Fotoğraf bir önceki U-20 Dünya Kupası'nın finalinden... Gana penaltı atışları sonucunda Brezilya'yı 4-3 yenerek Mısır 2009'da kupaya uzanmıştı.
Bu yaz Kolombiya'da U-20 Dünya Kupası'nın yanında, Meksika'da U-17 Dünya Kupası, Danimarka'da U-21 Avrupa Şampiyonası ve son olarak Romanya'da da U-19 Avrupa Şampiyonası düzenleniyor. Birkaç yıl öncesine kadar alt yaş grubu milli takımlarımız -insanlar pek takmasa da- bu kupalarda kayda değer dereceler yaparken, şu an 2 dünya kupası ve Euro U21'de yokuz, Euro U19'da ise işimiz gerçekten zor. Yani 1990-1994 grubundan düzgün bir jenerasyon çıkartamadığımız aşikar...
Katılamasak dahi kendilerini göstermeye hazır genç yetenekler için bile bu turnuvalar benim için izlenesi ve takip edilesidir. Kendi adıma fark ettiğim adamlardan FM'de(ya da bir zamanlar CM'de) takımıma aldığım oldukça fazla olmuştur.
Benim için sadece eğlencelik olan bu durum ise ülkemizde rağbet görmemekle birlikte futbol kulüplerimiz tarafından da yeterince ilgi çekmemekte. Bunun ise iki temel nedeni olduğunu düşünüyorum. Birincisi hala 21 yaş ve altındaki futbolcuların yetersiz olduğu, tecrübe eksikliğinden dolayı verimli olamayacakları öngörüsü. Diğeri ise, ola ki bu saplantıdan sıyrılınıp futbolcular izlense bile, tespit edilen oyuncular alınmaya çalışılsa karşımıza çıkan "Yabancı Sınırı". Bu sınır da genç oyuncuya yatırım yapmayı zorlaştırıyor, çünkü eldeki kısıtlı sayıdaki kozu "ya tutarsa" kumarına bırakmış olmak istemiyor kulüpler.
Gençler Şampiyonaları futbolu gelişmekte olan ülkeler için tutunulması gereken bir dal bana göre. Küçük yaşta normalden daha cüzi ücretlerle alınan oyuncuların mayası tuttuğu takdirde takımlarına aidiyet duygularının kuvvetli olmasının yanında, satışlarında ciddi kazançlar sağlanabiliyor. Bu satışların fazla olması sonucunda kulüplerin transfer pazarında elleri güçleniyor oyuncu alım-satımlarında. Kulüplerin bu konuda üzerine düşen en önemli görev ise onlara güvenmek. Unutulmamalıdır ki genç oyuncuların başarılı olmak için ihtiyaçları olan en önemli olgu tecrübeden ziyade onların arkasında duracak teknik adamlar ve idarecilerdir. Bu gerçekleşirse kazanan hep biz oluruz...
Bu arada söylemeyi unutmayalım, bahsedilen turnuvalardan ilki 2011 Euro U21 Şampiyonası 11 Haziran'da başlıyor. İlgilisine şimdiden iyi seyirler...
31.05.2011
30.05.2011
Taraftara Küsen Adam: Alessio Cerci
yazan:
firat selcuk
Sezonun bitimine doğru iyi bir form yakalayıp önümüzdeki sezon için iyi bir iz bırakan Alessio Cerci'den taraftar konusunda sert tepkiler geldi. Şöyle demekte kendisi: "Beni asla taraftarla kutlama yaparken, gol sevinci yaşarken görmeyeceksiniz. Son derece üzüldüm ve bunu asla unutmayacağım."
Gol anlamında en iyi sezonunu yaşayıp, sezon sonuna doğru attığı gollerle kariyerinin en golcü sezonunu geçiren Cerci'nin açıklamaları şöyle devam etmekte:
"Son birkaç ayda iyi oynadım ve goller de attım. Gazete başlıkları ve taraftarların söylemleri hakkımda gitgide olumlu hale gelmişti -ki bunların içinde bizi yolda gördükleri zaman bana ve kız arkadaşıma hakaret edenler de vardı. Söylenen şeyleri unutmam mümkün değil. İyi sonuçlar gelmiyordu, takım kötü oynuyordu, ancak bu konuda tek suçlu benmişim gibi davrandılar.
Belki sırf genç olduğum için beni günah keçisi ettiler, ya da bir diğer sebep Romalı olmam olabilir çünkü Romalılar Floransa'da pek hoşlanılar tipler değiller.
Hatta iyi dönemimde bile beni kötü oynamakla suçladılar çünkü iyi ve güzel arabaları severim, buna kızdılar belki de."
Haklı gibi aslında ama "iş işten geçtikten sonra iyi oynamaya başladı, şubat-mart aylarında neredyedi bu adam?" diye sorgulayan da epeyce fazla taraftar var ortalıkta. Sanırım bunu düşünenlerden bazılarına denk geldi Cerci.
Bana kalırsa bir tepki göstermem saçma olur, Fiorentina ikinci yarı çok umutlanmış olsa da, son birkaç haftaya kalırken bile kıyısından köşesinden UEFA umuduna tutunulsa da olmayacağı çok belliydi. Böyle bir ortamda, ligin ilk yarısının sonlarında ligi ve çoğu umudunu/hedefini rafa kaldıran takımda, transferin son beş günü takıma katılmış ve ilk devre neredeyse hiç oynamamış birisi için geç form tuttu diyerek eleştiri oklarını doğrultmak aptallıktan daha fazlası olmaz.
Durum Galatasaray gibi olsa eleştirmek belki doğru olur, ligin en büyük üç takımından biri sonuçta ancak İtalya gibi en büyüklerin bile en küçüklerden sürpriz tokatlar yediği yerde kötü sezon geçiren Fiorentina'nın umutlarını Galatasaray'ın kötü duruma rağmen sezon içerisinde bir noktaya kadar taze tutulan umutları ile yakın tutmak bile mucize olur.
Gol anlamında en iyi sezonunu yaşayıp, sezon sonuna doğru attığı gollerle kariyerinin en golcü sezonunu geçiren Cerci'nin açıklamaları şöyle devam etmekte:
"Son birkaç ayda iyi oynadım ve goller de attım. Gazete başlıkları ve taraftarların söylemleri hakkımda gitgide olumlu hale gelmişti -ki bunların içinde bizi yolda gördükleri zaman bana ve kız arkadaşıma hakaret edenler de vardı. Söylenen şeyleri unutmam mümkün değil. İyi sonuçlar gelmiyordu, takım kötü oynuyordu, ancak bu konuda tek suçlu benmişim gibi davrandılar.
Belki sırf genç olduğum için beni günah keçisi ettiler, ya da bir diğer sebep Romalı olmam olabilir çünkü Romalılar Floransa'da pek hoşlanılar tipler değiller.
Hatta iyi dönemimde bile beni kötü oynamakla suçladılar çünkü iyi ve güzel arabaları severim, buna kızdılar belki de."
Haklı gibi aslında ama "iş işten geçtikten sonra iyi oynamaya başladı, şubat-mart aylarında neredyedi bu adam?" diye sorgulayan da epeyce fazla taraftar var ortalıkta. Sanırım bunu düşünenlerden bazılarına denk geldi Cerci.
Bana kalırsa bir tepki göstermem saçma olur, Fiorentina ikinci yarı çok umutlanmış olsa da, son birkaç haftaya kalırken bile kıyısından köşesinden UEFA umuduna tutunulsa da olmayacağı çok belliydi. Böyle bir ortamda, ligin ilk yarısının sonlarında ligi ve çoğu umudunu/hedefini rafa kaldıran takımda, transferin son beş günü takıma katılmış ve ilk devre neredeyse hiç oynamamış birisi için geç form tuttu diyerek eleştiri oklarını doğrultmak aptallıktan daha fazlası olmaz.
Durum Galatasaray gibi olsa eleştirmek belki doğru olur, ligin en büyük üç takımından biri sonuçta ancak İtalya gibi en büyüklerin bile en küçüklerden sürpriz tokatlar yediği yerde kötü sezon geçiren Fiorentina'nın umutlarını Galatasaray'ın kötü duruma rağmen sezon içerisinde bir noktaya kadar taze tutulan umutları ile yakın tutmak bile mucize olur.
29.05.2011
Wembley 2011: FC Barcelona 3-1 Manchester United
yazan:
Musti
Maç yazısına bu muhteşem statla başlamak istiyorum. İngilizlerin 900 Milyon £ gibi bir bütçe ile yeniden yaptığı bu stadyum, tek kelime ile bir mabet. Bu maçta olan -verilere göre- 87.695 kişi belki de günün en şanslılarıydı. Bu statta nefes alıp vermek bile büyüleyici gerçekten...
Açıkçası benim de böyle düşündüğüm ve takımların bu sezonki formları dikkate alındığında dengeli başlayacağı düşünülen karşılaşma, başlamasından çok kısa bir süre içinde Barcelona'nın üstünlüğüne geçti. Man Utd tarafında ise sanki dayak yemekten gardını bir türlü kaldıramayan bir boksörün davranışları vardı. Rooney'in ayağından gelen beraberlik golü dahi maçın gidişatında bir farklılığa yol açmadı. İkinci yarıda ise eşitliğe rağmen Manchester United'da adeta bir kabullenme vardı ve bunun sonucunda da Barcelona'nın artık ezberlediğimiz rakibi pasla dövme oyununa kendilerini teslim ettiler. Bu sefer Barcelona bu oyununa ek olarak ceza sahası içinden topu dışarı çıkartıp Van der Sar'ı avlamayı denedi ve bunun sonunda da izlerken ağızları açık bırakan goller geldi.
3-1'den sonra zaten başta Man Utd olmak üzere herkes düdük sesini beklemeye başladı, beklerken de başta Valencia olmak üzere bazı oyuncuların kasaplık girişimlerini izlemek zorunda kaldık. Kassai'nin kart pintiliği ise ummadığım kadar enteresandı.
Sonuçta Barca, maçın ve tüm turnuvanın hak edeni olarak kupayı kazandı. Kupa töreninde Xavi'nin kaptanlık pazubandını Eric Abidal'e vermesi ve kupayı onun kaldırması ise Şampiyonlar Ligi'nin son yıllarda kullandığı "Respect" sloganına çok yakıştı.
Son fotoğraf da biraz bizden olsun. Bu sene Bank Asya 1. Lig'e çıkamasa da, yaklaşık 1 milyar kişinin izlediği bu maçta, Bandırmaspor yapabileceği en büyük reklamı yapmış oldu bu özverili taraftarı sayesinde. Bu da maçtan aklımızda kalan hoş bir enstantane oldu diyelim...
Açıkçası benim de böyle düşündüğüm ve takımların bu sezonki formları dikkate alındığında dengeli başlayacağı düşünülen karşılaşma, başlamasından çok kısa bir süre içinde Barcelona'nın üstünlüğüne geçti. Man Utd tarafında ise sanki dayak yemekten gardını bir türlü kaldıramayan bir boksörün davranışları vardı. Rooney'in ayağından gelen beraberlik golü dahi maçın gidişatında bir farklılığa yol açmadı. İkinci yarıda ise eşitliğe rağmen Manchester United'da adeta bir kabullenme vardı ve bunun sonucunda da Barcelona'nın artık ezberlediğimiz rakibi pasla dövme oyununa kendilerini teslim ettiler. Bu sefer Barcelona bu oyununa ek olarak ceza sahası içinden topu dışarı çıkartıp Van der Sar'ı avlamayı denedi ve bunun sonunda da izlerken ağızları açık bırakan goller geldi.
3-1'den sonra zaten başta Man Utd olmak üzere herkes düdük sesini beklemeye başladı, beklerken de başta Valencia olmak üzere bazı oyuncuların kasaplık girişimlerini izlemek zorunda kaldık. Kassai'nin kart pintiliği ise ummadığım kadar enteresandı.
Sonuçta Barca, maçın ve tüm turnuvanın hak edeni olarak kupayı kazandı. Kupa töreninde Xavi'nin kaptanlık pazubandını Eric Abidal'e vermesi ve kupayı onun kaldırması ise Şampiyonlar Ligi'nin son yıllarda kullandığı "Respect" sloganına çok yakıştı.
