2011'in en önemli müzik olayları listesinin ilk 10 maddeden biri ne olurdu? Tartışmasız, King of Limbs. Aslında bir seneye yakın bir süredir beklenen bir haberdi King of Limbs'in çıkışı ve bugünün müziği adına herhangi bir şey değil Radiohead'in yeni albümü beklendiğinden sabırsızlık da merak da hat safhadaydı. Hiç abartı olmayacak bir benzetmeyle 90 sonrası dönemin Pink Floyd'u ilan edebileceğimiz topluluk bir albümle çıkageldiği her seferde illa ki müziğin piyasa şartlarında, dönemin hakim müzik akımlarının gidişatında önemli değişikliklere, gelişmelere sebebiyet vermişti. Önce Creep, Street Spirit, Nice Dream'le mainstream (ana akım olarak anacağım burdan sonra) piyasasındaki rock algısına yeni bir pencere açtılar, sonra bundan sıkılıp OK Computer'la özellikle İngiltere'de çok geniş bir alanı işgal eden indie müziğin etkisini müziklerine işlemeye başladılar. Indie müziğin ana akım müziği kadar ilgi görmesinde birinci elden katkısı olan birkaç isimden biri olmayı başardılar. Eğer King of Limbs'i anlamak ve değerlendirmek öncelikle Radiohead'in geçirdiği bu başkalaşımı eskiden yeniye anlamakla ilgili...
Radiohead belirgin olarak şu ana kadar üç döneme ayrılmış bir müzik algısıyla müzikal varlığını sürdürdü: İlk dönem ağır Brit-pop ve Brit-rock etkisindeki Pablo Honey ve The Bends'i içeren dönemdi. Beşlinin acemilik dönemi olarak adlandırabileceğimiz, şu anki ürettikleri müzikle neredeyse hiç alakası olmayan İngiltere'nin ana akım rock piyasasıyla önemli bağları olan bir haldeydi, Radiohead. Ama yine de, ileride gelecekleri noktayla ilgili ufak bir iki ipucu almak da mümkün bu dönemden. Ancak bu çok ufak bir iki şey dışında Radiohead bu dönemle neredeyse tamamen ilişkisini kesmiş durumda ve bu bizi yolculukta ikinci adıma götürüyor...
İkinci dönem olarak nitelenebilecek ürünler ise OK Computer'ın gelişiyle başladı. Hala İngiliz rock akımlarıyla bağını az çok sürdüren Radyokafa, bu albümden sonra imzaları haline gelecek deneysel anlayışlarının ilk örneklerini de bu albümle verdi. Albümün ritm altyapılarına büyük katkıları olan DJ Shadow açılış parçasına ilham veriyor, Greenwood'un arkasında olduğu orkestrasyonlar avant-garde klasik müzik bestecisi Penderecki'den izler taşıyor, aynı anda hem Queen hem Beatles hem Pixies etkileri okunan bir şarkı duyuluyor, bir yandan da Radiohead şarkı isimleriyle Bob Dylan'a selam çakmaktan geri kalmıyordu. Cümleye sığdıramadığım diğer isimler ise şöyle: Ennio Morricone, Louis Armstrong, Marvin Gaye ve Phil Spector... OK Computer tam manasıyla patlamıştı. Satış başarısı kazanmıştı, evet ama önemli olan bu değildi: Radiohead bu albümle alternatif rock denen şeyi tanımlamıştı. OK Computer'dan sonra ne indie rock alemi için ne de ana akım rock müzik için hiçbir şey eskisi gibi olmadı. Herkes bu işin sınırına değdiklerini düşünüyordu ama onlar yeni başlıyordu...
Deneysel anlayışın başlangıç dönemi diyebileceğimiz ikinci dönemleri Kid A'yle sürdü. OK Computer ne kadar şok edici bir şey olmuşsa Kid A bunu onla çarpacak kudrette bir etkiye sahipti. Radiohead artık Brit-rock'la tamamen ilişkisini kesmiş sayılırdı. Rock müziğe elektronik müzik, caz ve klasik müzik ekledikleri OK Computer'dan sonra, rock müziği ana öğe olarak kullanmaktan vazgeçip elektronik müziği merkeze almışlardı. Örneğin, Ed O'Brien'ın çaldığı tüm gitarlar elektronik bir işlemden geçirilerek ambient tınısına yaklaştırılmıştı. Thom Yorke gitarı elinden bırakmış, keyboardunun başına oturmuştu. Jonny Greenwood ise gitar çalarken gitar sapından çok efekt pedallarıyla uğraşmaya başlamıştı. Radiohead artık rock müzik yapmıyordu. Elbette, bu dönemin de sonu gelecekti ve Amnesiac bunu gerçekleştirdi: Yaptıkları müziği direkt olarak bir deney olarak nitelemek bile yanlış olmazdı. Bu hunili herifler, caz, electronica, klasik müzik ve shoegazing'i bir arada sunmakta sakınca görmüyor ve bu kez hiçbirini öne çıkarmadan melez bir yapıyla ortaya koyuyordu. Greenwood, elemanları enstrüman çalan bir gruptan çok her biri sesler üstünde denemeler yapan bir kolektife dönüştüklerini açıkça söylüyordu. Amnesiac, deneysel müzik severler dışında hiç kimseye hitap etmiyordu. Radiohead dinleyicisini şok etmeyi bile bırakmış, onlara açık olarak arkasını dönmüştü. Ama deneyselliğin kendileri için bile üst sınırı olduğunu anlamamızı sağladılar bir sonraki dönemle.
