter Samuel, Gabriel Heinze, Nicolas Otamendi, Nicolas Burdisso, Clemente Rodriguez, Marcos Angeleri, Javier Zanetti, Nicolas Pareja.
Orta Saha: Juan Sebastian Veron, Javier Mascherano, Angel Di Maria, Jose Sosa, Giona Gutierrez, Mario Bolatti, Rodrigo Brana, Javier Pastore, Maxi Rodriguez, Fernando Gago, Jesus Dátolo veya Juan Mercier.(Datolo veya Mercier'in ikisi birden alınmayacak, biri arasında seçim yapacak Maradona)
Forvet: Lionel Messi, Gonzalo Higuain, Carlos Tevez, Sergio Aguero, Diego Milito, Martin Palermo, Ezequiel Lavezzi.
Kadro böyle, ben gider diye beklediklerimi koyu renkle işaretledim, en baştan bi' onu belirteyim kargaşa çıkmasın. Ayrıca fotoğraf daha önce başka bir blogda paylaşıldı mı paylaşılmadı mı bilmiyorum da ben ilk kez görüyorum. O golü defalarca izledik ama şu fotoğrafı neden görmemişim, nasıl atlamışım bilmiyorum, inanılmaz..
7 isim seçtim ki orta saha ve savunmada değişiklikler olabilir pek yakından takip etmediğimiz isimler de var çünkü oralarda. Ancak esas sıkıntı forvet bölgesinde ve burayı tahmin etmek hepsinden zor. Bir bakmışız Maradona'ya delilik gelmiş, Agüero ve Tevez'i yollamış evlerine, yapabilir, beklerim. Görüldüğü üzere Juan Riquelme kariyerinin son Dünya Kupası fırsatını kaçıracakken Veron bu onura erişecek büyük ihtimalle. Estudiantes'i son 2-3 yılda Arjantin'de Boca ve River'dan daha elit bir takım haline getiren Veron orada olmayı fazlasıyla hak ediyor bence. Evine gider dediğim iki isme bakarsak Lavezzi zaten en zayıf halka olarak duruyor burada. Gerçi Lavezzi gibi zayıf halkam olsun takımımda, daha ne isterim ki? Napoli'nin yıldızı mutlaka Dünya Kupası görmesi gereken isimlerden ancak bu sanırım 2014'te gerçekleşse hem kendisi hem takımı adına daha iyi olacak. Gerçi o zaman da kadroya girmesi zor görünüyor. Çünkü bu sene Lavezzi'ye benzer çok isim var kadroda ve o dönemde de aynı olacak. En azından Agüero Lavezzi'nin bir kademe üstü. Tevez de aynı şekilde Lavezzi ile aynı tarzda oyuncu. Gerçi önümüzdeki kupada Tevez 30 yaşında, Lavezzi de 28 yaşında olacak. 30 yaş bir golcü için zirve noktalarından biri olabileceği için Lavezzi'nin şimdikinden daha iyi bir sıçramaya ihtiyacı olduğu açık. Higuain'i de biraz benzer tutabiliriz aslında ancak Lavezzi ile aralarında 10cm'den daha fazla boy farkı var. Sahadaki görev olarak aynı değerde saymamak pek hata olmaz. Görüldüğü üzere Lavezzi gibi çok kaliteli bir isim öyle bir döneme denk geldi ki kendi tarzında çok daha elit isimler var kadroda. Messi ve Higuain zaten kadronun en silinmez iki ismi olarak görülüyorlar. Tarihi bir sezon yaşıyor iki isim de, Messi performans, Higuain ise daha önce blogda değindiğim gibi istatistik açıdan muhteşem şeyler yapıyorlar.
Hal böyle olunca Lavezzi'nin ilk giden olacağını düşünüyor insan. Diğer isim Martin Palermo için de iki engel var. Kendisi gibi fırsatçı, güçlü ve yırtıcı forvet görevini yapacak iki isim mevcut. Yırtıcı ve güçlü kısmını Diego Milito karşılarken fırsatçı ve vuruş kalitesi kısmını da Higuain karşılıyor. Palermo'nun kadroda kalması için bir diğer etken olarak takımın abisi rolünü üstlenmesini öngörebilirdik ancak böyle deli bir adamın bu role pek yakın olmadığı gerçek. Tut ki Palermo buna uygun diyelim, o zaman da şu çıkıyor karşımıza: Bu görevi yapabilecek olan Juan Veron var ve kendisi zaten kadroda. Sonuç olarak Palermo'nun da iki üç rolde de rakipleri mevcut, şans kendisinden yana değil görüldüğü üzere. Arjantin'i kupaya götüren golün hatrına Palermo kadroya alınabilir mi diye düşünüyorum ama o zaman diğer isimlerden biri gidemez sanırım, orta sahadaki isim gider ve bu açıklanan forvetlerden giden tek isim Lavezzi olabilir. Yani iki forvet giderse Lavezzi ve Palermo olurmuş gibi duruyor, bu isimden ayrı iki forvet gidemez muhtemelen.
Tabii şunu da eklemek lazım, Messi'yi orta sahaya kaydırırsak orta sahadan bir isim daha ekstradan dışarı çekilebilir. O zaman da gidecek olan Pastore veya Sosa olacak gibi. Bolatti de gitmeye aday gibi duruyor ama Maradona milli takıma kendisinin kazandırdığı adamı kolay kolay bırakırmış gibi gelmiyor bana. Yoksa Fiorentina kontenjanını kullanmıyorum Bolatti konusunda.
Ekleme: Şunu not düşelim, yazımın esas konusu forvetlere değinmekti. İlk etapta Cambiasso, Zanetti, Samuel, Aimar gibi isimlerin olmaması benim de dikkatimi çekti ama burada şunu not düşmeyi unuttum: Maradona kesin kadroyu 10 Mayıs günü açıklayacak. Daha 12 gün var önümüzde. En son kafasında şekillenen kadronun bu olduğu söyleniyor ki değişime uğraması şart bunun. Kaleci sorunu çeken Arjantin'de Carizzo'nun ve takımı ne denli kötü olursa olsun en azından 3. kaleci olarak River Plateli Vega'nın alınması lazım bence.
Muhtemelen şu an bu isimler düşünülüyor ama özellikle orta sahada milli takım kademesini diğerlerine göre pek hak etmeyen oyuncular var, Aimar'ın olmadığı yerde Pastore'nin Datolo'nun olmasını sorgularım ben sonsuza kadar..
Maradona'nın kesin kadrosu bu olmasa da kesin olarak açıklayacağı kadronun bundan çok daha büyük tartışmalara getireceği açık.
Kaleci: Sergio Romero, Mariano Andujar, Diego Pozo.
Savunma: Martin Demichelis, Walter Samuel, Gabriel Heinze, Nicolas Otamendi, Nicolas Burdisso, Clemente Rodriguez, Marcos Angeleri, Javier Zanetti, Nicolas Pareja.
Orta Saha: Juan Sebastian Veron, Javier Mascherano, Angel Di Maria, Jose Sosa, Giona Gutierrez, Mario Bolatti, Rodrigo Brana, Javier Pastore, Maxi Rodriguez, Fernando Gago, Jesus Dátolo veya Juan Mercier.(Datolo veya Mercier'in ikisi birden alınmayacak, biri arasında seçim yapacak Maradona)
Forvet: Lionel Messi, Gonzalo Higuain, Carlos Tevez, Sergio Aguero, Diego Milito, Martin Palermo, Ezequiel Lavezzi.
Kadro böyle, ben gider diye beklediklerimi koyu renkle işaretledim, en baştan bi' onu belirteyim kargaşa çıkmasın. Ayrıca fotoğraf daha önce başka bir blogda paylaşıldı mı paylaşılmadı mı bilmiyorum da ben ilk kez görüyorum. O golü defalarca izledik ama şu fotoğrafı neden görmemişim, nasıl atlamışım bilmiyorum, inanılmaz..
7 isim seçtim ki orta saha ve savunmada değişiklikler olabilir pek yakından takip etmediğimiz isimler de var çünkü oralarda. Ancak esas sıkıntı forvet bölgesinde ve burayı tahmin etmek hepsinden zor. Bir bakmışız Maradona'ya delilik gelmiş, Agüero ve Tevez'i yollamış evlerine, yapabilir, beklerim. Görüldüğü üzere Juan Riquelme kariyerinin son Dünya Kupası fırsatını kaçıracakken Veron bu onura erişecek büyük ihtimalle. Estudiantes'i son 2-3 yılda Arjantin'de Boca ve River'dan daha elit bir takım haline getiren Veron orada olmayı fazlasıyla hak ediyor bence. Evine gider dediğim iki isme bakarsak Lavezzi zaten en zayıf halka olarak duruyor burada. Gerçi Lavezzi gibi zayıf halkam olsun takımımda, daha ne isterim ki? Napoli'nin yıldızı mutlaka Dünya Kupası görmesi gereken isimlerden ancak bu sanırım 2014'te gerçekleşse hem kendisi hem takımı adına daha iyi olacak. Gerçi o zaman da kadroya girmesi zor görünüyor. Çünkü bu sene Lavezzi'ye benzer çok isim var kadroda ve o dönemde de aynı olacak. En azından Agüero Lavezzi'nin bir kademe üstü. Tevez de aynı şekilde Lavezzi ile aynı tarzda oyuncu. Gerçi önümüzdeki kupada Tevez 30 yaşında, Lavezzi de 28 yaşında olacak. 30 yaş bir golcü için zirve noktalarından biri olabileceği için Lavezzi'nin şimdikinden daha iyi bir sıçramaya ihtiyacı olduğu açık. Higuain'i de biraz benzer tutabiliriz aslında ancak Lavezzi ile aralarında 10cm'den daha fazla boy farkı var. Sahadaki görev olarak aynı değerde saymamak pek hata olmaz. Görüldüğü üzere Lavezzi gibi çok kaliteli bir isim öyle bir döneme denk geldi ki kendi tarzında çok daha elit isimler var kadroda. Messi ve Higuain zaten kadronun en silinmez iki ismi olarak görülüyorlar. Tarihi bir sezon yaşıyor iki isim de, Messi performans, Higuain ise daha önce blogda değindiğim gibi istatistik açıdan muhteşem şeyler yapıyorlar.
Hal böyle olunca Lavezzi'nin ilk giden olacağını düşünüyor insan. Diğer isim Martin Palermo için de iki engel var. Kendisi gibi fırsatçı, güçlü ve yırtıcı forvet görevini yapacak iki isim mevcut. Yırtıcı ve güçlü kısmını Diego Milito karşılarken fırsatçı ve vuruş kalitesi kısmını da Higuain karşılıyor. Palermo'nun kadroda kalması için bir diğer etken olarak takımın abisi rolünü üstlenmesini öngörebilirdik ancak böyle deli bir adamın bu role pek yakın olmadığı gerçek. Tut ki Palermo buna uygun diyelim, o zaman da şu çıkıyor karşımıza: Bu görevi yapabilecek olan Juan Veron var ve kendisi zaten kadroda. Sonuç olarak Palermo'nun da iki üç rolde de rakipleri mevcut, şans kendisinden yana değil görüldüğü üzere. Arjantin'i kupaya götüren golün hatrına Palermo kadroya alınabilir mi diye düşünüyorum ama o zaman diğer isimlerden biri gidemez sanırım, orta sahadaki isim gider ve bu açıklanan forvetlerden giden tek isim Lavezzi olabilir. Yani iki forvet giderse Lavezzi ve Palermo olurmuş gibi duruyor, bu isimden ayrı iki forvet gidemez muhtemelen.
Tabii şunu da eklemek lazım, Messi'yi orta sahaya kaydırırsak orta sahadan bir isim daha ekstradan dışarı çekilebilir. O zaman da gidecek olan Pastore veya Sosa olacak gibi. Bolatti de gitmeye aday gibi duruyor ama Maradona milli takıma kendisinin kazandırdığı adamı kolay kolay bırakırmış gibi gelmiyor bana. Yoksa Fiorentina kontenjanını kullanmıyorum Bolatti konusunda.
Ekleme: Şunu not düşelim, yazımın esas konusu forvetlere değinmekti. İlk etapta Cambiasso, Zanetti, Samuel, Aimar gibi isimlerin olmaması benim de dikkatimi çekti ama burada şunu not düşmeyi unuttum: Maradona kesin kadroyu 10 Mayıs günü açıklayacak. Daha 12 gün var önümüzde. En son kafasında şekillenen kadronun bu olduğu söyleniyor ki değişime uğraması şart bunun. Kaleci sorunu çeken Arjantin'de Carizzo'nun ve takımı ne denli kötü olursa olsun en azından 3. kaleci olarak River Plateli Vega'nın alınması lazım bence.
Muhtemelen şu an bu isimler düşünülüyor ama özellikle orta sahada milli takım kademesini diğerlerine göre pek hak etmeyen oyuncular var, Aimar'ın olmadığı yerde Pastore'nin Datolo'nun olmasını sorgularım ben sonsuza kadar..
Maradona'nın kesin kadrosu bu olmasa da kesin olarak açıklayacağı kadronun bundan çok daha büyük tartışmalara getireceği açık.
"Sabri Kaleyi Düşündü!"
yazan:
firat selcuk
Sabri'nin çoğu şutunda duyuyoruz başlıktaki cümleyi. Peki ya o cümle bire bir olarak gerçek olsa? Sabri anlatıldığı gibi kaleye vurmayı değil de doğrudan kaleyi düşünse, kaleye geçse? Fotoğrafın altına bir şey yazmasam da olurdu sanırım, zira bu karenin kendisi başlı başına bir korku filmi posteri gibi Galatasaray taraftarı için.
Sen sağdan yardır geç çakır gözlü Sabri'm, aman diyeyim kaleleri düşünme, 10 metre önündeki adama pasını verip rakibi kovala yeter, bak ben bile bu sene itiraz etmeyip bağrıma basıyorum seni..
"Her şakanın altında bir gerçeklik payı vardır" cümlesine genelde pek inanmasam da bu gibi durumlarda bu cümle çok korkutucu oluyor işte :)
Sabri'nin topa, daha doğrusu "kaleyi tutan şuta" bakışı ise ayrı bir ironi. Bir şut kaleyi buluyor ama sahibi Sabri değil, tam aksine şutu kalesinde gören Sabri.. Hey gidi..
Sen sağdan yardır geç çakır gözlü Sabri'm, aman diyeyim kaleleri düşünme, 10 metre önündeki adama pasını verip rakibi kovala yeter, bak ben bile bu sene itiraz etmeyip bağrıma basıyorum seni..
"Her şakanın altında bir gerçeklik payı vardır" cümlesine genelde pek inanmasam da bu gibi durumlarda bu cümle çok korkutucu oluyor işte :)
Sabri'nin topa, daha doğrusu "kaleyi tutan şuta" bakışı ise ayrı bir ironi. Bir şut kaleyi buluyor ama sahibi Sabri değil, tam aksine şutu kalesinde gören Sabri.. Hey gidi..
26.04.2010
2010/11'in Galatasaray'ı
yazan:
demiycem
Bayan Basketbol Ligi ve Bayan Voleybol Ligi disindaki kulvarlarda sezonu bitirdi diyebiliriz Galatasaray icin.. Fazla derin analize giremeyecegim diger branslar icinde.. İlgilendiklerime kisaca gecip, futbol takiminin gelecegine iliskin bir kac fikrimi yazacagim..
Oncelikle erkek basketbolunda yuz kizartici baslayan sezonu oynadiklari oyunla ayakta alkislaticak duruma getiren ve Galatasaray ismine yapilacak en buyuk hizmeti yaptiklari icin Erkek Basketbol Takimini kutlamak lazim. Kaldi ki bana gore TBL'nin en iyi oynayan takimi oldular. Tum Galatasaraylilarin ortak kanaati takimin bozulmamasi. Ozellikle yabancilarin muhakkak takimda kalmasi lazim ayirt etmeksizin. Antrenor konusunda ise Cem Akdag ile devam edilebilir ama benim gonlum Erman Kunter'den yana. Bunun yani sira takimin basina Orhun Ene getirilebilir..