Son fotoğraf da biraz bizden olsun. Bu sene Bank Asya 1. Lig'e çıkamasa da, yaklaşık 1 milyar kişinin izlediği bu maçta, Bandırmaspor yapabileceği en büyük reklamı yapmış oldu bu özverili taraftarı sayesinde. Bu da maçtan aklımızda kalan hoş bir enstantane oldu diyelim...
27.05.2011
Axel Witsel Yolculuk Hazırlığında
yazan:
firat selcuk
Son iki yılda adını iyi futbolundan çok sert faulleri ile duyduğumuz Axel Witsel'in bu yaz kulüp değiştirmesi oldukça yüksek bir ihtimal. Fiorentina teklif yapan kulüpler arasında ancak ne kulübü Standard ne de Witsel henüz karar vermiş değil. Ancak yeni bir talip çıkmadıkça ya Fiorentina'nın ya da babasının yaptığı açıklamaya göre teklif geldiği takdirde Arsenal'in yolunu tutacak. Lafı fazla uzatmadan baba Witsel'in açıklamalarına bırakalım sözü:
"Oğlum Avrupa'nın üç büyük liginden birinde, yani İtalya, İspanya veya İngiltere'de oynayabilecek durumda. Oğlumun Standard'daki son sezonu şunu gösterdi: Daha fazla gelişebilmesi için ülke sınırlarının dışına çıkması gerekiyor, yani Belçika Ligi'nden daha kaliteli bir yere gitmeli. Fiorentina'nın bir süredir oğlumla ilgilendiğini biliyorum, menajerler aracılığıyla temasları olmuş. Axel İtalya'da oynayan Vanden Borre, Gillet ve Mudingayi ile konuştu; İtalya ile ilgili çoğu şeyi öğrendi ve artık doğru teklifi bekliyor. Beklentileri arasında çok özel ve sıra dışı istekler bulunmuyor. Axel hep Arsenal'den gelecek bir teklifin hayalini kurdu ancak İtalya'da oynamaya da tabii ki hazır. O henüz 22 yaşında ve kendisine inanan bir kulübe gitmek istiyor. Fiorentina'nın Avrupa kupalarında oynamayacak olması Axel için sorun olmayacaktır çünkü bu Axel'in tercihini etkilemeyecek bir faktör. Axel'in idolü Zidane. Gayet yetenekli ve çok yönlü bir oyuncu, santrforların arkasında oynuyor çoğu zaman ancak kendisinin favori yeri üçlü orta saha düzeninde ortada oynamak."
Montolivo'nun en iyi ihtimalle son senesini yaşayacağı Fiorentina'da orta saha için takviye yapma zamanı ve Axel Witsel şimdilik ciddi adaylar arasında bulunuyor. Sanırım 5 milyon Euro teklif edildi en son ama takımı Standard yeni teklifler bekliyor, erken karar verip piyasayı kızıştırmadan oyuncularını birkaç milyon daha ucuza vermek istemiyorlar haklı olarak.
Avrupa futbolunda son zamanlarda birçok önemli genci kadrosuna katan Fiorentina'nın yeni bir genç yeteneğe merhaba demesi de sürpriz olmayacaktır. Unutmadan ekleyelim; Witsel 2007/08 sezonu sonunda 1. Lig'de yılın genç oyuncusu seçilirken, 2008 yılı sonunda da altın ayakkabı ödülünün sahibi oldu. İyi bir patlamanın ardından üstüne katarak devam etmişti, Fiorentina kendisi için doğru adres olacak ama Arsenal beklediği teklifi yaparsa oraya gitmesi kaçınılmaz olur zira bir genç oyuncu için Wenger'den daha doğru bir adres henüz icat edilemedi.
"Oğlum Avrupa'nın üç büyük liginden birinde, yani İtalya, İspanya veya İngiltere'de oynayabilecek durumda. Oğlumun Standard'daki son sezonu şunu gösterdi: Daha fazla gelişebilmesi için ülke sınırlarının dışına çıkması gerekiyor, yani Belçika Ligi'nden daha kaliteli bir yere gitmeli. Fiorentina'nın bir süredir oğlumla ilgilendiğini biliyorum, menajerler aracılığıyla temasları olmuş. Axel İtalya'da oynayan Vanden Borre, Gillet ve Mudingayi ile konuştu; İtalya ile ilgili çoğu şeyi öğrendi ve artık doğru teklifi bekliyor. Beklentileri arasında çok özel ve sıra dışı istekler bulunmuyor. Axel hep Arsenal'den gelecek bir teklifin hayalini kurdu ancak İtalya'da oynamaya da tabii ki hazır. O henüz 22 yaşında ve kendisine inanan bir kulübe gitmek istiyor. Fiorentina'nın Avrupa kupalarında oynamayacak olması Axel için sorun olmayacaktır çünkü bu Axel'in tercihini etkilemeyecek bir faktör. Axel'in idolü Zidane. Gayet yetenekli ve çok yönlü bir oyuncu, santrforların arkasında oynuyor çoğu zaman ancak kendisinin favori yeri üçlü orta saha düzeninde ortada oynamak."
Montolivo'nun en iyi ihtimalle son senesini yaşayacağı Fiorentina'da orta saha için takviye yapma zamanı ve Axel Witsel şimdilik ciddi adaylar arasında bulunuyor. Sanırım 5 milyon Euro teklif edildi en son ama takımı Standard yeni teklifler bekliyor, erken karar verip piyasayı kızıştırmadan oyuncularını birkaç milyon daha ucuza vermek istemiyorlar haklı olarak.
Avrupa futbolunda son zamanlarda birçok önemli genci kadrosuna katan Fiorentina'nın yeni bir genç yeteneğe merhaba demesi de sürpriz olmayacaktır. Unutmadan ekleyelim; Witsel 2007/08 sezonu sonunda 1. Lig'de yılın genç oyuncusu seçilirken, 2008 yılı sonunda da altın ayakkabı ödülünün sahibi oldu. İyi bir patlamanın ardından üstüne katarak devam etmişti, Fiorentina kendisi için doğru adres olacak ama Arsenal beklediği teklifi yaparsa oraya gitmesi kaçınılmaz olur zira bir genç oyuncu için Wenger'den daha doğru bir adres henüz icat edilemedi.
26.05.2011
Özür Dileyeceksin NTV Spor!
yazan:
firat selcuk
Gün geçmiyor ki bir yeni NTV Spor skandalına daha tanık olmayalım. Selçuk İnan transferinde toplam maliyet için 18 milyon Euro'dan bahsediyorlardı. Beş sezonda toplamda alacağı paranın bu olduğunu iddia edip yanına bir de utanmadan Emenike hiç yıllık ücret almayacakmış gibi maliyetinin 7+2 milyon Euro olduğunu ima eden haberi koydular. Sanırsın Emenike yıllık ücret almayacak, Sodexho ve akbil karşılığında oynayacak.
Neyse konuya dönelim, beş sezonda 18 milyon Euro alacak dedikleri Selçuk İnan için Galatasaray Kamuoyu Aydınlatma Platformu(KAP)'na bildirimde bulundu sabahın erken saatlerinde: Profesyonel Futbol Oyuncusu Selçuk İnan ile 2011-2012 futbol sezonundan başlamak üzere 5 futbol sezonu için sözleşme imzalanmıştır. Bu sözleşmeye gore oyuncuya her bir sezon için 2.000.000 Euro sabit transfer ücreti ve maç başına 15.000 Euro ücret ödenecektir.
Selçuk İnan 40 maç oynadığı takdirde toplam 600.000 Euro ekstra ücret alacak. 2.5 milyon Euro civarı bir ücret yani sakatlık-ceza gibi faktörleri eklersek. Bu da beş yılda toplamda en fazla 12.5 milyon Euro yapar.
NTV Spor haberi siler mi bilemem ama link burada. Ha silmeleri halinde önlemimi aldım, postun fotoğrafı bu haberi içeriyor. Yetmezse metni de bu:
"Ve Selçuk İnan Galatasaray'da
25 Mayıs 2011 17:19 | NTVSpor.net
Selçuk İnan yarışını Galatasaray kazandı. Bu sezon gösterdiği performansla büyük alkış alan Selçuk İnan Galatasaray ile anlaştı. Anlaşma 5 yıllık... Selçuk İnan 5 yıl için 18 milyon Euro ve artı maç başı ücret alacak."
Delikanlı gibi, adam gibi, çıkıp özür dilenecek mi bu konu hakkında? Bağıra bağıra olayı "Galatasaray kazık yedi, Emenike 9 milyon Euro'ya, Selçuk 18 milyon Euro'ya mal oldu" diye imada bulunan platform bu hatasını yazılı veya görsel olarak kabullenip bunu belli edecek mi yoksa her zamanki gibi unutturmaya mı çalışacaklar.
Siz unutursunuz, yandaşlarınıza unutturduk sanabilirsiniz ama Galatasaraylıya unutturamayacaksınız. Her zamanki gibi konuyu kapatıp geçiştiremeyeceksiniz. Sizin yorumcunuz yine çıkıp üç gün önce Xavi muamelesi yaptığı Selçuk için Galatasaray'a imza attıktan sonra "Yanlış tercih demiyorum ama..." diye söze girecek, alıştık bunlara da, açık ve net böyle yalan haber girip manşetten resmi açıklamaya rağmen indirmemenize diyecek söz kalmadı artık.
Son olarak bu da Emenike'nin yıllık ücretinden hiç bahsetmeden sadece 9 milyon Euro'luk bonservisini konu edip tüm maliyeti buymuş gibi davranışlarının kanıtı:
NOT: Galatasaray eksik beyanda bulunmuş, NTV Spor haklıymış, NTV Spor masummuş diyenler için açıklamayı yorum bölümünde yaptım. Yine özetleyeyim buradan, 12.5 milyon Euro, hadi çok gözüksün diye 13 milyon Euro olsun beş yıllık maliyet, NTV Spor'un hesabına göre 1.2 milyon Euro eksik sadece. 13+1.2 milyon Euro, NTV'nin iki gündür bas bas bağırıp tüm ısrarlara rağmen öğleden sonra zar zor geri çektiği 18 milyon Euro iddiasından büyük mü küçük mü bunu idrak edelim önce. Emenike'nın yıllık alacağı para ile tüm sözleşmesi boyunca ne kadar hesaplayıp üstüne bonservis bedelini ekleyip Emenike şu kadar, Selçuk da 14.2 milyon Euro diye haber yapsınlar efendi gibi. Selçuk transferini yediremeyip de Selçuk'u beş sezonluk toplamda Emenike'nin iki katına mal olmuş gibi göstermek çok büyük ve kara bir leke olarak duracak.
Neyse konuya dönelim, beş sezonda 18 milyon Euro alacak dedikleri Selçuk İnan için Galatasaray Kamuoyu Aydınlatma Platformu(KAP)'na bildirimde bulundu sabahın erken saatlerinde: Profesyonel Futbol Oyuncusu Selçuk İnan ile 2011-2012 futbol sezonundan başlamak üzere 5 futbol sezonu için sözleşme imzalanmıştır. Bu sözleşmeye gore oyuncuya her bir sezon için 2.000.000 Euro sabit transfer ücreti ve maç başına 15.000 Euro ücret ödenecektir.
Selçuk İnan 40 maç oynadığı takdirde toplam 600.000 Euro ekstra ücret alacak. 2.5 milyon Euro civarı bir ücret yani sakatlık-ceza gibi faktörleri eklersek. Bu da beş yılda toplamda en fazla 12.5 milyon Euro yapar.
NTV Spor haberi siler mi bilemem ama link burada. Ha silmeleri halinde önlemimi aldım, postun fotoğrafı bu haberi içeriyor. Yetmezse metni de bu:
"Ve Selçuk İnan Galatasaray'da
25 Mayıs 2011 17:19 | NTVSpor.net
Selçuk İnan yarışını Galatasaray kazandı. Bu sezon gösterdiği performansla büyük alkış alan Selçuk İnan Galatasaray ile anlaştı. Anlaşma 5 yıllık... Selçuk İnan 5 yıl için 18 milyon Euro ve artı maç başı ücret alacak."
Delikanlı gibi, adam gibi, çıkıp özür dilenecek mi bu konu hakkında? Bağıra bağıra olayı "Galatasaray kazık yedi, Emenike 9 milyon Euro'ya, Selçuk 18 milyon Euro'ya mal oldu" diye imada bulunan platform bu hatasını yazılı veya görsel olarak kabullenip bunu belli edecek mi yoksa her zamanki gibi unutturmaya mı çalışacaklar.