Ve aslında bizim konumuz olan son dönemi Hail to The Thief'le başlattılar. Bu albümle deneyselliği ve rock müziği sentezleme yoluna tekrar girme kararı aldıklarını belli ettiler. Ama bu kez her iki yönde de farklı müzisyenler olmuşlardı. İlk dönemle rock müziğin, ikinci dönemle deneysel ve elektronik müziğin içine batıp çıktıklarından bambaşka bir noktaya doğru evrilecekleri ortadaydı ve öyle oldu. Hail to The Thief hem ilk döneme hem ikinci döneme referanslar içeren ama bunu sentezleme işinde zaman zaman sınıfta kalan bir albüm olarak öne çıktı ve There There (bir başyapıt tabi), 2 + 2 = 5, Backdrifts, Go to Sleep gibi üst düzey şarkılarla In Rainbows hakkında ipuçları verdi bize. Ama nedense öksüz kaldı, ki hala bunu anlamak mümkün değildir bence.
Uzun süre sonra ise In Rainbows geldi ve değerlendirmeye bile gerek duymuyorum bu saatten sonra. Yayınlanış şekliyle, müziğiyle, sonradan gelen ikinci bölümüyle 2000'lerin başının alternatif müziğinin doktrinidir, In Rainbows. Dinlenişi boyunca bir saniye bile çıtası düşmeyen çok az albümden biridir ve o çıta öyle bir yerdedir ki rahatlıkla asla eskimeyeceğini söylemek mümkün. In Rainbows'dan gidilen yer ise King of Limbs olarak gösterildi... Yine bir sürü değişim ama aslında temelde aynı Radiohead yolculuğu söz konusuydu.
King of Limbs, Amnesiac vakitlerini hatırlatan bir girişle başlıyor. Fazlasıyla elektronik bir başlangıç bu In Rainbows'tan sonra. "Yeni bir Amnesiac mı dinliyoruz," sorusu akıllara gelirken Mr. Magpie'ın başlangıcıyla üçüncü dönemin yeni adımı ilan ediliyor. Radiohead, shoegazing yörüngesine iyiden iyiye giriyor. Mr. Magpie'yla başlayan atmosferik, zaman zaman atonal melodilerle, gitarın çoğunlukla psychedelic bir ambiyans yaratmak için kullanılmasıyla ve bu "uçurucu" ortamın Thom Yorke'un elektronik altyapı ve keyboardlarıyla desteklenmesiyle, Radiohead tarihinin en psychedelic işi olarak niteleyebiliriz albümü. Özellikle bas ve gitarların kullanımı konusunda bazı ufak ama önemli değişiklikler içermekte King of Limbs. OK Computer'da rock tınısının oluşmasında baş faktör olarak kullanıp Amnesiac ve Kid A'de aforoz ettikleri sonra tekrar müziklerinin içine Hail to The Thief ve In Rainbows'ta kabul ettikleri gitarı ilk kez böyle bir görevde kullanıyor Radiohead. Psychedelic ve shoegazing'in alamet-i farikalarıyla donattıkları kayıtta ikinci dönemden sonra hep olduğu gibi yeni, farklı ama müzik zihniyeti olarak aynı yani deneysel bir kimlik ortaya koyuyorlar. Deneyselliği bu sefer de farklı bir yönden ele alarak müziklerinin içinde yeni bir yol daha buluyorlar. Burada kast ettiğim ilk kez ortaya çıkan bir psychedelic tavır değil elbette, tam tersi hep müziğin bir elemanı olarak sentezin içinde az ya da orta seviye kullanılmış bir element olan psychedelic müziğin baskın bir role bürünmüş olması. Önceki albümlerinde elektronik müziği öne çıkaran bir tavrı benimseyen ve gitarı sanki Brit-rock etkili dönemin öğesi olarak kullanan Radiohead, In Rainbows'la arttırdığı gitar kaynaklı ortamı bu albümde müziğin deneyselliğinin kaynağı haline getirip bu nitelikle baş tacı ediyor ve bana sorarsanız kendilerinden bekleneni yapıyor.
İşin aslı, Radiohead radyokafa'lık yapmaya devam ediyor. Ama bu sefer daha çok "ayakkabılarına bakıyor." Bir yandan da elleri keyboard'da gezinmeye devam ediyor. Kendisine yaptığı belirli albümlerden dolayı değil müzik oluşturmadaki tavrından dolayı hayran olan kitleyi hayal kırıklığına uğratmadan şaşırtmaya devam ediyorlar.