Bayan voleybol ve basketbol icin ise Fenerbahce modeli karsimizda duruyor zaten. Futbolda yapacagin bir iki pahali yabanci transferi yerine, Turkiye'de ve Avrupa'da kafaya oynayan takim yaratmak mumkun. Galatasaray'in sadece futbol takimi olmadigini iyice ogretmek lazim taraftara, her bransta Fenerbahce'nin gerisinde kalmak yakismiyor artik bize..
Gelelim futbola.. Takima ve ekibe diger branslara gore daha hakim oldugum icin, gitmeli gelmeli bir liste seklinde yazacagim. Sonucta artik Rijkaard & Neeskens gelmisken sistem hakkinda konusmak yersiz olur. Kadro icin gelen-giden listesi yapayim kendi capimda..
Gelecek sezon devam etmemesi gereken futbolcular : Leo Franco, Jo, Ayhan, Emre Asik* ve Servet.
Tek tek aciklamam gerekirse zaten kaleci hakkini yabancidan yana kullanma taraftari degilim, bunun ustune Aykut'un son haftalardaki performansi eklenince Aykut-Ufuk ikilisi sezonu tasiyabilir. Jo ise aslinda begendigim bir forvet olmasina ragmen bonservisi icin odenecek yuksek paralar yerine Turkiye'den yerli forvet alinmasi taraftariyim.. Ayhan'in ise Galatasaray'a verecek bir seyi kalmadi artik. Anadolu takimlarinda devam etmesi muhtemel gelecek sezon. Servet ise yasi iyice kemale ermeden 3-5 milyon Euro'ya satilmalidir. Takimdaki stoper bollugu goz onune alindiginda son derece mantikli duruyor satilmasi. Son olarak takimin pazubantsiz kaptani Emre Asik'a yildiz koydum, o da artik kenara cekilmeli. Kenara cekilmeli diyorum zira takimdan gonderilmek olarak anlasilmasin bu. Takim icinde en cok ihtiyac duyulan kafa yapisi sanirim Emre'de. Keske 30 yasinda olsa da 5 sene daha oynasa..
Bu saydigim isimlerin Jo ve Ayhan disinda yerine adam alinmasi gerekmeyen isimler olmasi onemli.. Jo ve Franco'nun yabanci kontenjanini acmasi, ozellikle de transfer politikasi icin cok iyi olacaktir. Diger kiralik olan iki isim Caner ve Santos'un ise kesinlikle bonservisi alinmali. Dos Santos isminde sanirim tum Galatasaraylilar hemfikir benimle ama Caner konusunda dogal olarak karsi gorusler cikacaktir son haftaki performanslarindan dolayi ama ben Rijkaard ve Caner'in yasi dolayisiyla bir sans verilmesi kanisindayim. Kalmasini isteme sebeplerim bunlar kisacasi.
Gelelim takimdan para kazandirarak gitmesi kabul edilebilir isimlere: Elano, Keita, Arda, Servet ve Mehmet Topal
Ozellikle Dunya Kupasi sonrasi Elano ve Keita'ya 10+ milyon Euro seklinde teklif gelirse satilmasinda bir sorun olusmaz bana gore ama burada ozellikle Elano'nun takimda kalmasindan yana oldugumu belirteyim. Bu istek Arda icin de gecerli. Bir sene daha takimda kalmasindan yanayim Arda'nin. Servet ve Mehmet Topal ise 4-7 milyon Euro arasi satilabilirse cok buyuk basari olacaktir. 4. kez ust uste Avrupa Ligi'ne gidecek olmamizin mali kayiplari goz onune alinirsa bu teklifleri reddetmek pek mantikli olmayacaktir.
Son olarak tabii ki transferlere deginiyorum. Halihazirda alinmis Ali Turan ve Musa Cagiran transferleri var. Jo ve Franco'dan bosalan yabanci kontenjani kesinlikle 2 tane orta saha oyuncusuna harcanmali. Bu sene cok cektik, seneye kaldiramayiz. Yerli olarak da alinabilirse cok ama cok buyuk katki saglayacagina inandigim Sercan Yildirim. Olmazsa Mustafa Pektemek forvet icin ideal yerli isimler. Ote yandan Kasimpasa'dan Yekta ve Belediye'den Gokhan Suzen begendigim isimler. Ufak bir tablo ile toparlayip bitiriyorum bu postu. Yorumlar atisa serbesttir..
Gidenler: Leo Franco - Jo - Emre Asik - Servet - Ayhan
Gelenler: Ali Turan - Musa Cagiran - Dos Santos & Caner (bonservis) - 2 tane yabanci orta saha - yerli forvet
Yuksek bonservisle satilabilecekler: Elano - Keita - Arda - Mehmet Topal
Oncelikle erkek basketbolunda yuz kizartici baslayan sezonu oynadiklari oyunla ayakta alkislaticak duruma getiren ve Galatasaray ismine yapilacak en buyuk hizmeti yaptiklari icin Erkek Basketbol Takimini kutlamak lazim. Kaldi ki bana gore TBL'nin en iyi oynayan takimi oldular. Tum Galatasaraylilarin ortak kanaati takimin bozulmamasi. Ozellikle yabancilarin muhakkak takimda kalmasi lazim ayirt etmeksizin. Antrenor konusunda ise Cem Akdag ile devam edilebilir ama benim gonlum Erman Kunter'den yana. Bunun yani sira takimin basina Orhun Ene getirilebilir..
Bayan voleybol ve basketbol icin ise Fenerbahce modeli karsimizda duruyor zaten. Futbolda yapacagin bir iki pahali yabanci transferi yerine, Turkiye'de ve Avrupa'da kafaya oynayan takim yaratmak mumkun. Galatasaray'in sadece futbol takimi olmadigini iyice ogretmek lazim taraftara, her bransta Fenerbahce'nin gerisinde kalmak yakismiyor artik bize..
Gelelim futbola.. Takima ve ekibe diger branslara gore daha hakim oldugum icin, gitmeli gelmeli bir liste seklinde yazacagim. Sonucta artik Rijkaard & Neeskens gelmisken sistem hakkinda konusmak yersiz olur. Kadro icin gelen-giden listesi yapayim kendi capimda..
Gelecek sezon devam etmemesi gereken futbolcular : Leo Franco, Jo, Ayhan, Emre Asik* ve Servet.
Tek tek aciklamam gerekirse zaten kaleci hakkini yabancidan yana kullanma taraftari degilim, bunun ustune Aykut'un son haftalardaki performansi eklenince Aykut-Ufuk ikilisi sezonu tasiyabilir. Jo ise aslinda begendigim bir forvet olmasina ragmen bonservisi icin odenecek yuksek paralar yerine Turkiye'den yerli forvet alinmasi taraftariyim.. Ayhan'in ise Galatasaray'a verecek bir seyi kalmadi artik. Anadolu takimlarinda devam etmesi muhtemel gelecek sezon. Servet ise yasi iyice kemale ermeden 3-5 milyon Euro'ya satilmalidir. Takimdaki stoper bollugu goz onune alindiginda son derece mantikli duruyor satilmasi. Son olarak takimin pazubantsiz kaptani Emre Asik'a yildiz koydum, o da artik kenara cekilmeli. Kenara cekilmeli diyorum zira takimdan gonderilmek olarak anlasilmasin bu. Takim icinde en cok ihtiyac duyulan kafa yapisi sanirim Emre'de. Keske 30 yasinda olsa da 5 sene daha oynasa..
Bu saydigim isimlerin Jo ve Ayhan disinda yerine adam alinmasi gerekmeyen isimler olmasi onemli.. Jo ve Franco'nun yabanci kontenjanini acmasi, ozellikle de transfer politikasi icin cok iyi olacaktir. Diger kiralik olan iki isim Caner ve Santos'un ise kesinlikle bonservisi alinmali. Dos Santos isminde sanirim tum Galatasaraylilar hemfikir benimle ama Caner konusunda dogal olarak karsi gorusler cikacaktir son haftaki performanslarindan dolayi ama ben Rijkaard ve Caner'in yasi dolayisiyla bir sans verilmesi kanisindayim. Kalmasini isteme sebeplerim bunlar kisacasi.
Gelelim takimdan para kazandirarak gitmesi kabul edilebilir isimlere: Elano, Keita, Arda, Servet ve Mehmet Topal
Ozellikle Dunya Kupasi sonrasi Elano ve Keita'ya 10+ milyon Euro seklinde teklif gelirse satilmasinda bir sorun olusmaz bana gore ama burada ozellikle Elano'nun takimda kalmasindan yana oldugumu belirteyim. Bu istek Arda icin de gecerli. Bir sene daha takimda kalmasindan yanayim Arda'nin. Servet ve Mehmet Topal ise 4-7 milyon Euro arasi satilabilirse cok buyuk basari olacaktir. 4. kez ust uste Avrupa Ligi'ne gidecek olmamizin mali kayiplari goz onune alinirsa bu teklifleri reddetmek pek mantikli olmayacaktir.
Son olarak tabii ki transferlere deginiyorum. Halihazirda alinmis Ali Turan ve Musa Cagiran transferleri var. Jo ve Franco'dan bosalan yabanci kontenjani kesinlikle 2 tane orta saha oyuncusuna harcanmali. Bu sene cok cektik, seneye kaldiramayiz. Yerli olarak da alinabilirse cok ama cok buyuk katki saglayacagina inandigim Sercan Yildirim. Olmazsa Mustafa Pektemek forvet icin ideal yerli isimler. Ote yandan Kasimpasa'dan Yekta ve Belediye'den Gokhan Suzen begendigim isimler. Ufak bir tablo ile toparlayip bitiriyorum bu postu. Yorumlar atisa serbesttir..
Gidenler: Leo Franco - Jo - Emre Asik - Servet - Ayhan
Gelenler: Ali Turan - Musa Cagiran - Dos Santos & Caner (bonservis) - 2 tane yabanci orta saha - yerli forvet
Yuksek bonservisle satilabilecekler: Elano - Keita - Arda - Mehmet Topal
Merhaba Avrupa Ligi: Galatasaray 0-0 Bursaspor
yazan:
firat selcuk
Dakika 46, ikinci devre yeni başlamış.. İki takım da ilk yarıdaki gibi istekli, hızlı ve tempolu bir oyunla başlıyorlar maça. 47'de Elano'yu tutup indiriyor Hüseyin Çimşir, karar devam oluyor ve Bursaspor pozisyona giriyor. 48 oluyor, Bursaspor ceza sahası önünde Elano bu defa arkadan müdahale ile yerde. Net faulü yine çalmıyor Bünyamin Bey(!) Dönen topta Bursaspor yine net bir pozisyona giriyor. Takip eden 10 dakika içerisinde iki defa Galatasaray ceza sahası yakınlarında faul oluyor. İkisi de Bursaspor lehine, bir tanesi net şekilde faul değil, diğeri tartışmaya açık.
İlk yarıda hakeme yine tepkiler var ama ikinci yarıda olanların yanında neredeyse sıfır oluyor bu. İlk yarıda öyle bir oyun oynanıyor ki Avrupa'da benzeri bir oyun oynansa Türkiye Ligi yerden yere çarpılır, o oyunları biz ne zaman izleriz denir. "X Ligindeki futbolsa bizdeki ne?" denen o saçma geyikler döner. Kısacası Avrupa'da yarısı bile oynandı mı tapılan o futbol vardı sahada. İki takım da hücumun her türlüsünü yaptı, yapılabilecek her şey yapıldı. Gelin görün ki ikinci devrede Bünyamin Gezer talimatları aynen uyguladı. Galatasaray da kazanmamalıydı, Bursa da kazanmamalıydı.
İkinci yarı başında önce Galatasaray'a zarar verdi. Sonrasında da hedef iki takımdı olması gerektiği gibi. İki takımdan biri kazanıp Fenerbahçe'nin arkasında kalmamalıydı. O güzel geçen ilk yarının ardından ikinci yarısı bol gollü geçmeye aday maçı sinsice bitirdi Bünyamin Gezer. Futbolun hızını kesti, iki takımı birden yaktı. Ben bu noktada şunu söyleyeyim, Fenerbahçe'nin şampiyonluğu ile ilgili alıp veremediğim yok. Ben şampiyon olamadıysam Bursa olmuş Fenerbahçe olmuş beni hiç bağlamaz. Ben göz göre göre Avrupa Ligi'ne gidiyorum yeniden, bana ne kimin şampiyon olduğundan. Benim tek sıkıntım bu kadar alenen rezalet yaşanmış olması. Galatasaray'ın verilmeyen 2 net penaltısı var bu maçta. Bu mu peki tek sıkıntı? Değil. O iki penaltıyı birden çalsa bu hakem, maçın devamında net şekilde bizim hakkımızı yiyecek ve bu maçı beraberliğe bağlayacaktı. Bünyamin Gezer iki takım atak yaptıkça korkmuştur. Bu maçın katledilmesini isteyenlerin istekleri yerine gelmiştir. Beraberlik ihtimali iki takımı da yaralayıp başka bir takımın önünü açacağı için engel olunmuştur bir tarafın kazanmasına.
Bu ligde Fenerbahçe son haftalardaki oyunuyla şampiyonluk yolundaki en ciddi adaydı. Benimsedikleri "önce yeme, nasıl olsa atarsın" mantığı son derece akıllı ve doğru bir mantık. Bu doğru mantığı kusursuz uygulayıp 2 aya yakın süredir gol yemeden gidiyorlar, haliyle en kötü durumda 1 puan kazanabiliyorlar. Hücumları sıfır olsa da gol yemedikleri için en kötü günlerini bile puan alarak kapatıyorlar. Bu şekilde zaten belirli bir seri yakalayan takımı neden hakem desteği ile şampiyon yapmaya çalışıyorlar bunu anlatmalı pek sevgili yetkililer. Bursa veya Galatasaray kazansa ne değişecekti bu ligde? Fenerbahçe kalan 3 maçı da gol yemeden tamamlayıp muhtemelen şampiyonluğu alacaktı 90 dakika hücumu düşünen Galatasaray veya Bursa'nın önünde. Bu iki takım her türlü riski alıp öncelikle kazanmaya oynayan takımlar, gol yememeyi yeterli görüp oynayan bir takıma göre her zaman dezavantajlılar.
Bünyamin Gezer dün sadece talimat uygulamadı, güzel futbolu da öldürdü. Galatasaray-Bursaspor maçı Türk futbol tarihin en keyifli, en dolu, en heyecanlı maçlarından biriydi. Ta ki talimatlar uygulanana kadar, ta ki tepeden gelen istekler yeşil sahaya ulaşıncaya kadar. Soyunma odalarında devre aralarında neler konuşulduğunu bilmediğimiz, nerelerle görüşüldüğünü bilmediğimiz sürece hem bu maçların tadı damağımızda kalacak, hem de böyle günlerce bu pis işleri konuşup duracağız..
Yeter artık be, futbolun yeşil sahanın içinde oynandığı, çizgilerin dışındakilerin istediklerinin 22 kişinin arasındaki "diğer formalı" adam tarafından uygulanmadığı bir futbol istiyorum ben. Yeter.
İlk yarıda hakeme yine tepkiler var ama ikinci yarıda olanların yanında neredeyse sıfır oluyor bu. İlk yarıda öyle bir oyun oynanıyor ki Avrupa'da benzeri bir oyun oynansa Türkiye Ligi yerden yere çarpılır, o oyunları biz ne zaman izleriz denir. "X Ligindeki futbolsa bizdeki ne?" denen o saçma geyikler döner. Kısacası Avrupa'da yarısı bile oynandı mı tapılan o futbol vardı sahada. İki takım da hücumun her türlüsünü yaptı, yapılabilecek her şey yapıldı. Gelin görün ki ikinci devrede Bünyamin Gezer talimatları aynen uyguladı. Galatasaray da kazanmamalıydı, Bursa da kazanmamalıydı.