Siz unutursunuz, yandaşlarınıza unutturduk sanabilirsiniz ama Galatasaraylıya unutturamayacaksınız. Her zamanki gibi konuyu kapatıp geçiştiremeyeceksiniz. Sizin yorumcunuz yine çıkıp üç gün önce Xavi muamelesi yaptığı Selçuk için Galatasaray'a imza attıktan sonra "Yanlış tercih demiyorum ama..." diye söze girecek, alıştık bunlara da, açık ve net böyle yalan haber girip manşetten resmi açıklamaya rağmen indirmemenize diyecek söz kalmadı artık.
Son olarak bu da Emenike'nin yıllık ücretinden hiç bahsetmeden sadece 9 milyon Euro'luk bonservisini konu edip tüm maliyeti buymuş gibi davranışlarının kanıtı:
NOT: Galatasaray eksik beyanda bulunmuş, NTV Spor haklıymış, NTV Spor masummuş diyenler için açıklamayı yorum bölümünde yaptım. Yine özetleyeyim buradan, 12.5 milyon Euro, hadi çok gözüksün diye 13 milyon Euro olsun beş yıllık maliyet, NTV Spor'un hesabına göre 1.2 milyon Euro eksik sadece. 13+1.2 milyon Euro, NTV'nin iki gündür bas bas bağırıp tüm ısrarlara rağmen öğleden sonra zar zor geri çektiği 18 milyon Euro iddiasından büyük mü küçük mü bunu idrak edelim önce. Emenike'nın yıllık alacağı para ile tüm sözleşmesi boyunca ne kadar hesaplayıp üstüne bonservis bedelini ekleyip Emenike şu kadar, Selçuk da 14.2 milyon Euro diye haber yapsınlar efendi gibi. Selçuk transferini yediremeyip de Selçuk'u beş sezonluk toplamda Emenike'nin iki katına mal olmuş gibi göstermek çok büyük ve kara bir leke olarak duracak.
25.05.2011
24.05.2011
Not Defteri #47
yazan:
firat selcuk
- Şu an tam 08.45 saat; ve ben bu satırlara başlarken(çok hisli girdim ama duygusal değil korkmayın) bir çeşit manyaklık yapmış bulunuyorum daha yeni. Sabah 06.00 civarı NBA'de Dallas-Oklahoma'yı izlerken canım sıkıldı Facebook'a girdim birilerine sarayım online kimse var mı diye. Baktım stres atacak kimse yok ki o an arkadaşıma selam verdim, İzmir'de misin Marmaris'te misin diye sordum İzmir'deyim derse görüşelim gün içerisinde diye seslenmiştim. Alsancak'tayım dedi, on dakikaya senin evdeyim dedi, beni Üçyol'dan aldı çorbacıya gittik, 06.45 civarı da çorbayı içip Kordon'a geçtik. O saatte oturduk çayımızı içtik sanki öğleden sonraymış gibi. Sabah o saatte Alsancak'ta oturulabiliyormuş yani denize karşı, bunu öğrenmiş olduk. Hatta nargile bile sorduk(yalan değil, ciddi ciddi sorduk).
- Ve tüm bunlar olurken evde masum masum çilek yemeye başlamıştım aslında.
- Çilek demişken de, hafif ekşi oluyor ya böyle, çok tatlı olmadan ekşimsi tadı oluyor da, o tat bence en güzel çilek tadı. Şeker yermiş gibi çok tatlı olmasın çilek, HELE Kİ ÇİLEK YERKEN PUDRA ŞEKERİ SAÇMALIĞINA HİÇ GİRİLMESİN.
- Oh sinirimi de yaptım, saracak yer de buldum.
- Çilek demişken, kiraz da çıkmış ki bence bu sene çok ucuza kiraz yenecek, erken çıktığı zaman 20 TL'den başlayan kiraz sadece 8 TL'ydi, bol bol yenir bu sene bu.
- Ki bana kalsa kiraz yerine hep vişne yerim, daha güzel oluyor.
- Ayrıca erik konusunda ciddi sıkıntılarım var, çok ekşi ve sulu olanını bulamadım. Papaz erik diye tatlımsı bir şey satılıyor, içim sıkılıyor, ruhum sıkılıyor, sinirlenip cinnet geçirip kendimi yerlere atasım geliyor manavın önünde. Çok ekşi erik bulup tuza bana bana yemek istiyorum, az ekşi erik sevilmez. Ben o az ekşi eriğin tıynetini.....
- Her erik dediğimde aklıma Eric Cartman'ın gelmesi bence tesadüf değil.
- Bu arada yaz gelir gibi oluyor ama tam gelmiyor ya, hah işte, ben böyle olunca sinirleniyorum. Yaz ya gelmiştir, ya gelmemiştir, bugün sıcaklar gelip yarın soğuk olup sonraki gün yine sıcak olunmasın, böyle gevşek karakterde olunmasın.
- Nargilenin -ki kendisi ile olan geçmişim iki seneyi biraz geçiyor- yeşil elmalısı tırt bence. Elmalı nargile dediğin kırmızı elmalı olmalı.
- Nargile demişken de, hiç denemeyen varsa hindistan cevizi-vanilya denesin karıştırıp. Çok efsane olmazsa gelin beni bulun, evimden aldırın Matrix gibi siyah takım elbiseler giyip.
- Ayrıca nargile içiyor olabilirim ama ömrüm boyunca ağzıma sigara değmedi, sıfır. Bunu söylerken de çok nefis gurur duyuyorum. Kıskanılıyorum da bence. Nargile aynı şey demeyin, haftada bir kere içiyorum o da "BELKİ".
- Yaz gelse de, bisikletten inmesem, Marmaris'te veya Datça'da günde üç dört saat kendi kendime Tour de Fırat yapsam manyak gibi. Tour de France halt etmiş bence Tour de Fırat'ın yanında.
- Bisiklet sporunu ve bunun en efsane turu TdF böyle ayaklar altına alınmamalıydı ama ben aldım.
- Bisiklet demişken de: ADAM DEĞİLSİN ALBERTO CONTADOR.
23.05.2011
Fiorentina: Serie A'nın En Fazla Kar Eden Kulübü & 4
yazan:
firat selcuk
Bir süre ara verip, devam etmek için sezon sonunun gelmesi kararını aldığımız Serie A'nın ekonomi liginde zirveye çıkan Fiorentina yazısının 4. bölümü ile karşınızdayız:
Yazıyı dikkatle takip edebilenlerin hemen fark edebileceği küçük bir ayrıntı mevcut: La Gazzetta analizi ile Deloitte Para Ligi analizinin kar rakamları birbirinden farklı. Bunun sebebi İtalyan gazetesinin brüt geliri baz alırken Deloitte'in net gelir üzerinden değerlendirme yapması.
Geçen senenin karı Della Vale döneminin en yükseğiydi. Kulübü 2002'de devraldıklarından beri birikmiş kayıp miktarı 62 milyon Euro'ya ulaştı ve kulübün bütçe açıklarının her sene sahipler tarafından kapatılması gerekiyor. Yine de, Viola'nın yaptığı kar küçümsenmemeli, yani bu seneki tablo pek de kötü sayılmaz: vergilerle 10.1 milyon Euro, vergiler çıkarıldıktan sonraysa net 4.4 milyon Euro kardan bahsediyorum.
Bir yandan, bu yıl finansal açıdan Fiorentina için her şeyin çok iyi gittiği bir yıldı, hatta denebilir ki olabilecek en iyi senaryo gerçekleşti. Her sezon gerçekleşmeyecek iki önemli etken bir araya geldi: Şampiyonlar Ligi'nden 27 milyon ve oyuncu satışlarından 28 milyon Euro kar edildi. Bu istisnai gelirler çıkarıldığında ise hesaplarda 50 milyon Euro'luk kocaman bir delik meydana geliyor.
Başka bir açıdan bakıldığında, geçen sezonun kar zarar tablosunun bir öncekinden 1 milyon Euro'luk gelir, 2 milyon Euro'luk oyuncu maaşları ve amortisman payı ve 3 milyon Euro'luk diğer harcamalar artışı dışında hiçbir fark yok. Yani oyuncu satışlarından gelen para değişmeseydi zarar miktarında 5 milyon Euro'luk bir artış meydana gelecekti.
En büyük zarara Calciopoli skandalı sırasında oluşan istisnai şartlar yüzünden 2006 yılında 19.5 milyon Euro'yla ulaşılmıştı. Her ne kadar kulübün Şampiyonlar Ligi'ne katılım hakkı federasyonca iptal edilse de sözleşmeler gereği oyunculara bunun için gereken prim verilmek zorundaydı. Neyse ki oyuncu satışlarından büyük kayıplar verilmemesiyle durumun vahameti azaldı. Başka bir deyişle oyuncu satışından para kazanılması(2009), Şampiyonlar Ligi'ne katılım ve oyuncu satışlarından az zarar edilmesiyle(2007) kara geçilmiş oldu. Diğer yıllardaysa satılanların masrafları karşılamamasıyla zarara geçildi.
2009 yılında satışlardan elde edilen net kar 27.6 milyon Euro'ydu. Bu da kar edilebilen €33.6 milyon Euro'luk satış ile sonuçta zarar edilen 6.1 milyon Euro'luk satışlardan sonra arada kalan fark oluyor(Toplamda 0.1'lik bir fark var, 27.5 olması gerekirken 27.6 olmasının sebebi küsuratlar). Artı tarafta üç önemli oyuncu satışı göze çarpıyor: Melo'nun Juventus'a 25 milyon Euro'luk satışı(muhasebe kayıtları düşüldükten sonra 17.7 milyon Euro kazanç), Pazzini'nin Sampdoria'ya 9 milyon Euro'luk satışı(kazanç 7.1 milyon Euro) ve Kuzmanovic'in Stuttgart'a 7.5 milyon Euro'luk satışı(kazanç €5.7 milyon Euro).
Buna karşılık kulüp Manuel Da Costa'nın West Ham'a satışından 3.3 milyon Euro zarar etti. Bundan daha önce oyuncu meselelerinde edilen son zararsa 2006 yılında Japon Hidetoshi Nakata'nın sözleşmesinin feshiyle kaybedilen 1.4 milyon Euro'ydu. Ama gelecek sene Toni'nin 6.3 milyon Euro'ya Bayern Münih'e, Reginaldo'nun 3.8 milyon Euro'ya Parma'ya ve Bojinov'un 2.1 milyon Euro'ya Manchester City'ye satışıyla tablo düzeldi ve yüzler güldü.
Şu açık ki Fiorentina'nın finansal konumu transfer piyasasındaki çılgınlıklara tam anlamıyla bağımlı durumda. Mesela 2008/09 sezonunda transferde 18 milyon Euro kar eden Palermo, 2009/10 sezonunda 17 milyon Euro'luk bir zarara uğradı ki bunun en büyük sebebi de oyuncu satışından elde edilen gelirin sadece bir sezon sonra 50 milyon Euro'dan 1 milyon Euro'ya inmesiydi.
Oyunculardan kazanılan paraların hemen harcandığını görmek isteyen taraftarlar için dikkat çekilmesi gereken bir diğer nokta ise kulüplerin çok nadir olarak tüm bonservis ücretini tek seferde alabiliyor olması; özellikle de kademeli ödemelerin standart olduğu İtalya'da. Melo'nun satışından gelecek 25 milyon Euro'nun üç sezonda 8.5 milyon Euro'luk eşit parçalar halinde ödenecek olması gibi.
4. Bölüm: Kurtarıcı Şampiyonlar Ligi!
Yazıyı dikkatle takip edebilenlerin hemen fark edebileceği küçük bir ayrıntı mevcut: La Gazzetta analizi ile Deloitte Para Ligi analizinin kar rakamları birbirinden farklı. Bunun sebebi İtalyan gazetesinin brüt geliri baz alırken Deloitte'in net gelir üzerinden değerlendirme yapması.
Geçen senenin karı Della Vale döneminin en yükseğiydi. Kulübü 2002'de devraldıklarından beri birikmiş kayıp miktarı 62 milyon Euro'ya ulaştı ve kulübün bütçe açıklarının her sene sahipler tarafından kapatılması gerekiyor. Yine de, Viola'nın yaptığı kar küçümsenmemeli, yani bu seneki tablo pek de kötü sayılmaz: vergilerle 10.1 milyon Euro, vergiler çıkarıldıktan sonraysa net 4.4 milyon Euro kardan bahsediyorum.
Bir yandan, bu yıl finansal açıdan Fiorentina için her şeyin çok iyi gittiği bir yıldı, hatta denebilir ki olabilecek en iyi senaryo gerçekleşti. Her sezon gerçekleşmeyecek iki önemli etken bir araya geldi: Şampiyonlar Ligi'nden 27 milyon ve oyuncu satışlarından 28 milyon Euro kar edildi. Bu istisnai gelirler çıkarıldığında ise hesaplarda 50 milyon Euro'luk kocaman bir delik meydana geliyor.
Başka bir açıdan bakıldığında, geçen sezonun kar zarar tablosunun bir öncekinden 1 milyon Euro'luk gelir, 2 milyon Euro'luk oyuncu maaşları ve amortisman payı ve 3 milyon Euro'luk diğer harcamalar artışı dışında hiçbir fark yok. Yani oyuncu satışlarından gelen para değişmeseydi zarar miktarında 5 milyon Euro'luk bir artış meydana gelecekti.
En büyük zarara Calciopoli skandalı sırasında oluşan istisnai şartlar yüzünden 2006 yılında 19.5 milyon Euro'yla ulaşılmıştı. Her ne kadar kulübün Şampiyonlar Ligi'ne katılım hakkı federasyonca iptal edilse de sözleşmeler gereği oyunculara bunun için gereken prim verilmek zorundaydı. Neyse ki oyuncu satışlarından büyük kayıplar verilmemesiyle durumun vahameti azaldı. Başka bir deyişle oyuncu satışından para kazanılması(2009), Şampiyonlar Ligi'ne katılım ve oyuncu satışlarından az zarar edilmesiyle(2007) kara geçilmiş oldu. Diğer yıllardaysa satılanların masrafları karşılamamasıyla zarara geçildi.
2009 yılında satışlardan elde edilen net kar 27.6 milyon Euro'ydu. Bu da kar edilebilen €33.6 milyon Euro'luk satış ile sonuçta zarar edilen 6.1 milyon Euro'luk satışlardan sonra arada kalan fark oluyor(Toplamda 0.1'lik bir fark var, 27.5 olması gerekirken 27.6 olmasının sebebi küsuratlar). Artı tarafta üç önemli oyuncu satışı göze çarpıyor: Melo'nun Juventus'a 25 milyon Euro'luk satışı(muhasebe kayıtları düşüldükten sonra 17.7 milyon Euro kazanç), Pazzini'nin Sampdoria'ya 9 milyon Euro'luk satışı(kazanç 7.1 milyon Euro) ve Kuzmanovic'in Stuttgart'a 7.5 milyon Euro'luk satışı(kazanç €5.7 milyon Euro).
Buna karşılık kulüp Manuel Da Costa'nın West Ham'a satışından 3.3 milyon Euro zarar etti. Bundan daha önce oyuncu meselelerinde edilen son zararsa 2006 yılında Japon Hidetoshi Nakata'nın sözleşmesinin feshiyle kaybedilen 1.4 milyon Euro'ydu. Ama gelecek sene Toni'nin 6.3 milyon Euro'ya Bayern Münih'e, Reginaldo'nun 3.8 milyon Euro'ya Parma'ya ve Bojinov'un 2.1 milyon Euro'ya Manchester City'ye satışıyla tablo düzeldi ve yüzler güldü.
Şu açık ki Fiorentina'nın finansal konumu transfer piyasasındaki çılgınlıklara tam anlamıyla bağımlı durumda. Mesela 2008/09 sezonunda transferde 18 milyon Euro kar eden Palermo, 2009/10 sezonunda 17 milyon Euro'luk bir zarara uğradı ki bunun en büyük sebebi de oyuncu satışından elde edilen gelirin sadece bir sezon sonra 50 milyon Euro'dan 1 milyon Euro'ya inmesiydi.
Oyunculardan kazanılan paraların hemen harcandığını görmek isteyen taraftarlar için dikkat çekilmesi gereken bir diğer nokta ise kulüplerin çok nadir olarak tüm bonservis ücretini tek seferde alabiliyor olması; özellikle de kademeli ödemelerin standart olduğu İtalya'da. Melo'nun satışından gelecek 25 milyon Euro'nun üç sezonda 8.5 milyon Euro'luk eşit parçalar halinde ödenecek olması gibi.
Yayıncı Kuruluşun Etkisi...
yazan:
firat selcuk
Palermo dendiği zaman akla ne gelecek bu sezon? İç sahada aldıkları ağır ve sürpriz yenilgiler ki bunların en önemlisi 0-7 biten Udinese maçıdır. Bir Fiorentinalı olarak da orada kazandığımız maçı da sezonun notları arasına ekleyebilirim ben.
Ancak Palermo denince atlanan unutulan şöyle bir gerçeğe sahibiz bu sezonun sonuyla birlikte: Salvatore Sirigu.
Özellikle Türkiye'de bu adamı Football Manager 2011 oynayanların bir kısmı ve İtalya'yı yayıncı kuruluş olan TV8'e bağlı kalmadan takip edenler dışında tanıyan bilen pek az. Sorunca da "Udinese'den yedi golü yiyen bu adam değil mi?" sorusu gelir en fazla.
Sirigu, Buffon sonrası döneme adım adım ilerleyen İtalya'da Buffon'un yerine De Sanctis, Amelia, Pelizzoli gibi isimleri bir türlü monte edemeyen İtalyanların yeni umudu oldu. İsminden ötürü bana hep Salvatore Schillaci'yi hatırlatır ki Sirigu Palermo altyapısından yetişmeyken, Schillaci de doğma büyüme Palermolu bir insandır.
Bu adamın birkaç rezil performansına rağmen sezon genelindeki iyi performansından sonra bile buralarda 2010/11 sezonunun ardında adından pek de bahsedilmiyorsa en büyük sorumlusu Türkiye'de Serie A yayınlarını elinde bulunduran TV8 denen "yayın politikası" nedir bilemeyen yayıncı kuruluştur. Arada yayınladıkları güzel filmlerin hakkını vermek lazım ama çoğunluğu ucuz ve 3. sınıftan öteye gidemeyen filmleri İtalya Ligi yerine tercih edip ligdeki çoğu olumlu ve güzel performanstan uzak bıraktılar izleyiciyi. Umarım önümüzdeki sezon ligin hakkını verecek ve haftada an az dört maç yayınlayacak bir yayıncı kuruluşa sahip olur Serie A.
Yoksa Sirigu'yu ve benzer performansları izlemek için daha çok bekleyeceğiz.
Ancak Palermo denince atlanan unutulan şöyle bir gerçeğe sahibiz bu sezonun sonuyla birlikte: Salvatore Sirigu.
Özellikle Türkiye'de bu adamı Football Manager 2011 oynayanların bir kısmı ve İtalya'yı yayıncı kuruluş olan TV8'e bağlı kalmadan takip edenler dışında tanıyan bilen pek az. Sorunca da "Udinese'den yedi golü yiyen bu adam değil mi?" sorusu gelir en fazla.
Sirigu, Buffon sonrası döneme adım adım ilerleyen İtalya'da Buffon'un yerine De Sanctis, Amelia, Pelizzoli gibi isimleri bir türlü monte edemeyen İtalyanların yeni umudu oldu. İsminden ötürü bana hep Salvatore Schillaci'yi hatırlatır ki Sirigu Palermo altyapısından yetişmeyken, Schillaci de doğma büyüme Palermolu bir insandır.
Bu adamın birkaç rezil performansına rağmen sezon genelindeki iyi performansından sonra bile buralarda 2010/11 sezonunun ardında adından pek de bahsedilmiyorsa en büyük sorumlusu Türkiye'de Serie A yayınlarını elinde bulunduran TV8 denen "yayın politikası" nedir bilemeyen yayıncı kuruluştur. Arada yayınladıkları güzel filmlerin hakkını vermek lazım ama çoğunluğu ucuz ve 3. sınıftan öteye gidemeyen filmleri İtalya Ligi yerine tercih edip ligdeki çoğu olumlu ve güzel performanstan uzak bıraktılar izleyiciyi. Umarım önümüzdeki sezon ligin hakkını verecek ve haftada an az dört maç yayınlayacak bir yayıncı kuruluşa sahip olur Serie A.
Yoksa Sirigu'yu ve benzer performansları izlemek için daha çok bekleyeceğiz.
22.05.2011
21.05.2011
Fiorentina vs. Galatasaray
yazan:
firat selcuk
Daha birkaç hafta evvel konuşulan bir dedikodu vardı Fiorentina için: Fatih Terim sezon sonu Mihajlovic'in yerine takımın başına geçecek. Ayrıca Fiorentina teknik ekibi Gilardino'ya rotasyonda güçlü bir alternatif olarak Elmander'i istiyor.
Fatih Terim konusunda bir alttaki postta Batu'nun(mythra) düşünceleri benimkine paralel, hatta o yazıyı benim(franchi) yazdığımı sanıyor çoğu kişi. Fatih Terim'i zorla iki takımından birisi için seç deseler tercihim Fiorentina olur, daha az zarar/hasar verir çünkü olası bir kötü senaryoda. Neyse işte, sonuçta tuttuğum iki takımın da en parlak sayfaları arasında Fatih Terim'in imzaladığı sayfalar da var. Hal böyle olunca da tuttuğum iki takım da berbat bir sezon geçirince Fatih Terim hem İtalyan hem de Türk basınında ilk alternatif oluvermişti.
Elmander ise üç sezondur Galatasaray ile adı anılan bir isimken Mutu'nun yeniden gönderilme planları içerisinde bulunduğu Fiorentina'da alternatif bir isim olarak yedekte tutuluyordu.
Benim açımdan değişen pek bir şey olmadı, bu iki isim aynı anda tuttuğum takıma geldiler. İtalyanlar -yani çoğunluğu Fiorentinalı olan kesim- ise Fiorentina'ya transfer olma ihtimalini konuştukları iki ismin aynı dakikada Galatasaray'a transferinin açıklanmasına şaşırmışlar epeyce. Fiorentina'nın fan sitelerinden birine de günün manşetlerinden biri olarak şu haber düşmüş:
"Eski Fiorentinalı Terim, Galatasaray'da Elmander ile buluşuyor:
Fiorentina ile adları anılmakta olan iki uluslararası futbol insanı beklenenden farklı renkler altında, Galatasaray'da buluşmak üzere. İlk olarak, 2000/2001 sezonunda oynattığı oldukça agresif ve etkili oyunu ile kendini Fiorentina taraftarlarına aşık eden Fatih Terim'in önümüzdeki üç sezon boyunca İstanbul ekibinin başında olacağı duyuruldu. Ve 'İmparator', geçtiğimiz haftalarda Gilardino'ya alternatif bir isim olarak Fiorentina'ya katılması beklenen Bolton'un İsveçli golcüsü Elmander'i de boğazın kıyısında bekliyor olacak. Bolton ile yeni bir sözleşmeye imza atmayacağına daha önceden karar vermiş olan 29 yaşındaki golcünün Galatasaray'a transfer haberi cuma günü Galatasaray başkanı Ünal Aysal tarafından duyuruldu."
Fatih Terim konusunda bir alttaki postta Batu'nun(mythra) düşünceleri benimkine paralel, hatta o yazıyı benim(franchi) yazdığımı sanıyor çoğu kişi. Fatih Terim'i zorla iki takımından birisi için seç deseler tercihim Fiorentina olur, daha az zarar/hasar verir çünkü olası bir kötü senaryoda. Neyse işte, sonuçta tuttuğum iki takımın da en parlak sayfaları arasında Fatih Terim'in imzaladığı sayfalar da var. Hal böyle olunca da tuttuğum iki takım da berbat bir sezon geçirince Fatih Terim hem İtalyan hem de Türk basınında ilk alternatif oluvermişti.
Elmander ise üç sezondur Galatasaray ile adı anılan bir isimken Mutu'nun yeniden gönderilme planları içerisinde bulunduğu Fiorentina'da alternatif bir isim olarak yedekte tutuluyordu.