İkinci yarı başında önce Galatasaray'a zarar verdi. Sonrasında da hedef iki takımdı olması gerektiği gibi. İki takımdan biri kazanıp Fenerbahçe'nin arkasında kalmamalıydı. O güzel geçen ilk yarının ardından ikinci yarısı bol gollü geçmeye aday maçı sinsice bitirdi Bünyamin Gezer. Futbolun hızını kesti, iki takımı birden yaktı. Ben bu noktada şunu söyleyeyim, Fenerbahçe'nin şampiyonluğu ile ilgili alıp veremediğim yok. Ben şampiyon olamadıysam Bursa olmuş Fenerbahçe olmuş beni hiç bağlamaz. Ben göz göre göre Avrupa Ligi'ne gidiyorum yeniden, bana ne kimin şampiyon olduğundan. Benim tek sıkıntım bu kadar alenen rezalet yaşanmış olması. Galatasaray'ın verilmeyen 2 net penaltısı var bu maçta. Bu mu peki tek sıkıntı? Değil. O iki penaltıyı birden çalsa bu hakem, maçın devamında net şekilde bizim hakkımızı yiyecek ve bu maçı beraberliğe bağlayacaktı. Bünyamin Gezer iki takım atak yaptıkça korkmuştur. Bu maçın katledilmesini isteyenlerin istekleri yerine gelmiştir. Beraberlik ihtimali iki takımı da yaralayıp başka bir takımın önünü açacağı için engel olunmuştur bir tarafın kazanmasına.
Bu ligde Fenerbahçe son haftalardaki oyunuyla şampiyonluk yolundaki en ciddi adaydı. Benimsedikleri "önce yeme, nasıl olsa atarsın" mantığı son derece akıllı ve doğru bir mantık. Bu doğru mantığı kusursuz uygulayıp 2 aya yakın süredir gol yemeden gidiyorlar, haliyle en kötü durumda 1 puan kazanabiliyorlar. Hücumları sıfır olsa da gol yemedikleri için en kötü günlerini bile puan alarak kapatıyorlar. Bu şekilde zaten belirli bir seri yakalayan takımı neden hakem desteği ile şampiyon yapmaya çalışıyorlar bunu anlatmalı pek sevgili yetkililer. Bursa veya Galatasaray kazansa ne değişecekti bu ligde? Fenerbahçe kalan 3 maçı da gol yemeden tamamlayıp muhtemelen şampiyonluğu alacaktı 90 dakika hücumu düşünen Galatasaray veya Bursa'nın önünde. Bu iki takım her türlü riski alıp öncelikle kazanmaya oynayan takımlar, gol yememeyi yeterli görüp oynayan bir takıma göre her zaman dezavantajlılar.
Bünyamin Gezer dün sadece talimat uygulamadı, güzel futbolu da öldürdü. Galatasaray-Bursaspor maçı Türk futbol tarihin en keyifli, en dolu, en heyecanlı maçlarından biriydi. Ta ki talimatlar uygulanana kadar, ta ki tepeden gelen istekler yeşil sahaya ulaşıncaya kadar. Soyunma odalarında devre aralarında neler konuşulduğunu bilmediğimiz, nerelerle görüşüldüğünü bilmediğimiz sürece hem bu maçların tadı damağımızda kalacak, hem de böyle günlerce bu pis işleri konuşup duracağız..
Yeter artık be, futbolun yeşil sahanın içinde oynandığı, çizgilerin dışındakilerin istediklerinin 22 kişinin arasındaki "diğer formalı" adam tarafından uygulanmadığı bir futbol istiyorum ben. Yeter.
24.04.2010
Utançla Başlayıp Sevinçle Biten Sezon
yazan:
firat selcuk
Aslında tam olarak o kötü olayla başlamamıştı sezon. İlk 5 haftadaki iyi performansı Fenerbahçe Ülker galibiyeti ile taçlandırmıştık. Ancak omzundaki Galatasaray Lisesi apoleti ile takımın başına gelen Okan Çevik'in hazırlık maçlarında kendi kendine "milli hezeyana kapılması" koskoca kulübün tarihindeki en verimli ve kaliteli yabancı kadrosuyla oynayacağı sezonu yaktı. Milli duygulardan ziyade "Hazırlık maçlarını kaybedersem lig öncesi gönderirler ya da olası bir kötü girişte ilk haftaları zor çıkarırım, garantiye alayım kendimi kimse anlamaz ne de olsa" demişti bence. Bire bir bunu dediğini iddia etmiyorum tabii ki sahadaki her olayı Ertem Şener gibi. Ana fikir budur diye düşünüyorum sadece.
Forma skandalı patladı, şansımıza Fenerbahçe Ülker maçından önce değil sonraya denk geldi. 3 gün önce ortaya çıksa Fenerbahçe'yi yenmiş, hükmen yenilgi almamış olacaktık. Zaten olaydaki gariplik burada başlıyordu esasen. Bu olay geçtiğimiz hafta içi yani 29. haftadan sonra ortaya çıksa Galatasaray Cafe Crown'ın 29 maçı da hükmen mağlubiyetle mi sonuçlanacaktı diye soralım; cevap tabii ki hayır olacak. Galatasaray böyle bir durumda 29 hafta sonunda Efes ve Fenerbahçe'nin ardında 3. sırada yer alacaktı, belki de son haftalarda tepetaklak giden Fenerbahçe'yi geçip 2. bitirecektik. Federasyon için ligde 2. veya 3. sırada yer alan, ülkenin en büyük 3 camiasından birinin düşürülmesi söz konusu olur muydu? İmkansız. Sezon başı olunca, 4-5 maçtan bir şey çıkmaz dendi konu kapandı. Üstüne bir de -5 puan ceza geldi. Zaten hükmen mağlubiyet verilmişken bir de ekstradan hiç bir mantığa sığmayan puan silme cezası verilmişti yani.
Bu olay iğrençtir, bu olay yüz kızartıcıdır, bu olay utanç vericidir... Bu olayın herhangi bir şekilde arkasında durulacak, savunulacak bir yanı yok bunda hemfikiriz. Ancak şu var ki federasyon ilk verilen cezalarda Galatasaray kadar olmasa da ufak çaplı bir skandala imza attı. Verilen cezaların hepsine tamam dedim, biri belki az bile oldu "bana göre", sadece iki tanesi kafamı karıştırdı. Az bile oldu dediğim olayın iki baş sorumlusu Okan Çevik ve Cemal Nalga'nın cezaları. Cemal'e 2-3 yıl daha fazla ceza verilebilirdi belki ama o konuda statü-kurallar ne der bilmiyorum. Ancak Okan Çevik'e ömür boyu verilse itiraz eden olmazdı herhalde. Benim kafamı karıştıranlar Tufan'a verilen ceza ile Galatasaray'a ekstradan çıkan -5 puan cezasıydı. Tufan'ın bu olaydan hiç haberi olmayabilirdi.. Kendinizi Tufan'ın yerine koyun, bu hazırlık maçında oynamıyorsun diyecekler ve tribüne yollayacaklar. Sonra bir de bakacaksınız ki arkadaşınız sizin formanızla sahada. Burada oyuncunun itiraz edip maçı durdurma şansı olmazdı herhalde. Tufan'a sezonun büyük bölümünü kaçıracak bir ceza verilmesi pek acımasız geldi bana. Adam konuyla doğrudan alakalı gibi gözükse de tamamen alakasızdı aslında. Tabii skandalın yaşandığı maçtan önce Tufan doğrudan bu olayı onayladıysa verilen ceza bu kez az bile kalabilir. Tufan'ın cezası azaltılmadı ama -5 puan saçmalığı kalktı, olay budur.
O saçma -5 puan cezası verilmiş olsa bir kaç hafta evvelden ligden düşmüş olacaktık ve Bornova maçında takımı uğurluyor olacaktık skandalı yaşatanlara lanet okuyarak. Neyse ki şampiyonluk maçı edasında geçen maçtan sonra 100-67 gibi bir skor yakalayıp ligde kaldık. Gerçi Kepez yenilince doğrudan düşmüş oldu ancak Banvit 3. sırayı garantilediği için maçı pek umursamayabilirdi. Kendilerini takdir etmek gerek düşme mücadelesindeki takımlar için önemli bir rol oynayıp da haksız avantaja yol açmadıkları için. Galatasaray kendi ipini çekeceği için o maçlar önemsizdi ancak Bornova'nın sürpriz yapma ihtimali korkutuyordu. İlk çeyrek öyle bir coşkuyla oynandı ki resmi olarak mümkün olsa iki takım da kalan üç çeyreği oynamadan maçı tamamlardı. Bizim farklı kazanacağımız, Bornova'nın direnemeyeceği, Galatasaray'ın hak ederek kazanacağı sadece 10 dakikada kesinleşmişti.
Burada Radoslav Rancik, Simas Jasaitis ve Mike Wilkinson'a çok büyük bir alkış yollamak lazım. Bu gibi durumlarda yabancı oyuncular gamsız olur, bazısı sezonu kafasında erkenden tamamlayıp bu gibi maçları pek umursamaz. Efes Pilsen, Fenerbahçe Ülker ve önceki dönemde Ülkerspor yabancılarının belli bir karaktere, ruha sahip olmaları yüzünden bu ligin tepesinde diğer 14 takımdan çok ayrı bir noktadalar. Bir skandal yaşamasaydık bu iki takımın arasına girebilecektik belki de bu sene. Takımın belli bir oyun karakteri ve ruhu oluşmuşken lise diye diye takımın başına geçen koç son yılların en güzel sezonunu yaktı geçti. Tek sorumlu o mu diyeceksiniz, belki "tek" değil ama "en büyük"..
Farkındaysanız Yiğit Şardan ismi bu yazıda hiç geçmedi bu noktaya kadar. O en suçsuz olandı, yine de her şeyi üstlendi camiadaki saygın duruşunu zedelemedi yalan dolan bahanelerle.
Daha uzadıkça uzar, büyür gider bu yazı ancak kötü sezonun sonunda bize önce play-off heyecanı yaşatıp bir kaza kurşununa kurban gidip son haftada kümede kalan bu takıma da koca bir teşekkür yollamak lazım.. Umarım seneye aynı kalburüstü yerli rotasyonuna sahip olup yabancılarımızın en azından en yürekli, taraftarın en çok benimsediği 2 tanesini(Rancik ve Jasaitis) kaybetmeden yola devam ederiz.. Şampiyonluk için konuşmak şu skandaldan sonra çok zor ancak bir play-off finali hiç fena olmaz bu seneyi unutturmak adına..
Forma skandalı patladı, şansımıza Fenerbahçe Ülker maçından önce değil sonraya denk geldi. 3 gün önce ortaya çıksa Fenerbahçe'yi yenmiş, hükmen yenilgi almamış olacaktık. Zaten olaydaki gariplik burada başlıyordu esasen. Bu olay geçtiğimiz hafta içi yani 29. haftadan sonra ortaya çıksa Galatasaray Cafe Crown'ın 29 maçı da hükmen mağlubiyetle mi sonuçlanacaktı diye soralım; cevap tabii ki hayır olacak. Galatasaray böyle bir durumda 29 hafta sonunda Efes ve Fenerbahçe'nin ardında 3. sırada yer alacaktı, belki de son haftalarda tepetaklak giden Fenerbahçe'yi geçip 2. bitirecektik. Federasyon için ligde 2. veya 3. sırada yer alan, ülkenin en büyük 3 camiasından birinin düşürülmesi söz konusu olur muydu? İmkansız. Sezon başı olunca, 4-5 maçtan bir şey çıkmaz dendi konu kapandı. Üstüne bir de -5 puan ceza geldi. Zaten hükmen mağlubiyet verilmişken bir de ekstradan hiç bir mantığa sığmayan puan silme cezası verilmişti yani.
Bu olay iğrençtir, bu olay yüz kızartıcıdır, bu olay utanç vericidir... Bu olayın herhangi bir şekilde arkasında durulacak, savunulacak bir yanı yok bunda hemfikiriz. Ancak şu var ki federasyon ilk verilen cezalarda Galatasaray kadar olmasa da ufak çaplı bir skandala imza attı. Verilen cezaların hepsine tamam dedim, biri belki az bile oldu "bana göre", sadece iki tanesi kafamı karıştırdı. Az bile oldu dediğim olayın iki baş sorumlusu Okan Çevik ve Cemal Nalga'nın cezaları. Cemal'e 2-3 yıl daha fazla ceza verilebilirdi belki ama o konuda statü-kurallar ne der bilmiyorum. Ancak Okan Çevik'e ömür boyu verilse itiraz eden olmazdı herhalde. Benim kafamı karıştıranlar Tufan'a verilen ceza ile Galatasaray'a ekstradan çıkan -5 puan cezasıydı. Tufan'ın bu olaydan hiç haberi olmayabilirdi.. Kendinizi Tufan'ın yerine koyun, bu hazırlık maçında oynamıyorsun diyecekler ve tribüne yollayacaklar. Sonra bir de bakacaksınız ki arkadaşınız sizin formanızla sahada. Burada oyuncunun itiraz edip maçı durdurma şansı olmazdı herhalde. Tufan'a sezonun büyük bölümünü kaçıracak bir ceza verilmesi pek acımasız geldi bana. Adam konuyla doğrudan alakalı gibi gözükse de tamamen alakasızdı aslında. Tabii skandalın yaşandığı maçtan önce Tufan doğrudan bu olayı onayladıysa verilen ceza bu kez az bile kalabilir. Tufan'ın cezası azaltılmadı ama -5 puan saçmalığı kalktı, olay budur.
O saçma -5 puan cezası verilmiş olsa bir kaç hafta evvelden ligden düşmüş olacaktık ve Bornova maçında takımı uğurluyor olacaktık skandalı yaşatanlara lanet okuyarak. Neyse ki şampiyonluk maçı edasında geçen maçtan sonra 100-67 gibi bir skor yakalayıp ligde kaldık. Gerçi Kepez yenilince doğrudan düşmüş oldu ancak Banvit 3. sırayı garantilediği için maçı pek umursamayabilirdi. Kendilerini takdir etmek gerek düşme mücadelesindeki takımlar için önemli bir rol oynayıp da haksız avantaja yol açmadıkları için. Galatasaray kendi ipini çekeceği için o maçlar önemsizdi ancak Bornova'nın sürpriz yapma ihtimali korkutuyordu. İlk çeyrek öyle bir coşkuyla oynandı ki resmi olarak mümkün olsa iki takım da kalan üç çeyreği oynamadan maçı tamamlardı. Bizim farklı kazanacağımız, Bornova'nın direnemeyeceği, Galatasaray'ın hak ederek kazanacağı sadece 10 dakikada kesinleşmişti.
Burada Radoslav Rancik, Simas Jasaitis ve Mike Wilkinson'a çok büyük bir alkış yollamak lazım. Bu gibi durumlarda yabancı oyuncular gamsız olur, bazısı sezonu kafasında erkenden tamamlayıp bu gibi maçları pek umursamaz. Efes Pilsen, Fenerbahçe Ülker ve önceki dönemde Ülkerspor yabancılarının belli bir karaktere, ruha sahip olmaları yüzünden bu ligin tepesinde diğer 14 takımdan çok ayrı bir noktadalar. Bir skandal yaşamasaydık bu iki takımın arasına girebilecektik belki de bu sene. Takımın belli bir oyun karakteri ve ruhu oluşmuşken lise diye diye takımın başına geçen koç son yılların en güzel sezonunu yaktı geçti. Tek sorumlu o mu diyeceksiniz, belki "tek" değil ama "en büyük"..
Farkındaysanız Yiğit Şardan ismi bu yazıda hiç geçmedi bu noktaya kadar. O en suçsuz olandı, yine de her şeyi üstlendi camiadaki saygın duruşunu zedelemedi yalan dolan bahanelerle.
Daha uzadıkça uzar, büyür gider bu yazı ancak kötü sezonun sonunda bize önce play-off heyecanı yaşatıp bir kaza kurşununa kurban gidip son haftada kümede kalan bu takıma da koca bir teşekkür yollamak lazım.. Umarım seneye aynı kalburüstü yerli rotasyonuna sahip olup yabancılarımızın en azından en yürekli, taraftarın en çok benimsediği 2 tanesini(Rancik ve Jasaitis) kaybetmeden yola devam ederiz.. Şampiyonluk için konuşmak şu skandaldan sonra çok zor ancak bir play-off finali hiç fena olmaz bu seneyi unutturmak adına..
Bosman Kuralları Etiktir, Peki Ya Kayserispor?
yazan:
firat selcuk
En başta şunu diyeyim, yarın oynanacak Kasımpaşa-Fenerbahçe maçı ile ilgili bir sıkıntım, derdim tasam yok. Yazının çıkış noktası Moritz olacağı için Fenerbahçe'ye karşı oynamadığı için isyan ettiğim gibi saçma bir mantık çıkmasın ortaya, en başta uyarayım. Benim sıkıntım Bosman Kuralları ile ülkemizin birbirine çok uzak şeyler olmasıyla ilgili. Andre Moritz sene başından beri Kasımpaşa'dan ayrılacağını söylüyor. Daha yukarıda hedefleri olan bir takıma gideceğini söylüyor. Sen bu adamı sene başında değil de tamamen yasal şekilde hakkını kullanıp Kayseri ile sözleşme imzaladığı için kadro dışı bırakıyorsun. Adam şu an Kayseri'nin oyuncusu olsa anlarım da senin sözleşmeli oyuncun 31.05.2010 tarihine kadar. Bu adam daha Ağustos 2009'da gidiyorum dediyse neden aylardır yararlandın ve işin bitip kümede kalmayı garantiye alınca kadro dışı bırakıyorsun?
Yazının fotoğrafının konuyla alakası yok gibi dursa da konuyu burada Kayserispor'a bağlayacağım için o fotoğrafın orada olması sürpriz değil. Kayserispor Bosman ile en çok gündeme gelen takım oldu. Her sene bir şekilde gündeme geliyorlar ki Bosman yoluyla bir oyuncu alınmasının etik olmadığını savunup sene başında Gençlerbirliği'nden Troisi'yi çalanlar da kendileri. Madem Bosman etik değil, siz daha beterini yaptınız, bu çok mu matah bir olay?
Bu sene şimdiye dek üç tane Bosman transferi oldu önemli denebilecek. Bir tanesi sessiz sedasız gerçekleşti, iki tanesi ise kavga gürültü kopardı. Sessiz sedasız, kimsenin itiraz etmediği olayın kahramanı Musa Çağıran. Altaylı oyuncu ile sözleşme imzalandı, Altay tek kelime etmedi ve oyuncusundan yararlanmaya devam etti. Çünkü olması gereken buydu, Musa ve Altay arasında bir husumet olmadığı gibi Galatasaray ile Altay arasında da yok. Diğer iki Bosman transferi ise durduk yere gerginlik sebebi oldu. İkisi de etik-ahlak gibi konular ele alındığında son derece kurallara uygun transferlerdi. 31 Mayıs tarihin sözleşmelerin bittiği ülkede 6 ay önceye tekabül eden 1 Aralık tarihinden itibaren kulüpler oyuncularla görüşme yapabiliyor. Aralık ayı sonunda Ali Turan'a imza attıran Galatasaray ise etik olmamakla suçlanıyor. Sonuç olarak Ali'ye oluyor olan, 6 ay futboldan uzak kalıyor. Bir başka takım Kasımpaşaspor ise ligde kalana kadar kullandığı ve sene başından beri aynı duruşu sergileyen adamı arkasını sağlama alınca bir kenara atıyor. Burada etik olan nedir? Ahlak olarak hatayı yapan kimdir? Ali veya Moritz'in
Ali Turan ve Moritz.. İki olayın da transfer dışındaki ortak noktası şu: Kayserispor. Kayseri'nin durumu daha komik, Ali Turan'ı nasıl alırsınız, sözleşmeli oyuncumuza nasıl teklif yaparsınız diye Galatasaray'ı TFF'ye şikayet etmeye kadar götürdüler işi. TFF tabii ki ciddiye almadı bunu.. Kendi mantıklarıyla gidersek "yasak" olmasına rağmen bir başka takımın sözleşmeli oyuncusu ile sözleşme imzaladılar. Etiği bir kenara koydular ahlak denen şeyi yok saydılar yani Galatasaray'ın Ali Turan olayında yaptığını yaptılar. Tabii bu saydıklarımın hiç birisi olmadı aslında. Gayet kuralına uygun şekilde sözleşmesi sona erecek Andre Moritz'i aldılar.
Büyük takımlarda sorun yok şu Bosman olayında. Sorun orta seviye takımlarda çıkıyor, kuralı bu kadar yanlış anlayıp nasıl oyuncularının futbol oynama hakkını ellerinden alabiliyorlar merak ediyorum.. Ali Turan'a yazık oldu, 6 ay top oynamamak hele ki bir savunmacı için kolay iş değil. Yeni takımına hazır gelmek ister adam.. Aynı şekilde Moritz'e de yazık oluyor. Ligde kalmayı garantileyen takımının son 4 maçında stresten ve baskıdan uzak rahatça şovunu yapıp taraftarına ve İstanbul'a güzel veda etse olmaz mıydı?
Ne vakittir şu Bosman ve Kayseri ile ilgili yazasım vardı, iyi oldu bir anda coşup yazdığım..
Ekleme: O coşkuda unutmuşum Musa'nın sözleşmesinin 2011'de bitiyor olduğunu. Yine de yazının ana fikri pek değişmiyor sanırım, Altay resmen bizim olacak oyuncuyu kadrosunda hatta ilk 11'inde oynatmaya devam ediyor, esas önemli olan nokta bu yazıda..
Yazının fotoğrafının konuyla alakası yok gibi dursa da konuyu burada Kayserispor'a bağlayacağım için o fotoğrafın orada olması sürpriz değil. Kayserispor Bosman ile en çok gündeme gelen takım oldu. Her sene bir şekilde gündeme geliyorlar ki Bosman yoluyla bir oyuncu alınmasının etik olmadığını savunup sene başında Gençlerbirliği'nden Troisi'yi çalanlar da kendileri. Madem Bosman etik değil, siz daha beterini yaptınız, bu çok mu matah bir olay?
Bu sene şimdiye dek üç tane Bosman transferi oldu önemli denebilecek. Bir tanesi sessiz sedasız gerçekleşti, iki tanesi ise kavga gürültü kopardı. Sessiz sedasız, kimsenin itiraz etmediği olayın kahramanı Musa Çağıran. Altaylı oyuncu ile sözleşme imzalandı, Altay tek kelime etmedi ve oyuncusundan yararlanmaya devam etti. Çünkü olması gereken buydu, Musa ve Altay arasında bir husumet olmadığı gibi Galatasaray ile Altay arasında da yok. Diğer iki Bosman transferi ise durduk yere gerginlik sebebi oldu. İkisi de etik-ahlak gibi konular ele alındığında son derece kurallara uygun transferlerdi. 31 Mayıs tarihin sözleşmelerin bittiği ülkede 6 ay önceye tekabül eden 1 Aralık tarihinden itibaren kulüpler oyuncularla görüşme yapabiliyor. Aralık ayı sonunda Ali Turan'a imza attıran Galatasaray ise etik olmamakla suçlanıyor. Sonuç olarak Ali'ye oluyor olan, 6 ay futboldan uzak kalıyor. Bir başka takım Kasımpaşaspor ise ligde kalana kadar kullandığı ve sene başından beri aynı duruşu sergileyen adamı arkasını sağlama alınca bir kenara atıyor. Burada etik olan nedir? Ahlak olarak hatayı yapan kimdir? Ali veya Moritz'in
Ali Turan ve Moritz.. İki olayın da transfer dışındaki ortak noktası şu: Kayserispor. Kayseri'nin durumu daha komik, Ali Turan'ı nasıl alırsınız, sözleşmeli oyuncumuza nasıl teklif yaparsınız diye Galatasaray'ı TFF'ye şikayet etmeye kadar götürdüler işi. TFF tabii ki ciddiye almadı bunu.. Kendi mantıklarıyla gidersek "yasak" olmasına rağmen bir başka takımın sözleşmeli oyuncusu ile sözleşme imzaladılar. Etiği bir kenara koydular ahlak denen şeyi yok saydılar yani Galatasaray'ın Ali Turan olayında yaptığını yaptılar. Tabii bu saydıklarımın hiç birisi olmadı aslında. Gayet kuralına uygun şekilde sözleşmesi sona erecek Andre Moritz'i aldılar.
Büyük takımlarda sorun yok şu Bosman olayında. Sorun orta seviye takımlarda çıkıyor, kuralı bu kadar yanlış anlayıp nasıl oyuncularının futbol oynama hakkını ellerinden alabiliyorlar merak ediyorum.. Ali Turan'a yazık oldu, 6 ay top oynamamak hele ki bir savunmacı için kolay iş değil. Yeni takımına hazır gelmek ister adam.. Aynı şekilde Moritz'e de yazık oluyor. Ligde kalmayı garantileyen takımının son 4 maçında stresten ve baskıdan uzak rahatça şovunu yapıp taraftarına ve İstanbul'a güzel veda etse olmaz mıydı?
Ne vakittir şu Bosman ve Kayseri ile ilgili yazasım vardı, iyi oldu bir anda coşup yazdığım..
Ekleme: O coşkuda unutmuşum Musa'nın sözleşmesinin 2011'de bitiyor olduğunu. Yine de yazının ana fikri pek değişmiyor sanırım, Altay resmen bizim olacak oyuncuyu kadrosunda hatta ilk 11'inde oynatmaya devam ediyor, esas önemli olan nokta bu yazıda..
23.04.2010
Not Defteri #39
yazan:
firat selcuk
- İzmir'de 15. Tüyap Kitap Fuarı başlamıştı geçen hafta, ben bugün(cuma) gittim buna. Öylesine bakınayım demiştim zira daha 15 gün evvel idefix'ten kütüphane haftası kampanyası sayesinde üç haneli bir alışveriş yapmıştım. Fiyat söyleyip şov yapmak değil derdim, tamamen kendi salaklığımı belgelemek. 7-8 kitap alıp daha önceden birikenler yüzünden yeni kitaplarımı okumaya bile başlamamıştım. Bunlara rağmen bugün meblağ olarak Tüyap'tan idefix alışverişimin yarısı kadar daha alışveriş yapıp da döndüm. Hiç gereği yokken neden böyle bir masrafa girdim ben de bilmiyorum.
- Gerçi ben öğlen özel derse gitmiştim, otobüse binmiş paşa paşa evime dönerken gece bende kalan ve evde derin uykuda bıraktığım "arkadaş" denen hain mesaj attı. "Eve girme, durakta bekliyorum Tüyap'a gidiyoruz" dedi. Ulan ne ara kalktın, ne ara giyindin, ne ara doydun yedin içtin evde, ne ara çıktın durağa oturdun. Olan oldu giren bana girdi sonuçta..
- Bu arada şunu belirteyim, Football Manager 2010'da Fiorentina kariyerimi yazmaktaydım bloga. Nedense hiç içime sinmedi o, farkındaysanız uzunca bir ara verdim. O seriye devam edesim yok ama hiç ses seda etmeden bitirmek istemedim. Zira 2 senede dünya karması haline gelen takımla işler kolaylaşıyor. Tatsız tuzsuz bir hal aldı oyun..
- Bu arada şunu da belirteyim iki yazı gelecek: İlki Kurban'ın Sahip albümü. İkincisi ise bir takım filmler ile ilgili. Fark ettim ki 2 aydır gittiğim filmleri hiç yazmamaya başladım. Onları toptan aradan çıkarayım diyorum.
- O toplu yazılardan ayrı olarak bir de en son izlediğim Old Dogs hakkında bir kaç satır yazarım. Yurdumun hiç bir filmi beğenmeyen kültür abideleri sağda solda "çok kötü, zaman kaybı" diyor, inanmayın, yemeyin bunları.
- Geçenlerde Rockstar'dan GTA2'nin orjinalini indirdim ücretsiz olarak. Ne çok özlemişim be.. GTA3'ü hiç sevmemiştim ben, GTA'yı 1 ve 2 ile sevmiştim, sonrası yok bende, çok itici.. İyi oldu yeniden oynadığım..
21.04.2010
Galatasaray Bursa'ya Yatar Mı?
yazan:
firat selcuk
Böyle bir şey yaşanmışken sorulmasın daha da Galatasaray'ın Bursa'ya yatıp yatmayacağı.
20.04.2010
Büyük Kaptan
yazan:
alexander goygoyeviç
Farklı bir müessese bu "Büyük Kaptan" lık.. Diğerlerini bilmem, ben Galatasaraylı olanlardan bahsetmek istiyorum. Zaten diğer takımlarda, en azından futbolumuzun diğer iki büyük camiasında bu terimin çok sık kullanıldığını duymadım.
Yaşım itibarı ile, Galatasaray'da bu tabirle anılan iki kişi tanırım.
Bunlardan biri, 1974 yılında henüz 18 yaşındayken altyapıya katılıp, futbolu bıraktığı 1991 yılına kadar (Giresunspor'da kiralık olarak oynamak üzere gittiği 1975/1976 sezonu dışında) tamamen Galatasaray Forması giyen "Büyük Kaptan" Cüneyt TANMAN.
Futbol sahalarında nadir görülen sportmen ve centilmen kişiliği ile bugün bile örnek gösterilen, benim hatırladığım ilk büyük kaptan. Galatasaray formasıyla tam 350 lig maçına çıkmış ve bunca yıl içinde sadece "bir" tane kırmızı kart görmüştür Cüneyt TANMAN.
Diğeri ise, 15 yaşında girdiği Galatasaray altyapısından çıkarak, tam 17 sene sarı kırmızı formayı giyen, bu süre içinde de UEFA Kupası ve Süper Kupa da dahil olmak üzere tam "28" adet çeşitli çap ve ebatta kupa kaldıran, 105 defa milli forma ile mücadele eden, Parken stadındaki uzatma dakikalarını çıkık omuzunu sardırarak oynayan ve klübün "formanı emekliye ayıralım" teklifini kabul etmeyerek 3 numaralı formayı Uğur UÇAR'a veren, benim gözümde en "Büyük Kaptan" Bülent KORKMAZ.
Cüneyt için saydığımız meziyetleri pek sergilemese de, takımı için mücadele azmini, kazanma hırsını ve profesyonelliği en üst düzeyde ortaya koyarak, ülkemiz futbolunun ufkunu açan o altın jenerasyonun kaptanı ve belki de kilit taşı oldu.
Bu bahsettiğim iki isim de, sıfatlarını kazanırken bu süreçlerden geçtiler. Kimse 23 yaşındaki Cüneyt'e "Büyük Kaptan" demedi. Hatta yanılmıyorsam Bülent'in "Büyük Kaptan" olarak çağırılması da 2000'li yıllara denk gelir.