Benim açımdan değişen pek bir şey olmadı, bu iki isim aynı anda tuttuğum takıma geldiler. İtalyanlar -yani çoğunluğu Fiorentinalı olan kesim- ise Fiorentina'ya transfer olma ihtimalini konuştukları iki ismin aynı dakikada Galatasaray'a transferinin açıklanmasına şaşırmışlar epeyce. Fiorentina'nın fan sitelerinden birine de günün manşetlerinden biri olarak şu haber düşmüş:
"Eski Fiorentinalı Terim, Galatasaray'da Elmander ile buluşuyor:
Fiorentina ile adları anılmakta olan iki uluslararası futbol insanı beklenenden farklı renkler altında, Galatasaray'da buluşmak üzere. İlk olarak, 2000/2001 sezonunda oynattığı oldukça agresif ve etkili oyunu ile kendini Fiorentina taraftarlarına aşık eden Fatih Terim'in önümüzdeki üç sezon boyunca İstanbul ekibinin başında olacağı duyuruldu. Ve 'İmparator', geçtiğimiz haftalarda Gilardino'ya alternatif bir isim olarak Fiorentina'ya katılması beklenen Bolton'un İsveçli golcüsü Elmander'i de boğazın kıyısında bekliyor olacak. Bolton ile yeni bir sözleşmeye imza atmayacağına daha önceden karar vermiş olan 29 yaşındaki golcünün Galatasaray'a transfer haberi cuma günü Galatasaray başkanı Ünal Aysal tarafından duyuruldu."
17.05.2011
Fatih Terim Mi?
yazan:
Mithra
Böylesine eleştirel bir yazıyı 17 Mayıs gününde yazmak istemezdim. Ama bunu belirtmek gerekiyor. Şu anda medyada ve Ünal Aysal tarafından belirtilen teknik direktörün Fatih Terim olma ihtimalinin yarardan çok zarar getireceğini tahmin ediyorum.
Fatih Terim kötü bir antrenör müdür? Elbette değildi. Fakat kazandığı her başarı kendisine zarar olarak geri döndü. Bunu 2008 Avrupa Şampiyonası sonrası açık açık gördük. 2000 yılındaki Fatih Terim ile 2009 yılındaki Fatih Terim arasında dağlar kadar fark var. Bunu oyuncu seçimlerinde de, taktik olarak da görebiliyoruz. Şu an Ultraslan'ın çekirdek tayfasının da başına çektiği bir grup 3. defa Fatih Terim 'in gelmesini istiyor. Tekrar 2000 yılındaki başarıyı görmek isteyenler fazla hayalci davranıyorlar. 96 yılında kurulan takım güzel bir jenerasyondu. Böylesine bir jenerasyonun kurulacağını medyada çıkan haberler ve Fatih Terim doğrultusunda böyle bir jenerasyonun kurulma ihtimali çok az.
96-2000 yılındaki takıma bakıyoruz. Takım 96 yılında kurulmadı. 96 yılındaki en büyük katkı Hagi'dir. Onun dışında Bülent, Tugay, Arif, Hakan Şükür, Okan Buruk, Suat Kaya, Ergün Penbe, Hakan Ünsal gibi isimler zaten takımın içerisindeydi. Zamanla yapılan az ama öz sayıda yapılan takviyelerle 2000 yılındaki başarılar, 2002 yılındaki dünya kupasında 3. geldi.
Şimdiye bakıyorsun. Takımda Fatih Terim'in oynatmaya bayıldığı Gökhan Zan, Servet, Hakan Balta, Mustafa Sarp, Colin Kazım (son haftalarda iyi olması, genel olarak da iyi olması anlamına gelmiyor) gibi isimler mevcut. Yukarıda saydığım 96 yılından önce kurulan takımdaki isimlere benzer bir şekilde bu adamlar bizim çekirdek kadromuz olacak. Takım bunların çevresinde kurulacak. Bunun üstüne bir de Ayhan, Aydın, Barış, Zapata, Aykut gibi isimler de eklenir mi? Bilmiyorum.
Doğmamış çocuğa don biçmek gibi olmasın, ama Fatih Terim daha önce oynamış olduğu ve güvendiği isimlere şans verecektir. Çünkü imparatorun kendisine göre ağzından çıkan her söz futbol kuralıdır. Bu denli bir egoya ulaştı kendisi. Bu saydığım bir sürü zararlı isimden kurtulamayacağız. Şu an illa ki bir 96 yılı özlemi oluşturulacaksa Borussia Dortmund'un bu seneki gelişimi gözden geçirilebilir. Uzun dönem başarılar için genç, karakterli, başarıya aç, Galatasaray'ı basamak olarak kullanıp Avrupa'ya açılmak isteyen idealist futbolcular seçmeliyiz. Medyada hala Ze Roberto, Klose, Drogba, Elmander gibi aklıma henüz gelmeyen ununu eleyip eleğini asan bir sürü kişi konuşuluyor. Zaten bu ve buna benzer adamlar yüzünden bu hallerdeyiz. Hala uslanmadık mı?
Artık geleceği olan, hırslı ve karakterli bir takım kurmamız gerekiyor. Bu takım söylediğim sebepler yüzünden Fatih Terim tarafından kurulamaz. Ünal Aysal bana göre gelir gelmez hatayla başlamak üzere. Tamam bugün 17 Mayıs, ama güzel 17 Mayıs 2000'de kaldı. Aradan 11 yıl geçti. Ezeli rakibimiz her seferinde "ee tamam siz de bir kupa kazandınız diye ..." gibi cümlelerle kazanılan kupayı geçiştirmeye çalışsa da haklı oldukları bir taraf var. Eğer bu şekilde geçmiş başarılara göre duygusal olarak hareket edilirse biz de böyle şu anki şampiyonluk yarışını sadece seyrederiz. Fenerbahçe'nin çekiştiği takımların şampiyon olmasını isteriz. Artık uyanın! Artık yeni bir 96- 2000 jenerasyonu yaratmamız gerekiyor. Fatih Terim daha önce 2002 yılında şampiyon olmuş takımın başına geçti. O zaman başarı gelmedi. Şimdi bu kadar tehlikeli bir takımın üzerine gelince mi eski başarılar gelecek? Bahsedilen başarılar geçmişte kaldı. Yeni başarılar için EGO'su tavan yapmamış, başarıya aç ve yenilikçi kişilerin kulüpte çalışması gerekiyor.
15.05.2011
Golün Böylesi...
yazan:
firat selcuk
Paylaşan kişi Tsubasa'nın gerçeği diye paylaşmış ama böylesini orada bile görmemiştik sanırım?
14.05.2011
5 Sene Önce Bugün
yazan:
firat selcuk
Hepsi ve belki de daha büyükleri tekrar yaşanır günün birinde ama 14 Mayıs 2006 tarihi sadece Ali Sami Yen'de yaşanmış olacak...
12.05.2011
Taurasi Galatasaray'da!
yazan:
firat selcuk
Her ne kadar Seimone Augustus'un bizimle olmayacağını kesinleştiren bir hamle olsa da böyle bir isme herhangi bir şekilde burun kıvırmak aptallık olur sadece. Euroleague için hiç olmadığımız kadar iddialı bir kadro kurmuştuk, üzerine bir de Taurasi'yi ekledik ve umarım adam gibi bir teknik kadro yenilemesi ile rakipsiz hale getirilir şu takım. Yoksa bu şekilde yine bir şekilde çeyrek finalden ötesini göremeyiz.
Bir de şu etik mevzusu ve transfer sonrası yaşanan u dönüşleri var. Etik denecek bir şey yok, sporcunun arkasında durmayan Fenerbahçe, ilk fırsatta kapının önüne koyan Fenerbahçe. Sonra doping kullanmadığı ortaya çıkınca skandal oldu mağduruz edebiyatı yapan Fenerbahçe. Tamamen haksız olup çok haklıymış gibi kendini sevimli gösterme çabasına giren yine Fenerbahçe.
Neyse ki bunları Türk medyası ve insanının çoğu yese de elin Amerikalısı yemiyor, kandıramıyorsunuz onu bu tip şirinliklerle. Fenerbahçe'ye gitmemek için biraz uçuk bir ücret isteyip, birkaç tane de fantastik istekte bulunması yeterliydi ve onu yaptı. Yakın arkadaşı denen, kimilerinin de arkadaşı değil sevgilisi dediği Taylor yeniden İstanbul'da diye, Fenerbahçe'yi de istemediği için bize gelebileceğini iletiyor ve alanında en iyi olan ismi alıyoruz biz de. Galatasaray'ın burada hatalı veya yanlış davrandığını iddia etmek komedyenlikle tanımlanabilir benim gözümde.
O kadar saçma sapan yorumlar yapılıyor ki iki gündür, transferin tadını kaçırmak için elinden geleni yapıyor hazımsız kesim. Fanatiklikse fanatiklik, neyse ne, efendi gibi konuşunca anlaşılmıyor, o yüzden böyle konuşuyorum. Bir yanlış olması için sporcuyu ayartmamız, Fenerbahçe'den koparmamız lazım, araya türlü türlü fesatlıklar sokup çirkefleşmemiz lazım. Bunların herhangi biri oldu mu? Tabii ki hayır... Bu durumda Galatasaray'ı insanların nasıl karalayabildiğini anlayan varsa gelip mantıklı şekilde açıklasın, hak verilecek yer varsa hak verelim.
Bir de "basketbol yorumcusu" adı altında iş yapıp, daha düne kadar yere göre sığdıramadıkları Taurasi'ye, Galatasaray'a geldi diye "eh işte" kıvamında yaklaşmaya başlayan iğrenç insanlar var, onlara ne desek az. "Dünya'nın en iyisi!" derken "en iyisi olduğu söylenen" demeye başladılar, yarın çıkıp "daha iyi birkaç oyuncu var, artık en iyi değil" derler. Bir sonraki basamak da "Taurasi'den 2. Basketbol Ligi'nde 60 tane bulurum" olacaktır, olursa şaşırmam.
Bir de şu etik mevzusu ve transfer sonrası yaşanan u dönüşleri var. Etik denecek bir şey yok, sporcunun arkasında durmayan Fenerbahçe, ilk fırsatta kapının önüne koyan Fenerbahçe. Sonra doping kullanmadığı ortaya çıkınca skandal oldu mağduruz edebiyatı yapan Fenerbahçe. Tamamen haksız olup çok haklıymış gibi kendini sevimli gösterme çabasına giren yine Fenerbahçe.
Neyse ki bunları Türk medyası ve insanının çoğu yese de elin Amerikalısı yemiyor, kandıramıyorsunuz onu bu tip şirinliklerle. Fenerbahçe'ye gitmemek için biraz uçuk bir ücret isteyip, birkaç tane de fantastik istekte bulunması yeterliydi ve onu yaptı. Yakın arkadaşı denen, kimilerinin de arkadaşı değil sevgilisi dediği Taylor yeniden İstanbul'da diye, Fenerbahçe'yi de istemediği için bize gelebileceğini iletiyor ve alanında en iyi olan ismi alıyoruz biz de. Galatasaray'ın burada hatalı veya yanlış davrandığını iddia etmek komedyenlikle tanımlanabilir benim gözümde.
O kadar saçma sapan yorumlar yapılıyor ki iki gündür, transferin tadını kaçırmak için elinden geleni yapıyor hazımsız kesim. Fanatiklikse fanatiklik, neyse ne, efendi gibi konuşunca anlaşılmıyor, o yüzden böyle konuşuyorum. Bir yanlış olması için sporcuyu ayartmamız, Fenerbahçe'den koparmamız lazım, araya türlü türlü fesatlıklar sokup çirkefleşmemiz lazım. Bunların herhangi biri oldu mu? Tabii ki hayır... Bu durumda Galatasaray'ı insanların nasıl karalayabildiğini anlayan varsa gelip mantıklı şekilde açıklasın, hak verilecek yer varsa hak verelim.
Bir de "basketbol yorumcusu" adı altında iş yapıp, daha düne kadar yere göre sığdıramadıkları Taurasi'ye, Galatasaray'a geldi diye "eh işte" kıvamında yaklaşmaya başlayan iğrenç insanlar var, onlara ne desek az. "Dünya'nın en iyisi!" derken "en iyisi olduğu söylenen" demeye başladılar, yarın çıkıp "daha iyi birkaç oyuncu var, artık en iyi değil" derler. Bir sonraki basamak da "Taurasi'den 2. Basketbol Ligi'nde 60 tane bulurum" olacaktır, olursa şaşırmam.
11.05.2011
Not Defteri #46
yazan:
firat selcuk
- Hep daha sık yazacağım diye söz verdiğim ama ihmal etmekten de hiç geri kalmadığım Not Defteri'nden bir kez daha merhaba. Sıklaştırma sözü vermiyorum, verince ihmal ediyorum işte, bir de böyle deneyelim. İhmal edebilirim diye belirteyim, belki bu kez de sıklaşır.
- Totem gibi oldu. Hiç de sevmediğim şeyler ota boka totem yapmak.
- "Totemlik bi' durum yok abi" diye karikatürü vardı Umut'un ama şimdi bulamadım.
- Kitap okuma ışığı denen ve sayfanın üstüne konan o sayfa boyutundaki ilginç şeyden aldım. Benim gibi, yatağa uzanmışken kitap okumaya başlayıp işi bitince ışığı kapatmak için tekrar kalkmak isterken canından can giden üşengeçler için yeryüzünün en kritik icatlarından biri.
- Şunu belirteyim, aklımdayken, "NET Limitsiz" denen tarife var ya. Hah. Durun şimdi. Santralinizi arayın sorun, hattınızın ADSL2+ ve 16 Mbit hızı destekleyip desteklemediğini iyice öğrenin. "16 Mbit'e kadar limitsiz" isimli tarifeye geçin. 8'e kadar limitsiz olana 55 TL verirken buna 59 TL vereceksiniz. Benim hızım 8'lik pakette en fazla 6.5 Mbit oluyordu, şimdi bununla 12-13 Mbit arası gidip geliyor. 4 TL'lik fark hızınızı ikiye katlıyor, asla kaçmamalı bu fırsat. Taahhüt olması da fark etmiyor, üst pakete geçtiğiniz için taahhütten çıkmıyorsunuz.
- Sonra tabii şöyle bir ihtiyaç doğuyor: Yeni bir harici disk. (burada random gülme yapmam lazımdı da blogda da yapılmasın artık bu, suyu çıkmasın olayın)
- Mayıs'ın 11'indeyiz ve İzmir hala serin, hala yataktan kalkınca üşüyorum, hala tişört ile gezemiyorum. Büyük problem.
- İmkanım olsa minimum 35° sıcaklık olacak der kural koyarım, sabitlerim sıcaklığı. Mis gibi.
- Bana sıcak koymuyor sonuçta, çok sıcak olması hiç problem değil. Marmaris'te 40° sıcaklıkta battaniye ile uyuyabilen bir insanım ben, gelmeyin üstüme. Sıcağı seviyorum ne yapayım.
- Milletin "ılık" dediği sıcaklıklar benim için soğuk. Ve yine herkesin "serin" diye hafife aldığı havalar benim için dondurucu soğuk. Hep sıcak olsun.
- Sıcak ve yaz demişken de Lipton Ice Tea sezonumu açtım. Günde en az bir litre gidiyor, hayırlısı...
- Kampüste 17 Mayıs günü Redd konseri var, kaçmayacak tabii ki ama Redd'i Ogün Sanlısoy'un ardına alt grup gibi koyan zihniyete de buradan çeşitli küfürler hediye ediyorum. Redd'in yanında Ogün Sanlısoy da kim oluyor ki?!
- Kampüs dediğim de Ege Üniversitesi oluyor bu arada. Neresi diye sorulmadan önce cevabı vermiş olayım kendim.
Gençlerin Maçı(!): Galatasaray 3-1 Kasımpaşa
yazan:
firat selcuk
Hafta arası duyulan tek şey bu maçta gençlerin oynayacağıydı ancak ilk 11'de başlayan Emre Çolak ve son dokuz dakikada oyuna giren Cem Sultan dışında bir genç göremedik sahada. Neyse ki iki genç de yeteri kadar umut verdi izleyenlere.
Gençlik algımız Avrupa liglerine göre o kadar farklı ki oralarda 20 milyon € civarına yirmi yaşındaki gençler transfer gerçekleştirirken, Türkiye'de yirmi yaşındaki bir oyuncunun yarım saat bile forma giymesi büyük iş olarak görülüyor. Hatta onu geçtim aynı şekilde Cem Sultan'ın da dokuz dakikalık performansı genç oyuncu izlemeye hasret taraftarı memnun etti. Aynı Cem Avrupa liglerinin birinde oynasa şu an ilk 11'e neden giremiyor olduğu konuşulurdu. Bülent Ünder'e kızmıştık geçtiğimiz haftalarda, genç oyuncu var da ben mi oynatmıyorum dedigi için. Bu sorusuna "Evet var, sen oynatmıyorsun" diyebilen oldu mu bilmiyorum ama hala daha Servet'in, Çağlar'ın, Aykut'un, Zapata'nın, Ayhan'ın oynadığı maçlar izlemek istemiyor Galatasaraylılar. Çok zor değildi Cem Sultan'ı Baros'un girdiği dakika Baros yerine tercih etmek. Baros buna bozulmaz, tam aksine destek olup kollardı Cem'i. Tabii Bülent Ünder söz konusuyken imkansız şeyler bunlar. Kendisinin gençlere karşı tutumu tahmin edilebilecek en kötü senaryodan bile daha kötü benim gözümde.
Avrupa'da 1994-1995 doğumlu oyuncular oynadığı zaman gençlerin oynadığı söylenmekte bu sezon. Böyle bir ortamda en azından yirmi yaşındaki oyuncular şans bulsun, biz yine genç görelim de yeter ki oynasınlar diyoruz ancak pek mümkün gözükmüyor ne yazık ki. Sezonun son beş maçına girerken gençleri görmek istediğimizi belirttik ama son iki maça girerken de durum değişmedi, hala aynı şeyi istiyoruz ve görebildiğimiz şey çok kısıtlı.
Gençler demişken de zamanında Galatasaray'da fırsat bulamayan Fırat Kocaoğlu'nun ilk yarının yıldızı olduğunu belirtmek gerek. Çok müsait gol pozisyonlarını az sonra adını anacağımız Stancu'nun da beceriksizlik dolu katkılarıyla engelledi. Fırat bize şunu gösterdi, Aykut'a verilen şansın yarısını kendisine verseydik elimizde en azından kulübede hazır oturacak güvenli bir eldivene sahip olacaktık. Fırat'ın gördüğüm tek eksiği topu kontrol edip elde tutamayışı oldu ki kendisinin Galatasaray'da ne yazık ki Nezih Ali Boloğlu ile çalıştığını göze alınca doğru bir eğitimle bunun da üstesinden geleceğine eminim. Galatasaray'da Nezih Ali Boloğlu'nun harcadığı bir yetenek olmaktan çıkıp az da olsa Süper Lig tecrübesi yaşamış olması büyük avantaj Fırat için.
Özel olarak değinmek istediğim iki isim var Galatasaray'da. İlk isim Culio olacak; kendisi fazlasıyla zorlama şutlar atıyor ve bu gerçekten can sıkmaya başladı artık. Aynısını Sabri yapınca tepki gösterilirken Culio'nun yaptıklarına göz yumulması ve "vuruyor işte, özgüveni var" diye alkışlanması sinir bozuyor sadece. Pino yine birkaç tane attı ve vurunca dağa taşa değil kalecinin üstüne doğru vuruyor gol atamasa da. Culio ise sadece dışarı atıyor, her seferinde daha uzağa yollayabiliyor. Bu kadar çok şut deneyip pozisyon öldüren bir ismin de Galatasaray'ın en çalışkanı olarak lanse edilmesine asla anlam veremeyeceğim.
Stancu'nun ise Galatasaray kariyerinde gelebileceği en iyi nokta "iyi bir yedek" olacak. Her geçen maç bunu daha iyi anlıyoruz. Şanssız veya formsuz olmak başka şey "yetememek" başka şey. Bunu anlamamız lazım artık. Takımda en ileride oynarken ceza sahası ön çizgisi üzerinde kendisine atılan pasın üzerinden atlayıp topu kaleciye bırakan bir golcüye yeterli diyemeyiz. Ayrıca kendisi bu maçta kaçırılabilecek her türlü golü kaçırdı. Gelen ortaya gelişine vurdu, olmadı. Karşı karşıya iki pozisyon buldu, ikisinde çok amatörce kaçırdı golü. Soldan orta geldi bomboş kafa vurdu, onu da dışarıya attı. Bir forvetin yaklayabileceği tüm pozisyon ve şut alternatiflerini bulup hepsini harcarken sadece boş kaleye girmekte olan topa sembolik olarak dokunarak golünü atabildi.
Cem Sultan'a da son bir paragraf açmalıyız çünkü kendisi kariyerinin ilk maçına çıktı Galatasaray'da. Oynadığı dokuz dakikada, Emre Çolak'a iki şut pozisyonu yarattı, Emre ile kısa zamanda çok uyumlu olduklarını bir kez daha göstermiş oldu. Çabasıyla da son dakikada kırmızı kart aldırdı rakibe. Aslında hareket doğrudan kırmızı karttı ancak hayatımda izlediğim en kötü Süper Lig hakemi olan Hüseyin Sabancı pozisyonu sarı kartla geçiştirdi, neyse ki Luis Henrique hakemi alkışlayıp hak ettiği kırmızı kartı gördü. Adını çok andığımız Emre Çolak'ın ise orta sahamızda performansını en beğendiğim oyuncu olduğunu söylemeliyim. Kenarda değil de ortada oynadığı zaman çok daha büyük ve önemli işler yapacağını maçın son bölümlerinde göstermiş oldu.
not: yazının goal.com'da yayınlanması geciktiği için blogda da bekletmek durumunda kaldım.
Gençlik algımız Avrupa liglerine göre o kadar farklı ki oralarda 20 milyon € civarına yirmi yaşındaki gençler transfer gerçekleştirirken, Türkiye'de yirmi yaşındaki bir oyuncunun yarım saat bile forma giymesi büyük iş olarak görülüyor. Hatta onu geçtim aynı şekilde Cem Sultan'ın da dokuz dakikalık performansı genç oyuncu izlemeye hasret taraftarı memnun etti. Aynı Cem Avrupa liglerinin birinde oynasa şu an ilk 11'e neden giremiyor olduğu konuşulurdu. Bülent Ünder'e kızmıştık geçtiğimiz haftalarda, genç oyuncu var da ben mi oynatmıyorum dedigi için. Bu sorusuna "Evet var, sen oynatmıyorsun" diyebilen oldu mu bilmiyorum ama hala daha Servet'in, Çağlar'ın, Aykut'un, Zapata'nın, Ayhan'ın oynadığı maçlar izlemek istemiyor Galatasaraylılar. Çok zor değildi Cem Sultan'ı Baros'un girdiği dakika Baros yerine tercih etmek. Baros buna bozulmaz, tam aksine destek olup kollardı Cem'i. Tabii Bülent Ünder söz konusuyken imkansız şeyler bunlar. Kendisinin gençlere karşı tutumu tahmin edilebilecek en kötü senaryodan bile daha kötü benim gözümde.
Avrupa'da 1994-1995 doğumlu oyuncular oynadığı zaman gençlerin oynadığı söylenmekte bu sezon. Böyle bir ortamda en azından yirmi yaşındaki oyuncular şans bulsun, biz yine genç görelim de yeter ki oynasınlar diyoruz ancak pek mümkün gözükmüyor ne yazık ki. Sezonun son beş maçına girerken gençleri görmek istediğimizi belirttik ama son iki maça girerken de durum değişmedi, hala aynı şeyi istiyoruz ve görebildiğimiz şey çok kısıtlı.
Gençler demişken de zamanında Galatasaray'da fırsat bulamayan Fırat Kocaoğlu'nun ilk yarının yıldızı olduğunu belirtmek gerek. Çok müsait gol pozisyonlarını az sonra adını anacağımız Stancu'nun da beceriksizlik dolu katkılarıyla engelledi. Fırat bize şunu gösterdi, Aykut'a verilen şansın yarısını kendisine verseydik elimizde en azından kulübede hazır oturacak güvenli bir eldivene sahip olacaktık. Fırat'ın gördüğüm tek eksiği topu kontrol edip elde tutamayışı oldu ki kendisinin Galatasaray'da ne yazık ki Nezih Ali Boloğlu ile çalıştığını göze alınca doğru bir eğitimle bunun da üstesinden geleceğine eminim. Galatasaray'da Nezih Ali Boloğlu'nun harcadığı bir yetenek olmaktan çıkıp az da olsa Süper Lig tecrübesi yaşamış olması büyük avantaj Fırat için.