Her ikisi de Galatasaray kaptanlığının ne demek olduğunu, vazifelerinin ağırlığını kavrayacak olgunluğa eriştiklerinde o mertebeye ulaştılar ve başarılarını yıllarca devam ettirerek "Büyük Kaptan" sıfatını bileklerinin hakkıyla kazandılar. Herkesin taşıyabileceği bir sıfat değil yani bu. Ülkemizin gelmiş geçmiş en kariyerli futbolcusu Hakan ŞÜKÜR'ü bile "Büyük Kaptan" olarak onurlandırmadı bu camia. Öyle diyeyim, siz anlayın artık.
Bunları nostalji rüzgarı yaratayım diye yazmıyorum tabi ki.. Maalesef gündem gerektirdi. Bugün okudum ki, 23 yaşındaki kaptanımız, göz bebeğimiz, tribünlerin şimdiden "Büyük Kaptan" diye andığı Arda TURAN, antreman esnasında kendisine sert giren Caner ERKİN'e girişiverip dudağını patlatmış.
23 yaşındaki bir futbolcunun takım arkadaşı ile kavga etmesini anlarım. Ama Galatasaray kaptanının, takım arkadaşına bunu yapmasını kabul edemem. Çünkü, bu kaptanlığın gereğine uymaz. Hele senden önceki kaptanların, hatta "Büyük Kaptan" ların mirasını taşıyorsan hiç uymaz.
Sevgilisini, özel hayatını, milyon dolarlık arabasını, sinema kapatmasını, giyimini kuşamını falan eleştirmedim hiç. Bunların zamanla yoluna girecek şeyler olduğunu biliyorum. Ama bu son icraatını eleştiririm arkadaşım. Demek ki sen, Galatasaray kaptanlığına hazır değilmişsin. Kusura bakma da, Galatasaray gibi bir camia, senin kaptanlık pazubandıyla büyüyüp olgunlaşmanı bekleyemez.
Ama hata tabi ki Arda'da değil. Ona bu payeyi veren yönetim ve "Büyük Kaptan" diye gaz veren tribün birinci dereceden sorumlu bu işte.
Herhalde bu payelerin Arda'yı olumlu olarak etkileyeceği düşünüldü ama, çocuk günden güne eziliyor. Burada Rijkaard ve teknik ekibin devreye girerek bu çocuğa gerekli psikolojik desteği vermeleri, bunun için de gerekiyorsa konunun uzmanlarından yardım istemeleri lazım.
Yeteneklerinden ve renklere olan sevgisinden şüphe etmediğim Arda'nın bir an önce toparlanıp yoluna bakması gerekiyor zira.
ekşisözlükten "sarpito" nickli yazarın entry'sinden, altına imzamı atarak alıntı yapmam gerekiyor;
"Metin OKTAY olmayı mı yoksa Emre BELÖZOĞLU olmayı mı seçmesini beklediğimiz aklı karışık futbolcu. Bence ikisi için de potansiyeli var."
Bu arada, "belki düzelir" umuduyla Diyarbakırspor maçında Arda'yı ıslıklayan ve bunun işe yarayacağını ısrarla savunan bazı taraftar gruplarının planlarının da ne kadar çocukça olduğunu görmüş olduk. Arda'nın Manisaspor maçında taraftara yaptığı tafrayı ve bu son icraatini onlara armağan ediyorum.
Yaşım itibarı ile, Galatasaray'da bu tabirle anılan iki kişi tanırım.
Bunlardan biri, 1974 yılında henüz 18 yaşındayken altyapıya katılıp, futbolu bıraktığı 1991 yılına kadar (Giresunspor'da kiralık olarak oynamak üzere gittiği 1975/1976 sezonu dışında) tamamen Galatasaray Forması giyen "Büyük Kaptan" Cüneyt TANMAN.
Futbol sahalarında nadir görülen sportmen ve centilmen kişiliği ile bugün bile örnek gösterilen, benim hatırladığım ilk büyük kaptan. Galatasaray formasıyla tam 350 lig maçına çıkmış ve bunca yıl içinde sadece "bir" tane kırmızı kart görmüştür Cüneyt TANMAN.
Diğeri ise, 15 yaşında girdiği Galatasaray altyapısından çıkarak, tam 17 sene sarı kırmızı formayı giyen, bu süre içinde de UEFA Kupası ve Süper Kupa da dahil olmak üzere tam "28" adet çeşitli çap ve ebatta kupa kaldıran, 105 defa milli forma ile mücadele eden, Parken stadındaki uzatma dakikalarını çıkık omuzunu sardırarak oynayan ve klübün "formanı emekliye ayıralım" teklifini kabul etmeyerek 3 numaralı formayı Uğur UÇAR'a veren, benim gözümde en "Büyük Kaptan" Bülent KORKMAZ.
Cüneyt için saydığımız meziyetleri pek sergilemese de, takımı için mücadele azmini, kazanma hırsını ve profesyonelliği en üst düzeyde ortaya koyarak, ülkemiz futbolunun ufkunu açan o altın jenerasyonun kaptanı ve belki de kilit taşı oldu.
Bu bahsettiğim iki isim de, sıfatlarını kazanırken bu süreçlerden geçtiler. Kimse 23 yaşındaki Cüneyt'e "Büyük Kaptan" demedi. Hatta yanılmıyorsam Bülent'in "Büyük Kaptan" olarak çağırılması da 2000'li yıllara denk gelir.
Her ikisi de Galatasaray kaptanlığının ne demek olduğunu, vazifelerinin ağırlığını kavrayacak olgunluğa eriştiklerinde o mertebeye ulaştılar ve başarılarını yıllarca devam ettirerek "Büyük Kaptan" sıfatını bileklerinin hakkıyla kazandılar. Herkesin taşıyabileceği bir sıfat değil yani bu. Ülkemizin gelmiş geçmiş en kariyerli futbolcusu Hakan ŞÜKÜR'ü bile "Büyük Kaptan" olarak onurlandırmadı bu camia. Öyle diyeyim, siz anlayın artık.
Bunları nostalji rüzgarı yaratayım diye yazmıyorum tabi ki.. Maalesef gündem gerektirdi. Bugün okudum ki, 23 yaşındaki kaptanımız, göz bebeğimiz, tribünlerin şimdiden "Büyük Kaptan" diye andığı Arda TURAN, antreman esnasında kendisine sert giren Caner ERKİN'e girişiverip dudağını patlatmış.
23 yaşındaki bir futbolcunun takım arkadaşı ile kavga etmesini anlarım. Ama Galatasaray kaptanının, takım arkadaşına bunu yapmasını kabul edemem. Çünkü, bu kaptanlığın gereğine uymaz. Hele senden önceki kaptanların, hatta "Büyük Kaptan" ların mirasını taşıyorsan hiç uymaz.
Sevgilisini, özel hayatını, milyon dolarlık arabasını, sinema kapatmasını, giyimini kuşamını falan eleştirmedim hiç. Bunların zamanla yoluna girecek şeyler olduğunu biliyorum. Ama bu son icraatını eleştiririm arkadaşım. Demek ki sen, Galatasaray kaptanlığına hazır değilmişsin. Kusura bakma da, Galatasaray gibi bir camia, senin kaptanlık pazubandıyla büyüyüp olgunlaşmanı bekleyemez.
Ama hata tabi ki Arda'da değil. Ona bu payeyi veren yönetim ve "Büyük Kaptan" diye gaz veren tribün birinci dereceden sorumlu bu işte.
Herhalde bu payelerin Arda'yı olumlu olarak etkileyeceği düşünüldü ama, çocuk günden güne eziliyor. Burada Rijkaard ve teknik ekibin devreye girerek bu çocuğa gerekli psikolojik desteği vermeleri, bunun için de gerekiyorsa konunun uzmanlarından yardım istemeleri lazım.
Yeteneklerinden ve renklere olan sevgisinden şüphe etmediğim Arda'nın bir an önce toparlanıp yoluna bakması gerekiyor zira.
ekşisözlükten "sarpito" nickli yazarın entry'sinden, altına imzamı atarak alıntı yapmam gerekiyor;
"Metin OKTAY olmayı mı yoksa Emre BELÖZOĞLU olmayı mı seçmesini beklediğimiz aklı karışık futbolcu. Bence ikisi için de potansiyeli var."
Bu arada, "belki düzelir" umuduyla Diyarbakırspor maçında Arda'yı ıslıklayan ve bunun işe yarayacağını ısrarla savunan bazı taraftar gruplarının planlarının da ne kadar çocukça olduğunu görmüş olduk. Arda'nın Manisaspor maçında taraftara yaptığı tafrayı ve bu son icraatini onlara armağan ediyorum.
Kulübeden Çıkamayanlar
yazan:
firat selcuk
Galatasaray Sözlük'te yazan mustycbu nicki ile bilinen Mustafa Bilgin'den geliyor bu yazı. Manisa deplasmanında tanıştık kendisiyle, gayet hoş ve güzel bir yazı olmuş. Pek konuşulmayan güzel bir detayı incelemiş..
Daha da uzatmayıp sözü Mustafa'ya bırakıyoruz:
Günümüzdeki büyük futbol organizasyonlarında 23 oyuncu milli takımlara çağırılıyor. Bunların üç tanesi kaleci olmak üzere diğer mevkilerden 5-8 arası oyuncu milli takımın bir parçası olabilmek adına kendi içlerinde bir yarışa giriyorlar.
Bir defansın, orta saha oyuncusunun ya da forvetin oynayabilme şansı maçın o anki durumuna, oyuncuların kondisyonuna ya da karşı takımın zafiyetini kullanma adına değişirken kalecilik için böyle bir durum söz konusu bile olamıyor. Çünkü birbirlerine çok yakın kalitede olsalar dahi her milli takım genelde tek kalecinin eline bakar. Bu durum milli forma sayısında, as ve yedek milli kaleciler arasında –hele bir de akranlar ise- astronomik farklar oluşmasına sebep olur. Şans mı şanssızlık mı bilemem ama ülkemizde bu durum hiç böyle enteresan bir durum yaratmamıştır, zira kaliteli kaleci üretimimiz yeterince iyi değil. Zaten bunu takımlardaki yabancı kaleci bolluğundan görebiliyoruz. Son 15 yıla bakarsak sadece Rüştü Reçber ile Volkan Demirel var elimizde. Ama özellikle kaliteli kaleci yetiştirme sayısı oldukça yüksek olduğu ülkelerde bu durum belki birer ümitsizlik, geri planda kalma sebebi. İşte bu örneklerden bazıları…
Jens Lehmann (ALM): Premier League’de Arsenal, Serie A’da AC Milan, Bundesliga’da Schalke 04, Borussia Dortmund ve Vfb Stuttgart ile 500’den fazla maça çıkmış olan bu büyük kaleci yalnızca 61 kez milli oldu. Rakam çok küçük değil ancak milli maçlarının büyük çoğunluğu hazırlık karşılamasıydı. 2006 Dünya Kupası'ndan önce Oliver Kahn milli takımı bırakınca 1. kaleci olma şerefine erişebildi.
Francesco Toldo (İTA): Serie A’da Fiorentina ve Inter ile 400’ü aşkın maç oynamış İtalyan kaleci 28 kez milli oldu. Kariyerinin ilk yıllarında Angelo Peruzzi ve Gianluca Pagliuca'nın sonraları ise Gianluigi Buffon’un ardında, milli takımda 2. kaleci oldu. Euro 2000 öncesi hazırlık maçında Buffon’un elini kırması kendisi adına bir şanstı belki de ve takımının finale çıkmasında, yarı finalde kurtardığı penaltılarla önemli rol oynadı. Sonrasında ise Recaro koltuklara yatay geçiş yaptı tekrardan. Milli takımı bıraktı ama 2. kaleciliğe olan ilgisi hiç azalmadı. Halen Inter’de, Julio Cesar’ın arkasında bekleyerek kariyerine devam ediyor…
Luca Marchegiani (İTA): 1993’te döneminin transfer rekorunu kıran kaleciydi ama o da Pagliuca & Peruzzi ikilisinin gazabına uğradı. Lazio başta olmak üzere 400 maçın üzerindeki Serie A tecrübesi kaleyi ele geçirmesine yetmedi. Yalnızca 9 kez milli oldu.
Pepe Reina & Victor Valdes (İSP): İspanya Milli Takımı katıldığı organizasyonlarda çabuk kalifiye olmasa Reina’nın forma yüzü göreceği yok. 19 kez formayı kapabilmiş Iker Casillas’tan, ki büyük başarı çünkü Casillas 8-10 sene daha as kaleci olacak gibi duruyor (200 milli forma bekliyorum kendisinden). Valdes’in durumu daha kötü, zira Katalunya milli takımında anca kendini avutuyor belki de... Oynadığı U21 maçlarından sonra henüz bir milli aktivitesi yok.
Ivano Bordon & Luciano Castellini (İTA): Onların en büyük şanssızlığı ise tüm zamanların sayılı kalecilerinden olan Dino Zoff ile akran olmalarıydı. 1974-1982 arsındaki İtalya’nın katıldığı tüm organizasyonlarda başrolü Zoff oynarken, Inter’in o zamanlardaki as kalecisi olan Bordon 21 milli forma sayısını anca bulabilmiştir, çünkü sadece 1982-1983 sezonunda ülkesinin birinci kaleciliği onun olmuştur. Uzun yıllar Torino ve Napoli’de 1. kalecilik yapmış Castellini ise sadece 1 maç için milli forma taşıma onuruna erebilmiştir.
Sander Westerveld (HOL): Efsane ve yaşlanmayan kaleci Edwin Van der Sar’ın mağdur ettiği kalecilerin en başında gelenlerden. Premier League’de Liverpool, La Liga’da Real Sociedad tecrübesi olmasına rağmen pek çok organizasyonda 22 numaralı formaya sahip olan bu Hollandalı arkadaş sadece 6 kez Portakallar ile ilk 11’de oynayabilmiştir.
Vladimir Maslachenko (SSCB): Futbol tarihinin en başarılı ve karizmatik kalecilerinden olan Lev Yashin ile aynı dönemde kalecilik yapmış Ukrayna asıllı Sovyet kalecidir kendileri. 1958 ve 1962 Dünya Kupaları ile Euro 60’ta Sovyetlerin 2. kalecisi olmuştur. 350 maçın üzerindeki Lokomotiv Moskova ve Spartak Moskova ile olan Sovyet Ligi tecrübesinin yanında sadece 8 kez milli olabilmiştir.
Bu oyuncuların arasında futbolu bırakanlar, olduğu kadar henüz bırakmamış hatta oldukça genç olanları var. Futbol ani değişimlerin olduğu bir oyun tabi aynı zamanda, kimin başına ne geleceği, kariyerlerinin nasıl değişeceğini bilemeyiz ama şu bir gerçek ki bu kalecilerin her daim içlerinde bir ukde kalacaktır. Ama bu ve bunun gibi hikâyelerdir belki de futbolu güzel kılan...
Daha da uzatmayıp sözü Mustafa'ya bırakıyoruz:
Günümüzdeki büyük futbol organizasyonlarında 23 oyuncu milli takımlara çağırılıyor. Bunların üç tanesi kaleci olmak üzere diğer mevkilerden 5-8 arası oyuncu milli takımın bir parçası olabilmek adına kendi içlerinde bir yarışa giriyorlar.