Özel olarak değinmek istediğim iki isim var Galatasaray'da. İlk isim Culio olacak; kendisi fazlasıyla zorlama şutlar atıyor ve bu gerçekten can sıkmaya başladı artık. Aynısını Sabri yapınca tepki gösterilirken Culio'nun yaptıklarına göz yumulması ve "vuruyor işte, özgüveni var" diye alkışlanması sinir bozuyor sadece. Pino yine birkaç tane attı ve vurunca dağa taşa değil kalecinin üstüne doğru vuruyor gol atamasa da. Culio ise sadece dışarı atıyor, her seferinde daha uzağa yollayabiliyor. Bu kadar çok şut deneyip pozisyon öldüren bir ismin de Galatasaray'ın en çalışkanı olarak lanse edilmesine asla anlam veremeyeceğim.
Stancu'nun ise Galatasaray kariyerinde gelebileceği en iyi nokta "iyi bir yedek" olacak. Her geçen maç bunu daha iyi anlıyoruz. Şanssız veya formsuz olmak başka şey "yetememek" başka şey. Bunu anlamamız lazım artık. Takımda en ileride oynarken ceza sahası ön çizgisi üzerinde kendisine atılan pasın üzerinden atlayıp topu kaleciye bırakan bir golcüye yeterli diyemeyiz. Ayrıca kendisi bu maçta kaçırılabilecek her türlü golü kaçırdı. Gelen ortaya gelişine vurdu, olmadı. Karşı karşıya iki pozisyon buldu, ikisinde çok amatörce kaçırdı golü. Soldan orta geldi bomboş kafa vurdu, onu da dışarıya attı. Bir forvetin yaklayabileceği tüm pozisyon ve şut alternatiflerini bulup hepsini harcarken sadece boş kaleye girmekte olan topa sembolik olarak dokunarak golünü atabildi.
Cem Sultan'a da son bir paragraf açmalıyız çünkü kendisi kariyerinin ilk maçına çıktı Galatasaray'da. Oynadığı dokuz dakikada, Emre Çolak'a iki şut pozisyonu yarattı, Emre ile kısa zamanda çok uyumlu olduklarını bir kez daha göstermiş oldu. Çabasıyla da son dakikada kırmızı kart aldırdı rakibe. Aslında hareket doğrudan kırmızı karttı ancak hayatımda izlediğim en kötü Süper Lig hakemi olan Hüseyin Sabancı pozisyonu sarı kartla geçiştirdi, neyse ki Luis Henrique hakemi alkışlayıp hak ettiği kırmızı kartı gördü. Adını çok andığımız Emre Çolak'ın ise orta sahamızda performansını en beğendiğim oyuncu olduğunu söylemeliyim. Kenarda değil de ortada oynadığı zaman çok daha büyük ve önemli işler yapacağını maçın son bölümlerinde göstermiş oldu.
not: yazının goal.com'da yayınlanması geciktiği için blogda da bekletmek durumunda kaldım.
10.05.2011
9.05.2011
Şöhretler Maçı ve Yıldo
yazan:
firat selcuk
Yıldo lakaplı medyatik insan Ahmet Yıldırım Benayyat'ın eski bir sporcu olduğu artık yaygın olarak bilinen bir şey sanırım. Değilse de, henüz bilmeyen varsa da kendisinin Galatasaray'ın eski futbolcularından biri olduğunu söyleyelim. Evet o ilginç kahkahalarıyla tanınan kırmızımsı suratlı beyaz saçlı Yıldo'dan bahsediyoruz. Aynı zamanda futbola birkaç sene ara verip Voleybol denemişliği de var, o da not olsun.
Benim aklıma takılan şudur, yıllardır hem Galatasaray'a özel hem de ülke genelinde onlarca "şöhretler karması" adında takımlar maç yapıyor. En son olduğu gibi şöhretler karması ile Formula 1 pilotları oynuyor ya da Galatasaraylı eski oyuncular 100. yıl maçında olduğu gibi iki takım halinde oynayabiliyor. Örnekler bol yani...
Hafızamı zorluyorum ama onlarca, yüzlerce oyuncunun oynadığı bu tip maçlarda bir kere bile Yıldo'ya denk gelmedim ben, en azından Galatasaraylı eski oyuncuların oynadığı maçlarda hiç yer almadı diye hatırlıyorum. Amaç renkli, medyatik, ünlü kişilikleri toplamak ve eğlencesine bir maç yapmaksa Yıldo neden hiç yer almadı acaba bu tip maçlarda?
Evet... Gece 02.00'de bunu kafaya takıp meraklandım ve ciddiyim ben. Neden yok Yıldo?
Benim aklıma takılan şudur, yıllardır hem Galatasaray'a özel hem de ülke genelinde onlarca "şöhretler karması" adında takımlar maç yapıyor. En son olduğu gibi şöhretler karması ile Formula 1 pilotları oynuyor ya da Galatasaraylı eski oyuncular 100. yıl maçında olduğu gibi iki takım halinde oynayabiliyor. Örnekler bol yani...
Hafızamı zorluyorum ama onlarca, yüzlerce oyuncunun oynadığı bu tip maçlarda bir kere bile Yıldo'ya denk gelmedim ben, en azından Galatasaraylı eski oyuncuların oynadığı maçlarda hiç yer almadı diye hatırlıyorum. Amaç renkli, medyatik, ünlü kişilikleri toplamak ve eğlencesine bir maç yapmaksa Yıldo neden hiç yer almadı acaba bu tip maçlarda?
Evet... Gece 02.00'de bunu kafaya takıp meraklandım ve ciddiyim ben. Neden yok Yıldo?
8.05.2011
Galatasaray Yeniden Avrupa'nın En Büyüğü!
yazan:
firat selcuk
2007/2008 ve 2008/2009'dan sonra Galatasaray yeniden tekerlekli sandalye basketbolunda Avrupa'nın en tepesine oturdu. Yeniden Avrupa şampiyonuyuz. Geç bile kaldık bahsetmekte ancak Premier Lig'in final niteliğindeki haftası, Formula 1, Bank Asya 1. Lig'in en kritik haftası, Euroleague finali ve kendi adıma daha da önemlisi Giro d'Italia'daki sprint finişi derken Engelsiz Aslanlar ile ilgili yazı sarkmış oldu.
Çok takip edemesem de ve hatta her sezon bir kere de olsa yerinde izleyebilmişken bu sezon fırsatım olmasına rağmen izleyememiş olmama rağmen, aldıkları binlerce teşekküre bir tanesini de bizim bu satırlar yoluyla eklememiz lazım.
Yeniden Avrupa'nın en büyüğü olurken bizi çok bekletmeyip bir sezon sonra kupayı tekrardan kaldırdınız: Tebrikler Engelsiz Aslanlar!
Çok takip edemesem de ve hatta her sezon bir kere de olsa yerinde izleyebilmişken bu sezon fırsatım olmasına rağmen izleyememiş olmama rağmen, aldıkları binlerce teşekküre bir tanesini de bizim bu satırlar yoluyla eklememiz lazım.
Yeniden Avrupa'nın en büyüğü olurken bizi çok bekletmeyip bir sezon sonra kupayı tekrardan kaldırdınız: Tebrikler Engelsiz Aslanlar!
7.05.2011
Futbolumuz Neden Adam Olmaz?
yazan:
firat selcuk
Görüntü çoğu şeyi anlatıyor, 7 Mayıs 2011 tarihinde Spor Toto Süper Lig yine tribün terörüyle gündemde. Bursaspor-Beşiktaş karşılaşmaları ve yaşananlar sebebine, içeriğine, detaylarına ekstra girilecek bir konu olmaktan çıkalı epeyce oluyor. Haliyle de "bu hale nasıl geldi" tartışma yapacak eşiği çoktan geçtik.
Ancak şunu sorabiliriz: Bu zihniyet hiç değişmeden nasıl sürüyor, neden durmak bilmiyor?
Cevap da çok basit ve hiç uzakta değil, maç sonu Bursaspor Başkanı İbrahim Yazıcı'nın açıklamalarına kulak verirsek bu gayet iyi anlaşılıyor:
"Ligin ilk yarısında oynanan karşılaşmada yaşananalar ve Beşiktaş taraftarının tutumu olayların başlangıcı oldu."
Sanırsınız ki Bursa-Beşiktaş geriliminde fitili ilk ateşleyen Beşiktaş oldu. Bursaspor küme düştükten sonra Beşiktaş'a bir anda River-Boca rekabetindekinden daha büyük nefret duyan ve bunu milli mesele haline getiren Bursaspor taraftarı değilmiş gibi konuşuyor İbrahim Yazıcı. Sanki ortalık sütlimanken Beşiktaş taraftarı yokten yere Bursaspor rekabeti yarattı da böyle oldu gibi konuşuyor. Başkan bu kafada açıklamalar yaparken taraftardan sağduyuyu nasıl beklesin insanlar? "İmam ve cemaat" içerikli atasözümüzü belgeleyen bir olay, ötesi değil.
Bu zihniyeti düzeltmeden olaysız, iki tarafın birbirine çiçek verdiği ortamları falan hayal etmiyorlar mı bir de... Hangi organımla güleceğimi şaşırıyorum.
Ancak şunu sorabiliriz: Bu zihniyet hiç değişmeden nasıl sürüyor, neden durmak bilmiyor?
Cevap da çok basit ve hiç uzakta değil, maç sonu Bursaspor Başkanı İbrahim Yazıcı'nın açıklamalarına kulak verirsek bu gayet iyi anlaşılıyor:
"Ligin ilk yarısında oynanan karşılaşmada yaşananalar ve Beşiktaş taraftarının tutumu olayların başlangıcı oldu."
Sanırsınız ki Bursa-Beşiktaş geriliminde fitili ilk ateşleyen Beşiktaş oldu. Bursaspor küme düştükten sonra Beşiktaş'a bir anda River-Boca rekabetindekinden daha büyük nefret duyan ve bunu milli mesele haline getiren Bursaspor taraftarı değilmiş gibi konuşuyor İbrahim Yazıcı. Sanki ortalık sütlimanken Beşiktaş taraftarı yokten yere Bursaspor rekabeti yarattı da böyle oldu gibi konuşuyor. Başkan bu kafada açıklamalar yaparken taraftardan sağduyuyu nasıl beklesin insanlar? "İmam ve cemaat" içerikli atasözümüzü belgeleyen bir olay, ötesi değil.
Bu zihniyeti düzeltmeden olaysız, iki tarafın birbirine çiçek verdiği ortamları falan hayal etmiyorlar mı bir de... Hangi organımla güleceğimi şaşırıyorum.
4.05.2011
Jovetic'in Rüyası
yazan:
firat selcuk
1.05.2011
Masal Gibi Maç: Fiorentina 5-2 Udinese (Yorum+Özet)
yazan:
firat selcuk
Fiorentina berbat bir sezonda öyle bir noktaya geldi ki akıl alır gibi değil. 7. sıradaki Juventus ile aramızda sadece dört puan kaldı ki bu şu demek oluyor: Coppa Italia finali Milan-Inter olursa İtalya'da ligi 7. bitiren de UEFA Avrupa Ligi'ne katılabiliyor. Amaçsız denen, bitti denen sezonda Fiorentina bir anda umutlandı.
Cecchi Gori skandalından sonra Avrupa'daki(Şampiyonlar Ligi) ve İtalya'daki itibarını son üç sezonda yeniden kazanan Fiorentina'da kötü geçen 2009/10 sezonunda sonra 2010/11 sezonu daha kötü gitmekteydi, üst üste 2. kez Avrupa kupalarından uzak kalmak üzereyiz diyebiliriz. Bir maç ekisi olan ancak o da Lazio deplasmanı olan Juve'nin dört, Palermo'nun ise bir puan gerisinde bir umut bekliyoruz son haftalara girerken. Dikkat çekmek istediğim nokta şu ki, kötü denen bitti denen Fiorentina alkış tutulan ve yere göğe sığdırılamayan takımlarla aynı durumda.
Örnek lazımsa hemen Genoa'yı sunabiliriz. Fiorentina'nın almak istediği Rafinha ve Veloso'yu kadroya katıp üst sıra mücadelesine girecekleri düşünülüyordu. Üstelik kadroda Palacio gibi önemli bir golcü de bulunmakta. Bunun yanında yine Fiorentina'nın ciddi anlamda ilgilendiği Kaladze'yi kadroya katmışlardı. Paloschi ve Floro Flores gibi iki etkili ileri uç elemanı da göz önüne alındığı zaman Genoa'nın sezonun büyük sürprizlerinden biri olması bekleniyordu. Ne var ki rezil durumdaki Fiorentina aynı Genoa'nın dört puan önünde son üç hafta öncesi. Taparcasına sevilen ve takdir edilen Palermo'nun ise sadece bir puan gerisinde olduğumuzu söylemiştim yazının girişinde. Amauri ve Giovinco'lu Parma'dan bahsetmedim bile fark ederseniz.