Bir defansın, orta saha oyuncusunun ya da forvetin oynayabilme şansı maçın o anki durumuna, oyuncuların kondisyonuna ya da karşı takımın zafiyetini kullanma adına değişirken kalecilik için böyle bir durum söz konusu bile olamıyor. Çünkü birbirlerine çok yakın kalitede olsalar dahi her milli takım genelde tek kalecinin eline bakar. Bu durum milli forma sayısında, as ve yedek milli kaleciler arasında –hele bir de akranlar ise- astronomik farklar oluşmasına sebep olur. Şans mı şanssızlık mı bilemem ama ülkemizde bu durum hiç böyle enteresan bir durum yaratmamıştır, zira kaliteli kaleci üretimimiz yeterince iyi değil. Zaten bunu takımlardaki yabancı kaleci bolluğundan görebiliyoruz. Son 15 yıla bakarsak sadece Rüştü Reçber ile Volkan Demirel var elimizde. Ama özellikle kaliteli kaleci yetiştirme sayısı oldukça yüksek olduğu ülkelerde bu durum belki birer ümitsizlik, geri planda kalma sebebi. İşte bu örneklerden bazıları…
Jens Lehmann (ALM): Premier League’de Arsenal, Serie A’da AC Milan, Bundesliga’da Schalke 04, Borussia Dortmund ve Vfb Stuttgart ile 500’den fazla maça çıkmış olan bu büyük kaleci yalnızca 61 kez milli oldu. Rakam çok küçük değil ancak milli maçlarının büyük çoğunluğu hazırlık karşılamasıydı. 2006 Dünya Kupası'ndan önce Oliver Kahn milli takımı bırakınca 1. kaleci olma şerefine erişebildi.
Francesco Toldo (İTA): Serie A’da Fiorentina ve Inter ile 400’ü aşkın maç oynamış İtalyan kaleci 28 kez milli oldu. Kariyerinin ilk yıllarında Angelo Peruzzi ve Gianluca Pagliuca'nın sonraları ise Gianluigi Buffon’un ardında, milli takımda 2. kaleci oldu. Euro 2000 öncesi hazırlık maçında Buffon’un elini kırması kendisi adına bir şanstı belki de ve takımının finale çıkmasında, yarı finalde kurtardığı penaltılarla önemli rol oynadı. Sonrasında ise Recaro koltuklara yatay geçiş yaptı tekrardan. Milli takımı bıraktı ama 2. kaleciliğe olan ilgisi hiç azalmadı. Halen Inter’de, Julio Cesar’ın arkasında bekleyerek kariyerine devam ediyor…
Luca Marchegiani (İTA): 1993’te döneminin transfer rekorunu kıran kaleciydi ama o da Pagliuca & Peruzzi ikilisinin gazabına uğradı. Lazio başta olmak üzere 400 maçın üzerindeki Serie A tecrübesi kaleyi ele geçirmesine yetmedi. Yalnızca 9 kez milli oldu.
Pepe Reina & Victor Valdes (İSP): İspanya Milli Takımı katıldığı organizasyonlarda çabuk kalifiye olmasa Reina’nın forma yüzü göreceği yok. 19 kez formayı kapabilmiş Iker Casillas’tan, ki büyük başarı çünkü Casillas 8-10 sene daha as kaleci olacak gibi duruyor (200 milli forma bekliyorum kendisinden). Valdes’in durumu daha kötü, zira Katalunya milli takımında anca kendini avutuyor belki de... Oynadığı U21 maçlarından sonra henüz bir milli aktivitesi yok.
Ivano Bordon & Luciano Castellini (İTA): Onların en büyük şanssızlığı ise tüm zamanların sayılı kalecilerinden olan Dino Zoff ile akran olmalarıydı. 1974-1982 arsındaki İtalya’nın katıldığı tüm organizasyonlarda başrolü Zoff oynarken, Inter’in o zamanlardaki as kalecisi olan Bordon 21 milli forma sayısını anca bulabilmiştir, çünkü sadece 1982-1983 sezonunda ülkesinin birinci kaleciliği onun olmuştur. Uzun yıllar Torino ve Napoli’de 1. kalecilik yapmış Castellini ise sadece 1 maç için milli forma taşıma onuruna erebilmiştir.
Sander Westerveld (HOL): Efsane ve yaşlanmayan kaleci Edwin Van der Sar’ın mağdur ettiği kalecilerin en başında gelenlerden. Premier League’de Liverpool, La Liga’da Real Sociedad tecrübesi olmasına rağmen pek çok organizasyonda 22 numaralı formaya sahip olan bu Hollandalı arkadaş sadece 6 kez Portakallar ile ilk 11’de oynayabilmiştir.
Vladimir Maslachenko (SSCB): Futbol tarihinin en başarılı ve karizmatik kalecilerinden olan Lev Yashin ile aynı dönemde kalecilik yapmış Ukrayna asıllı Sovyet kalecidir kendileri. 1958 ve 1962 Dünya Kupaları ile Euro 60’ta Sovyetlerin 2. kalecisi olmuştur. 350 maçın üzerindeki Lokomotiv Moskova ve Spartak Moskova ile olan Sovyet Ligi tecrübesinin yanında sadece 8 kez milli olabilmiştir.
Bu oyuncuların arasında futbolu bırakanlar, olduğu kadar henüz bırakmamış hatta oldukça genç olanları var. Futbol ani değişimlerin olduğu bir oyun tabi aynı zamanda, kimin başına ne geleceği, kariyerlerinin nasıl değişeceğini bilemeyiz ama şu bir gerçek ki bu kalecilerin her daim içlerinde bir ukde kalacaktır. Ama bu ve bunun gibi hikâyelerdir belki de futbolu güzel kılan...
19.04.2010
FM 2010 & iPhone ve iPod Touch
yazan:
os
iPhone ve iPod Touch sahipleri için bir güzel haber. FM 2010 artık apple store'larda. 9.99 $'lık fiyatıyla bu oyunu oynayabilecekler. Blogumuzun zengin yazarı demiycem kişisi bu oyunu iPod Touch'ta deniyip, sizlere anlatacaktır. Benim ilk duyumlarım hız konusunda bir sıkıntı olmadığı yönünde.
18.04.2010
Higuain: Son Vuruş Üstadı?
yazan:
firat selcuk
Valencia'ya da golünü atıp Messi'nin boş geçtiği haftada krallık yarışında kendisi adına önemli bir adım attı Arjantinli yıldız. Henüz ilk sıraya yerleşemese de fark kapatmak da önemlidir ligin sonlarına yaklaşırken.
Başlıktaki konu ise şu, son vuruşlardaki isabet oranı. La Liga'da iki devin ikişer yıldızı ele alınınca çok çok açık bir farkla Higuain ismi öne çıkıyor. Gonzalo Higuain her 3.04 şuttan birinde gol sevinci yaşıyor. Başka bir deyişle 1 gol bulmak için 3.04 şut çekiyor rakip kaleye.
Bu sayı muhtemel gol kralı Messi için 4.88. Zlatan ise oldukça geride bu iki isimden: 5.73 şutta bir golü buluyor İsveçli dev. İki dev takımın dört büyük golcüsü arasında ise en geride olanı C. Ronaldo. Portekizli forvetin attığı her 8.68 şuttan biri golle sonuçlanıyor sadece. Gonzalo Higuain'in bu istatistiği gerçekten önemli. Belki Messi gibi olur olmaz şutlar denemediği için böylesine yüksek bir isabet oranı tutturmuştur ancak şu da var ki Real Madrid gibi bir takımda yanında bir önceki sezonun gole doymak bilmemiş adamı Cristiano Ronaldo varken; ve seni Raul gibi bir efsane ile her ne kadar ters tepse de Benzema gibi kendi yaşıtın bir genç yedekliyorsa bu isabet oranı büyük başarıdır. Bazen sorgulanıyor ya neden Higuain diye, işte bu yüzden. Bu kadar çok maça çıkanları karşılaştırınca 7-8 şutta bir gol bulan adamdansa 3 şutta bir atan adam her zaman bir numaralı tercih olur, olmalıdır.
Başlıktaki konu ise şu, son vuruşlardaki isabet oranı. La Liga'da iki devin ikişer yıldızı ele alınınca çok çok açık bir farkla Higuain ismi öne çıkıyor. Gonzalo Higuain her 3.04 şuttan birinde gol sevinci yaşıyor. Başka bir deyişle 1 gol bulmak için 3.04 şut çekiyor rakip kaleye.
Bu sayı muhtemel gol kralı Messi için 4.88. Zlatan ise oldukça geride bu iki isimden: 5.73 şutta bir golü buluyor İsveçli dev. İki dev takımın dört büyük golcüsü arasında ise en geride olanı C. Ronaldo. Portekizli forvetin attığı her 8.68 şuttan biri golle sonuçlanıyor sadece. Gonzalo Higuain'in bu istatistiği gerçekten önemli. Belki Messi gibi olur olmaz şutlar denemediği için böylesine yüksek bir isabet oranı tutturmuştur ancak şu da var ki Real Madrid gibi bir takımda yanında bir önceki sezonun gole doymak bilmemiş adamı Cristiano Ronaldo varken; ve seni Raul gibi bir efsane ile her ne kadar ters tepse de Benzema gibi kendi yaşıtın bir genç yedekliyorsa bu isabet oranı büyük başarıdır. Bazen sorgulanıyor ya neden Higuain diye, işte bu yüzden. Bu kadar çok maça çıkanları karşılaştırınca 7-8 şutta bir gol bulan adamdansa 3 şutta bir atan adam her zaman bir numaralı tercih olur, olmalıdır.
Kazı Kazan!
yazan:
demiycem
Mac basliyor.. Guzel bir atmosfer.. Daha 2. dakikadan zimbaliyor Alex.. Galatasarayli olarak soyle bir dogruluyoruz ekran basinda.. "Ulan iyi mac olacak herhalde" diye ama yok iste gerisi.. İkinci yari Besiktas'in kuru baskisindan baska pek bir icraat goremiyorduk.. Huseyin Gocek sagolsun.. Hakemler de hata yapar diyecegiz de masallah penalti pozisyonu disinda dogru karari olmuyor Gocek'in.. Bir hakemin mac sonunda gosterdigi 3 kirmizi kart yanlissa, bir de penalti pozisyonunu es geciyorsa daha ne denebilir bu hakeme..
Besiktas ile girelim ufaktan.. Klasik bir Denizli "bosa harcanmis ilk yarisi" yasandi.. Kaleye gidemeden devreyi bitirdiler.. Alex'i tutmak icin sistem degistirip 2. dakika'da Alex'ten gol yemek en buyuk ceza oldu sanirim Mustafa Denizli'ye.. İkinci yari yine anlamsiz bir degisiklik fakat 55. dakikadan sonra oyunu Fenerbahce'nin yari sahaya yigdilar diyebilirz.. Holosko'nun oyuna 85'te girmesinin de bir aciklamasi olmali ayrica.
Fenerbahce'ye gelince bazi kelimelerin yetmedigi dusuncelere giriyorum ister istemez.. Genclerbirligi macindan beridir once savunma diyerek gunu kurtaran bir takim artik Fenerbahce.. Ne bir hucum varyasyonu ne bir guzel hareket.. Gecir 8 tane adami topun arkasina oraya buraya basarak maci bitir.. Sampiyonluga giden bu yolda cok da basarili bir taktiktir o ayri.. Sampiyon da olacaklar buyuk ihtimalle ama sorun farkli Fenerbahce'de..
Sorun futbol ahlakinin sifirin altinda seyretmesi Fenerbahce'de.. Alex 40 metre kosarak Sivok'un ustune yuruyor.. Emre kendini kalenin icine sallayarak penalti bekliyor, ikinci yari kendini yine atiyor Ernst'i oyundan attiriyor.. Semih korner direginin orada topu kaptirinca dirsek yemis gibi disari atiyor kendini, yerde yuvarlaniyor.. Bilica o kadar kaybetmiski kendini kazanma hirsiyla, futbolun sahada oynandigini unutup penalti noktasini kaziyor.. Hesapta topa vurmasini zorlastiracak rakibin.. Kafa yapisina bakar misin adamin.. Bunu da ovuyor Fenerbahce taraftari.. Kimse neden bodoslama adamin ustune gidiyorsun demiyor.. Bu macta bizi yakiyordun az daha demiyor Bilica'ya.. Yahu su Bilica' dan daha iyi bir stoper yokmu dunyada bu kucuk kafali adamlara kaliyor koca Fenerbahce..
Mac bitiyor sampiyonluk kutlamalari yapiliyor.. Saracoglu'nda 52 bin + 18 kisi Galatasaray'in Bursa'yi yenmesi icin tek yurek oluyorlar sahanin ortasinda ama kimse Kadikoy'de "Bilica denen cirkef olmasa bursa'yi yenerdik, su an gercekten sampiyonlugu kutluyor olabilirdik" demiyor.. Son olarak futbolun biraz adaleti varsa su Bilica sampiyonluk sevinci yasamaz bu ulkede..
Not: Başlığı twitter'da benjcev'den alıntıladık.
Besiktas ile girelim ufaktan.. Klasik bir Denizli "bosa harcanmis ilk yarisi" yasandi.. Kaleye gidemeden devreyi bitirdiler.. Alex'i tutmak icin sistem degistirip 2. dakika'da Alex'ten gol yemek en buyuk ceza oldu sanirim Mustafa Denizli'ye.. İkinci yari yine anlamsiz bir degisiklik fakat 55. dakikadan sonra oyunu Fenerbahce'nin yari sahaya yigdilar diyebilirz.. Holosko'nun oyuna 85'te girmesinin de bir aciklamasi olmali ayrica.
Fenerbahce'ye gelince bazi kelimelerin yetmedigi dusuncelere giriyorum ister istemez.. Genclerbirligi macindan beridir once savunma diyerek gunu kurtaran bir takim artik Fenerbahce.. Ne bir hucum varyasyonu ne bir guzel hareket.. Gecir 8 tane adami topun arkasina oraya buraya basarak maci bitir.. Sampiyonluga giden bu yolda cok da basarili bir taktiktir o ayri.. Sampiyon da olacaklar buyuk ihtimalle ama sorun farkli Fenerbahce'de..
Sorun futbol ahlakinin sifirin altinda seyretmesi Fenerbahce'de.. Alex 40 metre kosarak Sivok'un ustune yuruyor.. Emre kendini kalenin icine sallayarak penalti bekliyor, ikinci yari kendini yine atiyor Ernst'i oyundan attiriyor.. Semih korner direginin orada topu kaptirinca dirsek yemis gibi disari atiyor kendini, yerde yuvarlaniyor.. Bilica o kadar kaybetmiski kendini kazanma hirsiyla, futbolun sahada oynandigini unutup penalti noktasini kaziyor.. Hesapta topa vurmasini zorlastiracak rakibin.. Kafa yapisina bakar misin adamin.. Bunu da ovuyor Fenerbahce taraftari.. Kimse neden bodoslama adamin ustune gidiyorsun demiyor.. Bu macta bizi yakiyordun az daha demiyor Bilica'ya.. Yahu su Bilica' dan daha iyi bir stoper yokmu dunyada bu kucuk kafali adamlara kaliyor koca Fenerbahce..
Mac bitiyor sampiyonluk kutlamalari yapiliyor.. Saracoglu'nda 52 bin + 18 kisi Galatasaray'in Bursa'yi yenmesi icin tek yurek oluyorlar sahanin ortasinda ama kimse Kadikoy'de "Bilica denen cirkef olmasa bursa'yi yenerdik, su an gercekten sampiyonlugu kutluyor olabilirdik" demiyor.. Son olarak futbolun biraz adaleti varsa su Bilica sampiyonluk sevinci yasamaz bu ulkede..
Not: Başlığı twitter'da benjcev'den alıntıladık.
Lucas & Aykut: Manisapor 1-2 Galatasaray
yazan:
firat selcuk
Futboldan önce deplasman macerasından biraz bahsederek başlayayım. Öğlen metroyla Bornova'ya geçtim oradan da 30 dakikalık yolun ardından Manisa'ya ulaştık. Karşıyaka'da veya Buca'da bir maça gitmiş olsam yine 30-40 dakikalık bir zaman geçecekti evden maçın oynanacağı yere ulaşmam için. Üçyol'dan çıkıp 1 saat sonra Manisa'daydım.. İzmirli olanlar için normal de, bilmeyenler için bundan bahsetmek istemiştim. Şehir içinde bir maça gider gibi rahatmış Manisa'da maç izlemek, bunu biliyorduk ama tecrübe de etmiş olduk.
Manisa'ya 15.30'da ulaştık, otogarda biletlerimizi 3 gün önceden alan arkadaştan teslim aldık ardından da yemek derdine düştük. Pek de geniş olmayan Manisa'da azıcık daha zorlasak kayboluyorduk 4 kişi. Bu 4 kişi Galatasaray Sözlük'ten mert insanı, ben, Mert'in arkadaşı ve benim arkadaşımdı. Tüm çabalarımıza rağmen kaybolmayıp hemen geri döndük ve bulduğum ilk yerde karnımızı doyurup stada doğru gitti, zaten saat 16.30 olmuştu o ara. Sayamadım ama 3-4 tane polis kontrol noktasından geçip bizim tribünün oraya ulaştık. Galatasaray Sözlük ekibiyle de orada buluşmuş olduk. 19 sözlük yazarı ve 4 yancı olmak üzere 23 kişiydik. Bireysel gitmektense aralarına yeni yeni dahil olduğum Galatasaray Sözlük İzmir ekibi ile birlikte olmak güzeldi. 1 hafta önce Diyarbakırspor maçı öncesi kendileriyle tanışmıştım ki bunca vakittir birlikte maç izlediğim topluluklar arasında en aklı selim, en uyumlu, en sorunsuz olanıydı bu ekip. Bunun parçası olmak da güzel, bu gidişle daha çok organizasyonda birlikte yer alacağız gibi.
Stadın önünde bir kere polis kontrolünden geçip tribün kapısına yöneldik, orada da sıra özel güvenliğe gelmişti. Onlar da aramaları yaptılar ama özel güvenliğin üst aramasında hayatımdaki en ilginç anlardan birini yaşadım. Saçlarım 3 senedir uzuyor, haliyle epeyce uzadılar, e bir de gür ve kıvırcık olunca iyice ilginç duruyor. Özel güvenlik ceplerimi, hatta ayakkabılarımı bile şöyle bir kontrol edip vurucu darbeyi yaptı ve saçlarımı aradı!. Evden çıkarken saçım tam kurumamıştı, tokayla bağlarsam kolay kurumadığı için açık saçla gezdim maça kadar. Adam daldırdı elleri saçlarıma, şöyle bir silkeledi önce parmakları geçirdi saça ve içini(?) kontrol etti. Adamın suratına baktım "bu da geldi ya başıma, bambaşkasınız" dedim yürüdüm, arkadaki kadın görevli arkadaşına ve bana bakıp kahkahalarla güldü haliyle o görüntü karşısında.. Bundan daha ilginç bir olayı değil tribünde hayatın herhangi bir alanında zor yaşarım herhalde.. Çıkışta da önce Manisalıların dağılmasını bekledik ve otogara gitme telaşına kapılacakken otobüs firmasının kapının önüne sıra sıra araç dizmesiyle rahatlayıp soluğu Küçük Park'ta aldık 40-45 dakika sonra. Kalanlarla birer kahve içip alkol almamış olsak da minimum 7-8 saatlik açlığımızı gidermek için ıslak hamburger ile finalimizi yaptık.
Tribünü ve ufak çaplı deplasman macerasını geçip maça da değineyim. Kadroyu maçtan 1 saat önce telefonda alıp rahatladım kısmen de olsa. Caner'in sol bekte oluşu artık iyice rahatsızlık verdiği için kısmen diyorum, yoksa kalanlarla problemim yok. Gerçi kalanların biriyle(Arda) problem maç içerisinde oluştu o da başka konu, az sonra değineceğim. Maçı başlatmadan önce şunu da demem lazım: Aykut hemen 5-6 metre önümüzde ısınırken, yedekteki Leo Franco kenarda kendi çapında kimseyle muhatap olmadan açma-germe yapıp mazlum mazlum takılıyordu ya; işte o an göbek atıp halaylar çekmek istedim. O adamın bu takım için yapabileceği en iyi şey bu çünkü.
Bu maçta Lucas Neill git gide artan performansını bir basamak daha yükseltti. Giovani'ye net olarak "beni g.t etti" demiştim ama esas bombayı Neill patlattı bana galiba. Giovani yine geldiği günlerdeki gibi istikrarsız formunu sürdürüyor ancak bu defa tahammül ediyorum, eleştirip durduk yere yerlere atacağım sanılmasın. Neill'ı Gio kadar sert eleştirmedim, defansif yönden bir alıp veremediğim yoktu kendisiyle ancak son 3-4 maçtır deli gibi hücuma çıkışlar yaparak iyiden iyiye bir sonraki formamın arkasındaki isim olma yolunda ilerliyor. Ayrıca Neill yanında topla oynamayı bilen bir adam olduğu zaman daha bir özgüvenle oynuyor. Emre Güngör ile de Hakan Balta ile de çok iyi uyum sağlıyor, Servet varken ne kadar iyi olursa olsun Neill da yeteri kadar tatmin edici olamıyor. Belki de ilk dönemlerindeki eleştirimin sebebi budur bilemiyorum.
Aykut'a da bir parantez açmak gerek. Bu adam kaledeyken Leo Franco'nun veremediği güveni veriyor o iyice kesinleşti bu maçtaki performansla. En azından ben Leo Franco kaledeyken dediğim "bunu yeriz" lafını bu kadar sık söylemiyorum. Mesela ikinci yarı başında Isaac'in pozisyonunda Leo Franco olsa büyük ihtimalle golü yemiştik. Aykut top atıldığı anda pozisyonunu alıp hemen çıkarak engel oldu gole. Leo Franco yaptığı hatayı bir daha yapıp bundan ders almayan bir adam. Aykut ise yaptığı hatayı sezon içerisinde 3-4 kere daha tekrarlayıp pişkin pişkin golden sonra elinir kaldırıp özür dileme hareketi yapacak bir adam değil. Çalışan adam belli oluyor. Aykut üst düzey hedeflerimiz için yeterli bir kaleci değil belki ama Türkiye için fazlasıyla yeterli bir kaleci. Leo Franco ise Türkiye için bile yeterli değil. E bu durumda Aykut'un oynaması, Ufuk'un önümüzdeki sezona hazırlanması en mantıklı tercih ki umarım Ufuk gerçekten gelecek sezona hazırlanıyordur. Aykut ile önümüzdeki sezon yeni bir Avrupa macerasına atılmak ne kadar %100 doğru bir tercih olur bilemiyoruz. Sadece geçmişteki acı tecrübeyi örnekleyebiliyoruz. Aykut bunlardan ders çıkardıysa ne ala, yok çıkarmadıysa işler karışır.
Topal'dan her zamanki gibi bahsetmek istiyorum. Bir iki top kaybetti dün ve hemen tribünde belli belirsiz küfürler yükseldi. Adamın önünde 2 kişi olduğunu, hareket alanının olmadığını ben iki gözümle görüyorum olduğum yerden. Bunun için tribüne gerek yok TV'de de izleyince çoğu maçta aynısı oluyor. Adam kapatılmış, pas alırsa topu kullanması zor durumda ama Sabri çat diye Mehmet Topal'a paslıyor topu. E adam ne yapsın burada? Pas gelene kadar zaten rakip topu alacak hamleyi yapıyor, Mehmet topa dokunsa da dokunmasa da top rakipte. Ama suçlu Mehmet oluyor, o kötü pası atan Sabri değil. Savunma olarak Mehmet Topal'dan memnun olmayan kimse yok. Özellikle bire birde adam kilitleme görevini fazlasıyla yerine getiriyor. Hücumda bir şeyler bekleyip top çıkaramadığı için eleştiriliyor ki bunu yapması için yanına Elano koyuldu. Mehmet eskisi gibi 1-2 adama çalım atıp hücuma top çıkarsa bu kez de "vay efendim Elano dururken sen kimsin Mehmet!" denecek. E sen top çıkarırken/taşırken adama böyle itiraz edeceksen neden top kullanmadığı için de eleştiri yapıyorsun? 2 sene önce Mehmet beyin görevini görüyordu bu takımda, bugün Elano'nun yanında pası sağ ve sol kanatlara dağıtıp defansif işler yapmakla görevli. Bu farkı gözetmeden vuruyorlar da vuruyorlar adama. Son 1 aydaki Mehmet Topal bile eleştirildiyse bu adamın 2-3 tane Messi golü atması lazım eleştiriye son vermek için, başka ihtimal kalmıyor. Kötü düşüncelerle eleştirmek başka, kötü eleştiri başka şey. Topal'dan fazlasıyla memnunum ben kısacası. Kalemize attığı gol bizi gereksiz yere sıksa da orada Neill, Sabri, Emre, Hakan, Caner kim olursa olsun o top kaleye girerdi. Mehmet'in 1-2 metre önünde hızla seken toptan ne kaçmaya vakti vardı, ne de topa müdahale etmeye vakti vardı. Orada o gol gelecekti ve geldi, bir insan değil direk diksek yine o seken top kalemizdeydi..
Arda'ya geleceğim dedim, gelmeden bitirmeyeyim. İstanbul'daki seyirciye küsebilir o kendi problemidir de, "Manisa'ya gelen bir avuç insanın suçu neydi?" sorusunun suratına çarpılıp cevap beklenmesi gerekir. Oraya gelen "Ayda Ayda" diyen 3-5 yaşındaki çocukların suçu nedir? Bunun cevabını vermelidir "Büyük Kaptan". Manisa ve İzmir'deki insanlar şanslıysa ve bilet bulursa 1 kere izliyorlar seni senede. Senin dargınlığını, küsüp tavır almanı değil sadece seni bekliyor taraftar. İstanbul'da olanı biteni umursamıyor insanlar, seni umursuyor, takımın alacağı 3 puanı bekliyor ve oyuncuları bağrına basmayı bekliyor. Sen tavrını İstanbul'da sana sinemalı besteler yapan adı ve cismi belli topluluğa yap. Manisa'ya gelen suçsuz ve tek derdi seni ve takım arkadaşlarını görmek olana insanlara değil.
Manisa'ya 15.30'da ulaştık, otogarda biletlerimizi 3 gün önceden alan arkadaştan teslim aldık ardından da yemek derdine düştük. Pek de geniş olmayan Manisa'da azıcık daha zorlasak kayboluyorduk 4 kişi. Bu 4 kişi Galatasaray Sözlük'ten mert insanı, ben, Mert'in arkadaşı ve benim arkadaşımdı. Tüm çabalarımıza rağmen kaybolmayıp hemen geri döndük ve bulduğum ilk yerde karnımızı doyurup stada doğru gitti, zaten saat 16.30 olmuştu o ara. Sayamadım ama 3-4 tane polis kontrol noktasından geçip bizim tribünün oraya ulaştık. Galatasaray Sözlük ekibiyle de orada buluşmuş olduk. 19 sözlük yazarı ve 4 yancı olmak üzere 23 kişiydik. Bireysel gitmektense aralarına yeni yeni dahil olduğum Galatasaray Sözlük İzmir ekibi ile birlikte olmak güzeldi. 1 hafta önce Diyarbakırspor maçı öncesi kendileriyle tanışmıştım ki bunca vakittir birlikte maç izlediğim topluluklar arasında en aklı selim, en uyumlu, en sorunsuz olanıydı bu ekip. Bunun parçası olmak da güzel, bu gidişle daha çok organizasyonda birlikte yer alacağız gibi.
Stadın önünde bir kere polis kontrolünden geçip tribün kapısına yöneldik, orada da sıra özel güvenliğe gelmişti. Onlar da aramaları yaptılar ama özel güvenliğin üst aramasında hayatımdaki en ilginç anlardan birini yaşadım. Saçlarım 3 senedir uzuyor, haliyle epeyce uzadılar, e bir de gür ve kıvırcık olunca iyice ilginç duruyor. Özel güvenlik ceplerimi, hatta ayakkabılarımı bile şöyle bir kontrol edip vurucu darbeyi yaptı ve saçlarımı aradı!. Evden çıkarken saçım tam kurumamıştı, tokayla bağlarsam kolay kurumadığı için açık saçla gezdim maça kadar. Adam daldırdı elleri saçlarıma, şöyle bir silkeledi önce parmakları geçirdi saça ve içini(?) kontrol etti. Adamın suratına baktım "bu da geldi ya başıma, bambaşkasınız" dedim yürüdüm, arkadaki kadın görevli arkadaşına ve bana bakıp kahkahalarla güldü haliyle o görüntü karşısında.. Bundan daha ilginç bir olayı değil tribünde hayatın herhangi bir alanında zor yaşarım herhalde.. Çıkışta da önce Manisalıların dağılmasını bekledik ve otogara gitme telaşına kapılacakken otobüs firmasının kapının önüne sıra sıra araç dizmesiyle rahatlayıp soluğu Küçük Park'ta aldık 40-45 dakika sonra. Kalanlarla birer kahve içip alkol almamış olsak da minimum 7-8 saatlik açlığımızı gidermek için ıslak hamburger ile finalimizi yaptık.
Tribünü ve ufak çaplı deplasman macerasını geçip maça da değineyim. Kadroyu maçtan 1 saat önce telefonda alıp rahatladım kısmen de olsa. Caner'in sol bekte oluşu artık iyice rahatsızlık verdiği için kısmen diyorum, yoksa kalanlarla problemim yok. Gerçi kalanların biriyle(Arda) problem maç içerisinde oluştu o da başka konu, az sonra değineceğim. Maçı başlatmadan önce şunu da demem lazım: Aykut hemen 5-6 metre önümüzde ısınırken, yedekteki Leo Franco kenarda kendi çapında kimseyle muhatap olmadan açma-germe yapıp mazlum mazlum takılıyordu ya; işte o an göbek atıp halaylar çekmek istedim. O adamın bu takım için yapabileceği en iyi şey bu çünkü.
Bu maçta Lucas Neill git gide artan performansını bir basamak daha yükseltti. Giovani'ye net olarak "beni g.t etti" demiştim ama esas bombayı Neill patlattı bana galiba. Giovani yine geldiği günlerdeki gibi istikrarsız formunu sürdürüyor ancak bu defa tahammül ediyorum, eleştirip durduk yere yerlere atacağım sanılmasın. Neill'ı Gio kadar sert eleştirmedim, defansif yönden bir alıp veremediğim yoktu kendisiyle ancak son 3-4 maçtır deli gibi hücuma çıkışlar yaparak iyiden iyiye bir sonraki formamın arkasındaki isim olma yolunda ilerliyor. Ayrıca Neill yanında topla oynamayı bilen bir adam olduğu zaman daha bir özgüvenle oynuyor. Emre Güngör ile de Hakan Balta ile de çok iyi uyum sağlıyor, Servet varken ne kadar iyi olursa olsun Neill da yeteri kadar tatmin edici olamıyor. Belki de ilk dönemlerindeki eleştirimin sebebi budur bilemiyorum.
Aykut'a da bir parantez açmak gerek. Bu adam kaledeyken Leo Franco'nun veremediği güveni veriyor o iyice kesinleşti bu maçtaki performansla. En azından ben Leo Franco kaledeyken dediğim "bunu yeriz" lafını bu kadar sık söylemiyorum. Mesela ikinci yarı başında Isaac'in pozisyonunda Leo Franco olsa büyük ihtimalle golü yemiştik. Aykut top atıldığı anda pozisyonunu alıp hemen çıkarak engel oldu gole. Leo Franco yaptığı hatayı bir daha yapıp bundan ders almayan bir adam. Aykut ise yaptığı hatayı sezon içerisinde 3-4 kere daha tekrarlayıp pişkin pişkin golden sonra elinir kaldırıp özür dileme hareketi yapacak bir adam değil. Çalışan adam belli oluyor. Aykut üst düzey hedeflerimiz için yeterli bir kaleci değil belki ama Türkiye için fazlasıyla yeterli bir kaleci. Leo Franco ise Türkiye için bile yeterli değil. E bu durumda Aykut'un oynaması, Ufuk'un önümüzdeki sezona hazırlanması en mantıklı tercih ki umarım Ufuk gerçekten gelecek sezona hazırlanıyordur. Aykut ile önümüzdeki sezon yeni bir Avrupa macerasına atılmak ne kadar %100 doğru bir tercih olur bilemiyoruz. Sadece geçmişteki acı tecrübeyi örnekleyebiliyoruz. Aykut bunlardan ders çıkardıysa ne ala, yok çıkarmadıysa işler karışır.
Topal'dan her zamanki gibi bahsetmek istiyorum. Bir iki top kaybetti dün ve hemen tribünde belli belirsiz küfürler yükseldi. Adamın önünde 2 kişi olduğunu, hareket alanının olmadığını ben iki gözümle görüyorum olduğum yerden. Bunun için tribüne gerek yok TV'de de izleyince çoğu maçta aynısı oluyor. Adam kapatılmış, pas alırsa topu kullanması zor durumda ama Sabri çat diye Mehmet Topal'a paslıyor topu. E adam ne yapsın burada? Pas gelene kadar zaten rakip topu alacak hamleyi yapıyor, Mehmet topa dokunsa da dokunmasa da top rakipte. Ama suçlu Mehmet oluyor, o kötü pası atan Sabri değil. Savunma olarak Mehmet Topal'dan memnun olmayan kimse yok. Özellikle bire birde adam kilitleme görevini fazlasıyla yerine getiriyor. Hücumda bir şeyler bekleyip top çıkaramadığı için eleştiriliyor ki bunu yapması için yanına Elano koyuldu. Mehmet eskisi gibi 1-2 adama çalım atıp hücuma top çıkarsa bu kez de "vay efendim Elano dururken sen kimsin Mehmet!" denecek. E sen top çıkarırken/taşırken adama böyle itiraz edeceksen neden top kullanmadığı için de eleştiri yapıyorsun? 2 sene önce Mehmet beyin görevini görüyordu bu takımda, bugün Elano'nun yanında pası sağ ve sol kanatlara dağıtıp defansif işler yapmakla görevli. Bu farkı gözetmeden vuruyorlar da vuruyorlar adama. Son 1 aydaki Mehmet Topal bile eleştirildiyse bu adamın 2-3 tane Messi golü atması lazım eleştiriye son vermek için, başka ihtimal kalmıyor. Kötü düşüncelerle eleştirmek başka, kötü eleştiri başka şey. Topal'dan fazlasıyla memnunum ben kısacası. Kalemize attığı gol bizi gereksiz yere sıksa da orada Neill, Sabri, Emre, Hakan, Caner kim olursa olsun o top kaleye girerdi. Mehmet'in 1-2 metre önünde hızla seken toptan ne kaçmaya vakti vardı, ne de topa müdahale etmeye vakti vardı. Orada o gol gelecekti ve geldi, bir insan değil direk diksek yine o seken top kalemizdeydi..
Arda'ya geleceğim dedim, gelmeden bitirmeyeyim. İstanbul'daki seyirciye küsebilir o kendi problemidir de, "Manisa'ya gelen bir avuç insanın suçu neydi?" sorusunun suratına çarpılıp cevap beklenmesi gerekir. Oraya gelen "Ayda Ayda" diyen 3-5 yaşındaki çocukların suçu nedir? Bunun cevabını vermelidir "Büyük Kaptan". Manisa ve İzmir'deki insanlar şanslıysa ve bilet bulursa 1 kere izliyorlar seni senede. Senin dargınlığını, küsüp tavır almanı değil sadece seni bekliyor taraftar. İstanbul'da olanı biteni umursamıyor insanlar, seni umursuyor, takımın alacağı 3 puanı bekliyor ve oyuncuları bağrına basmayı bekliyor. Sen tavrını İstanbul'da sana sinemalı besteler yapan adı ve cismi belli topluluğa yap. Manisa'ya gelen suçsuz ve tek derdi seni ve takım arkadaşlarını görmek olana insanlara değil.
16.04.2010
Manisa Yolcusu Kalmasın...
yazan:
firat selcuk
"Bilet fiyatları çok yüksek olur, maça gitme umudumuz olmaz" derken 10TL'lik bilet fiyatları şapkadan tavşanı çıkardı. Yarın(Cumartesi) akşam 19.00'da Manisa 19 Mayıs Stadı'ndayım, son kalan şampiyonluk umudunu yeşertmemiz lazım kazanıp da. Bana kalsa 2. olmak bile yetiyor ama işte matematiksel olarak o şans sürdükçe insanın içinde bir şeyler kalıyor "Acaba mı?" diye.
Ayrıca tribünü eleştirmek suç olmuştu, "deplasmana gitmeyen bilmez" diye.. Alın size deplasman.. Neyse susuyorum, tartışma çıkacak durduk yere, böyle aptalca bir bahanenin üzerine yeni bir polemik daha çıkmasın..
Ayrıca tribünü eleştirmek suç olmuştu, "deplasmana gitmeyen bilmez" diye.. Alın size deplasman.. Neyse susuyorum, tartışma çıkacak durduk yere, böyle aptalca bir bahanenin üzerine yeni bir polemik daha çıkmasın..
İstek Üzerine: Artemio Franchi Facebook Page
yazan:
firat selcuk
Yorumlarda postları Facebook'tan takip etmek isteyenler için bir fan page isteği gelmiş. Twitter'da olduğu gibi bunda da çağrıları cevapsız bırakmadım ve ayarladım hemen bir sayfa.
Buradan sayfaya ulaşabilir ve isterseniz hayran olarak postları takip edebilirsiniz.
Buradan sayfaya ulaşabilir ve isterseniz hayran olarak postları takip edebilirsiniz.
14.04.2010
İçimde Bir Umut Vuslata Dair...
yazan:
os
sabahlar uzak, bu sevda tuzak bana
çok zaman geçti, sabrım yok yarınlara
kaçıncı hasret, kaçıncı yalnızlığım, sigaramın ucunda
şimdi yanımda, yanımda olacaktın
bıraktın beni sevda yokuşlarında
kuşlar uçurdum, akşamdan sabahlara
sigaramın ucunda yanar hasretin
vurur canevimden, ellerime kelepçeler vurur
gel vefasız, gel vicdansız
çağırmazdım acil olmasa
gel insafsız, ah kitapsız
yanıyorum arzularınla
aynalarda gözyaşım var
ağladıkça yangın çıkar gözyaşlarımdan
gerçekten inanıp sevseydin beni
böyle sabahları bekler miydim hiç
çoktan yanımda olurdun, çoktan
gece üç beş nöbetlerine dikmezdin beni
sensiz kaldığım ilk günden beri
içimde bir umut vuslata dair
akşamları imzaladım gözyaşlarımla
seni aramıyor, seni sormuyorsam
bu senden vazgeçtim demek değildir
bir daha böyle sevecek olsam, bir kalemde silerdim seni
gel vefasız, gel vicdansız
çağırmazdım acil olmasa
gel insafsız, ah kitapsız
yanıyorum arzularınla
aynalarda gözyaşım var
ağladıkça yangın çıkar gözyaşlarımdan
çok zaman geçti, sabrım yok yarınlara
kaçıncı hasret, kaçıncı yalnızlığım, sigaramın ucunda
şimdi yanımda, yanımda olacaktın
bıraktın beni sevda yokuşlarında
kuşlar uçurdum, akşamdan sabahlara
sigaramın ucunda yanar hasretin
vurur canevimden, ellerime kelepçeler vurur
gel vefasız, gel vicdansız
çağırmazdım acil olmasa
gel insafsız, ah kitapsız
yanıyorum arzularınla
aynalarda gözyaşım var
ağladıkça yangın çıkar gözyaşlarımdan
gerçekten inanıp sevseydin beni
böyle sabahları bekler miydim hiç
çoktan yanımda olurdun, çoktan
gece üç beş nöbetlerine dikmezdin beni
sensiz kaldığım ilk günden beri
içimde bir umut vuslata dair
akşamları imzaladım gözyaşlarımla
seni aramıyor, seni sormuyorsam
bu senden vazgeçtim demek değildir
bir daha böyle sevecek olsam, bir kalemde silerdim seni
gel vefasız, gel vicdansız
çağırmazdım acil olmasa
gel insafsız, ah kitapsız
yanıyorum arzularınla
aynalarda gözyaşım var
ağladıkça yangın çıkar gözyaşlarımdan
Deplasman Yapmayan Galatasaraylı Nadir
yazan:
os
Yıl 1994 ya da 1995... Ankara'da yaşıyoruz o zaman. Bir hafta sonu, babamın işyerinden bir arkadaşındayız, ailecek görüşüyoruz. Benden 2 yaş büyük bir kızı, benden 1 yaş küçük bir oğlu var Necdet amcanın, adı da "Nadir". Futbolu iyi oynardı, teknik, hızlı bir çocuktu. O yaşında bir kulüpte oynuyordu yani. Onlarda bizim gibi baba-oğul Galatasaraylıydı. Avrupa'da tur atladığımızda konvoya çıkardık onlarla, o zamanlar çok daha keyifliydi ya neyse.
Necdet Amca da babam da hafiften fanatik. Babam işyerinde iddialar sonrası depoların kapısını sarı-kırmızıya boyar, Necdet amca işyerindeki kaldırımları sarı-kırmızıya boyar eder... Gençlikte var onlarda o zamanlar, hafiften kırıklar. Bu boyama yaptıkları yerin askeri bir birlik olduğunu söyleyeyim de, deliliklerini kafanızda oturtun.
Neyse o gün Galatasaray maçını izliyoruz hepberaber, 2 baba, 2 oğul... ah'lar vah'lar takılıyoruz öyle... Dakika oldu 75, maç hala 0-0... Nadir'in benden daha fanatik olduğunu biliyorum, bilmiyorduysam da o gün öğrendim adam yerden yere atıyor kendini. Nadir birden maçı izlemeyi bıraktı çıktı, şaşırdım çok... -Nadir nereye gitti? diye soruyorum, duyan yok beni herkesin aklı maçta.
Bir baktım Nadir geldi, elinde bi seccade. Seccadeyi serdi yere televizyona karşı namaz kılmaya başladı. Bildiğin rüku,secde derken 2 rekat namaz kıldı çocuk. Ben şaşkınlık içerisindeyim, babam gülüyor ama kafası maçın skorunda belli. Necdet amca ise gayet doğal karşılıyor.
Maçı son dakikalarda attığımız gollerle 2-0 alıyoruz.
1-0 olduğunda Nadir sevinçten koştururken duvara çarpıyor. Ama öyle ayak takılması, denge kaybetmesi gibi değil. Çocuk bildiğin casper gibi duvardan geçmeye çalıştı gibi göründü. Alnı şişti, burnu kanamaya başladı ama kırık olduğu belliydi.
Hemen bi tülbent tuttu burnuna, maçı izlemeye devam etti. Daha doğrusu hep beraber ettik. 2-0 oldu tek başına halay çekmeye başladı Nadir, o burnunu tuttuğu tülbentle halaybaşı oldu adeta.
Maç bitti, Nadir'i hastaneye götürmeye hazırlanıyoruz, anneler şaşkın, gözyaşlarıyla söyleniyorlar babalara... Nadir'in annesi Nihal Teyze açtı ağzını yumdu gözünü... Necdet Amca'nın erkekliğinden girdi, babalığından çıktı adeta... 4-5 dakika konuştu etti Necdet Amca'daki tek cevap "E kızım yendik işte ne konuşuyosun daha"
Nadir'i bekliyoruz, adam yok ortada...
Babası gitti bi odasına bi baktı Nadir seccadeyi sermiş, bu sefer kıbleye yönelmiş bir şekilde namaz kılıyor...
Babalar başka şehirlere tayin oluyor, cep telefonu yok, internet yok biz kopuyoruz bir şekilde. Babalar ortak arkadaşlardan buluyorlar birbirlerini...
Yıllar geçiyor aradan, babasından öğreniyorum, Nadir zora giren her maçta TV'ye doğru namaz kılıyormuş... Ablasının düğünü bir Galatasaray maçına denk gelmiş, maçı izleyip öyle gitmiş düğüne.
Bir ara Gençlerbirliği altyapısındaymış, GS ile bir hazırlık maçı mı ne öyle bir şey varmış, gitmemiş maça hoca oynatır falan diye... sonra takımdan atılmış, detayları tam bilmiyorum.
Bu adam hala Ankara'da, en fazla yılda 3 maça gidiyor.. Herkesin ağzındaki "deplasman"ı yapmıyor, eski açık-yeni açık yok...
Kötü Galatasaraylı mı bu çocuk?
Az Galatasaraylı mı ?
Premier Lig'in Da Vinci'leri #3
yazan:
firat selcuk
Serinin 3. parçası ile bitiriyoruz. 3 saat gecikmeli geldi kusura bakmayın. Son parçada en dikkat çekici çizimin sahibi Wayne Rooney sanırım. Bu arkadaş da muhtemelen eğitim hayatında çöp adamı hocasına çizdirecek yeteneksizlikte olup yine de gururuna yediremeyip kendi başına bir şeyler yapmaya çalışan öğrenci olmuş. Yeteneksizsin işte Rooney neden bu zorlama?
Salomon Kalou tam çizemese de bahsettiği hayal sanırım Dünya Kupası. Zor be Kalou, zor, olmaz o iş. Zamanında milli takım olarak Hollanda'yı tercih etseydin belki olurdu. Theo Walcott arkasına çizdiği çizgilerle hızlı oluşuna dikkat çekmiş. O hız az daha Barcelona'yı yakıyordu çeyrek finalde.
Ve son olarak: Ryan Giggs. İnsanın çizdiği çöp adam bile mi karizmatik olur ya. Nasıl bir insansın sen Giggs, nasıl bir karizmasın..
- Premir Lig'in Da Vinci'leri #1
- Premier Lig'in Da Vinci'leri #2
Elveda Kupa: Fiorentina 0-1 Inter
yazan:
firat selcuk
İtalya Kupası maceramız, Inter ile eşleşince yarı finalde kalacak gibi görünüyordu, öyle de oldu. İlk maçı 1-0 kaybeden taraf olarak 2-0'ı isteyen değil de 1-0'ı bulsa yeterli gören bir oyun anlayışı ile sahadaydık. Maçın 90 dakikasını izleyemedim kesintisiz olarak ama şunu diyebilirim ki Manisa'nin Fenerbahçe'ye karşı 1-0 öne geçtikten sonra oynadığı oyunun biraz daha durgununu düşünelim. 1-0 bulursak buluruz, olmadı şans-kısmet diye oynadık. Aslında bizim oynamamız gerekeni Inter oynadı. Bir şekilde golü yemeyip ikinci devrede de golü buldular ve sonrasında bizim 3 gol atamayacağımız kesin olduğu için bitse de gitsek diye bir maç oynandı. Marchionni ilk 11'de başladığında "Tur Inter'in geçmiş olsun" demiştim, hiç yanılmadım. Santana dururken Marchionni denen arkadaş nasıl ilk 11 oynar aklım mantığım almıyor. Hatta hepsini geçtim nasıl Fiorentina veya bir Serie A kulübünde oynar böylesine vasat bir oyuncu, çok büyük saçmalık..
13.04.2010
Premier Lig'in Da Vinci'leri #2
yazan:
firat selcuk
Karikatürlerin/Çizimlerin ikinci parçasını da ekleyeyim, son parçayı da ayarladım sabah 09.00'da blogdaki yerini alacak. Steven Gerrard okuldayken muhtemelen çöp adamı bile öğretmenine çizdiren bir çocukmuş onu anladık. Jenas'ı da tanımasak kendini 2 metre boya sahip 150 kilo ağırlığında bir dev oyuncu diye yutturacak bize.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)