Neyse şimdi rüyadan uyanalım, buraya kadar yazıyı okuyanlar fazla iyimser olduğumu düşünmüşlerdir zaten. Evet iyi yönden bakıp en rezil denen halimizle bile şakşakçılığı yapılan birçok takımdan geri kalmadığımızdan bahsettim. Gerçek olan ise şu ki; seneye de Avrupa'yı unutmalıyız. Zira bizim aradaki dört puanı kapatmamız zor gözükmese de almamız gereken dokuz puanı almamız bir hayli zor. Zira Inter deplasmanından üç puanı geçtim tek puan bile almayı hayal etmiyorum. Kaldı ki bunun yanında Juve'nin galibiyet alamaması lazım, e ona da ihtimal vermiyorum, haliyle Avrupa kupalarını unutabiliriz. Vurgulamak istediğim nokta kağıt üzerinde böyle bir şansımız olduğu, zor da olsa böyle bir ihtimalin peşinde koşabildiğimizdi. Bu sezon sonunda formalite maçlarıyla gelen beklenmedik yükselişe değineceğiz sezon bitince.
Bugünkü maça dönelim; Napoli ile birlikte sezonun en büyük sürprizini yaşatan iki takımdan biri olan Udinese'ye karşı alınan farklı ve bol gollü galibiyet prestij/formalite peşinde koşan takımın bu yolda yüzünü kara çıkarmamış oldu. Bunu neden söyledim? Galatasaray bunun tersini yapıp her hafta yüzünü daha da kara çıkarmakta ısrar ediyor çünkü.
Sezon başı Frey ve Jovetic gibi ağır darbelerle sarsılınca toparlayamadık kendimizi. Yine de sezonun sonu yaklaştıkça kilit birkaç transferin maç kazandırmaya başladığını görmek sevindirici. Alessio Cerci geçen hafta iki golü de attı, bugün de gol-asist derken maçın kahramanlarından oldu.
Orta sahada hep bahsettiğim Montoliov-D'Agostino ikilisinin uyumu tam anlamıyla sağlandığı zaman neler olabileceğini gördük. Udinese'nin Gökhan İnler'in cezası ile düşen orta sahasına bu ikilinin uyumlu oyunu ile iyice baskıyı kurduk ve sindirdik kendilerini. İleride ise Vargas standardını ortaya koydu, ekstrası yoktu o yüzden değinmiyorum ancak Cerci'nin beklentilerin de üstündeki oyunu sayesinde rahat bir maç geçirdik. Championship Manager 03/04'ün yıldızı ve o günden beri bir patlama ve istikrar göstermesi beklenen Cerci son haftalardaki formuyla ışık veriyor. CM/FM efsanesi olan çoğu oyuncu Fiorentina'da gerçek hayatta da kanıtladı kendini, umarım son halka Cerci olur.
Bu sonuçla birlikte Udinese'nin Şampiyonlar Ligi umutlarına en sağlam darbeyi indiren takım olduk. Palermo deplasmanından yedi golle dönüp Şampiyonlar Ligi heyecanına iyice kapılan Udinese ise bu kez yine deplasmanda ağır bir yenilgi alıp bu heyecanı büyük ölçüde yitirdi. Hem Lazio hem de Roma ile mücadele edecekler ki Lazio'yu en şanslı takım olarak görüyorum ben bu yolda.
Fiorentina için de son haftalarda ve özellikle bu maçta oynanan pozitif futbolun Mihajlovic ve takım için gelecek sezon öncesi düzenin/sistemin oturuyor olması yolunda bir ışık olmasını umuyorum şimdilik.
Serie A ise 35. haftasıyla birlikte bir kez daha kanıtladı Avrupa'da seyir zevki olarak eskiye oranla çok büyük ilerleme kaydettiğini. Golsüz denen, kasapların ligi denen Serie A'da 5-2 biten maç, 3-3'lük beraberlik, 2-3'lük deplasman galibiyeti gibi bol gol içeren maçlar ve sayısız gol pozisyonunun kaçışına sahne olan az gollü maçlar vardı. Kasapların kol gezdiği lig diye Serie A'ya laf söylenirken bugünkü Arsenal-Manchester United maçında Fabio'nun Wilshere'e nasıl girdiğini hatırlatıp kasap olacak adamın Avrupa'nın her liginde bunu yapabildiğini hatırlatmak gerek. Serie A hakkında sezon sonu bir yazı gelecek; "kasap", "sertlik", "golsüz", "zevksiz" laflarının haksız olduğunu anlatan.
Cecchi Gori skandalından sonra Avrupa'daki(Şampiyonlar Ligi) ve İtalya'daki itibarını son üç sezonda yeniden kazanan Fiorentina'da kötü geçen 2009/10 sezonunda sonra 2010/11 sezonu daha kötü gitmekteydi, üst üste 2. kez Avrupa kupalarından uzak kalmak üzereyiz diyebiliriz. Bir maç ekisi olan ancak o da Lazio deplasmanı olan Juve'nin dört, Palermo'nun ise bir puan gerisinde bir umut bekliyoruz son haftalara girerken. Dikkat çekmek istediğim nokta şu ki, kötü denen bitti denen Fiorentina alkış tutulan ve yere göğe sığdırılamayan takımlarla aynı durumda.
Örnek lazımsa hemen Genoa'yı sunabiliriz. Fiorentina'nın almak istediği Rafinha ve Veloso'yu kadroya katıp üst sıra mücadelesine girecekleri düşünülüyordu. Üstelik kadroda Palacio gibi önemli bir golcü de bulunmakta. Bunun yanında yine Fiorentina'nın ciddi anlamda ilgilendiği Kaladze'yi kadroya katmışlardı. Paloschi ve Floro Flores gibi iki etkili ileri uç elemanı da göz önüne alındığı zaman Genoa'nın sezonun büyük sürprizlerinden biri olması bekleniyordu. Ne var ki rezil durumdaki Fiorentina aynı Genoa'nın dört puan önünde son üç hafta öncesi. Taparcasına sevilen ve takdir edilen Palermo'nun ise sadece bir puan gerisinde olduğumuzu söylemiştim yazının girişinde. Amauri ve Giovinco'lu Parma'dan bahsetmedim bile fark ederseniz.
Neyse şimdi rüyadan uyanalım, buraya kadar yazıyı okuyanlar fazla iyimser olduğumu düşünmüşlerdir zaten. Evet iyi yönden bakıp en rezil denen halimizle bile şakşakçılığı yapılan birçok takımdan geri kalmadığımızdan bahsettim. Gerçek olan ise şu ki; seneye de Avrupa'yı unutmalıyız. Zira bizim aradaki dört puanı kapatmamız zor gözükmese de almamız gereken dokuz puanı almamız bir hayli zor. Zira Inter deplasmanından üç puanı geçtim tek puan bile almayı hayal etmiyorum. Kaldı ki bunun yanında Juve'nin galibiyet alamaması lazım, e ona da ihtimal vermiyorum, haliyle Avrupa kupalarını unutabiliriz. Vurgulamak istediğim nokta kağıt üzerinde böyle bir şansımız olduğu, zor da olsa böyle bir ihtimalin peşinde koşabildiğimizdi. Bu sezon sonunda formalite maçlarıyla gelen beklenmedik yükselişe değineceğiz sezon bitince.
Bugünkü maça dönelim; Napoli ile birlikte sezonun en büyük sürprizini yaşatan iki takımdan biri olan Udinese'ye karşı alınan farklı ve bol gollü galibiyet prestij/formalite peşinde koşan takımın bu yolda yüzünü kara çıkarmamış oldu. Bunu neden söyledim? Galatasaray bunun tersini yapıp her hafta yüzünü daha da kara çıkarmakta ısrar ediyor çünkü.
Sezon başı Frey ve Jovetic gibi ağır darbelerle sarsılınca toparlayamadık kendimizi. Yine de sezonun sonu yaklaştıkça kilit birkaç transferin maç kazandırmaya başladığını görmek sevindirici. Alessio Cerci geçen hafta iki golü de attı, bugün de gol-asist derken maçın kahramanlarından oldu.
Orta sahada hep bahsettiğim Montoliov-D'Agostino ikilisinin uyumu tam anlamıyla sağlandığı zaman neler olabileceğini gördük. Udinese'nin Gökhan İnler'in cezası ile düşen orta sahasına bu ikilinin uyumlu oyunu ile iyice baskıyı kurduk ve sindirdik kendilerini. İleride ise Vargas standardını ortaya koydu, ekstrası yoktu o yüzden değinmiyorum ancak Cerci'nin beklentilerin de üstündeki oyunu sayesinde rahat bir maç geçirdik. Championship Manager 03/04'ün yıldızı ve o günden beri bir patlama ve istikrar göstermesi beklenen Cerci son haftalardaki formuyla ışık veriyor. CM/FM efsanesi olan çoğu oyuncu Fiorentina'da gerçek hayatta da kanıtladı kendini, umarım son halka Cerci olur.
Bu sonuçla birlikte Udinese'nin Şampiyonlar Ligi umutlarına en sağlam darbeyi indiren takım olduk. Palermo deplasmanından yedi golle dönüp Şampiyonlar Ligi heyecanına iyice kapılan Udinese ise bu kez yine deplasmanda ağır bir yenilgi alıp bu heyecanı büyük ölçüde yitirdi. Hem Lazio hem de Roma ile mücadele edecekler ki Lazio'yu en şanslı takım olarak görüyorum ben bu yolda.
Fiorentina için de son haftalarda ve özellikle bu maçta oynanan pozitif futbolun Mihajlovic ve takım için gelecek sezon öncesi düzenin/sistemin oturuyor olması yolunda bir ışık olmasını umuyorum şimdilik.
Serie A ise 35. haftasıyla birlikte bir kez daha kanıtladı Avrupa'da seyir zevki olarak eskiye oranla çok büyük ilerleme kaydettiğini. Golsüz denen, kasapların ligi denen Serie A'da 5-2 biten maç, 3-3'lük beraberlik, 2-3'lük deplasman galibiyeti gibi bol gol içeren maçlar ve sayısız gol pozisyonunun kaçışına sahne olan az gollü maçlar vardı. Kasapların kol gezdiği lig diye Serie A'ya laf söylenirken bugünkü Arsenal-Manchester United maçında Fabio'nun Wilshere'e nasıl girdiğini hatırlatıp kasap olacak adamın Avrupa'nın her liginde bunu yapabildiğini hatırlatmak gerek. Serie A hakkında sezon sonu bir yazı gelecek; "kasap", "sertlik", "golsüz", "zevksiz" laflarının haksız olduğunu anlatan.
Son sözü de maçın özetine bırakalım:
Fatih Terim Egosu: Beşiktaş 2-0 Galatasaray
yazan:
firat selcuk
Beşiktaş-Galatasaray maçının Galatasaray adına tek anlamı başlıkta belirtilen durumun kesinlik kazanması oldu. Muhtemelen Türk Telekom Arena'daki Fenerbahçe maçı haricinde bir derbi veya büyük maç galibiyeti beklenmiyordu Galatasaray'dan, ancak kağıt üzerinde o ayarda bir maç kaldığı için umut vardı. Son derbi veya büyük maçla birlikte bu da geçip gitmiş oldu. Şunu da eklemek lazım: Sezonun prestij içeren son maçını da teknik direktör egosuyla geride bıraktı Galatasaray.
"Tünelin ucundaki ışık" lafını çok kullanırız ancak bunu kullanmayı gerektirecek bir ışığın bile olmadığı bir yolda ilerliyor Galatasaray. Derbide bunu yine gördük zira. Kewell-Neill ikilisi için sakatlık bahanesini öne sürsek de Bülent Ünder'in Cana ile ne problemi olduğunu çok merak etmekteyim. Lorik Cana gibi bir oyuncu için Avrupa'nın her kulübü kapıda yatacakken biz kendisini oynatmama peşindeyiz.
Bülent Ünder'in Galatasaray'ın başına geçmesinin tamamen bir talihsizlik olduğunu göreve gelişinin ikinci haftasında yaptığı "A2 takımda A takım seviyesinde oyuncu mu var da oynatmıyorum?" açıklaması ile anlamıştık ancak bu denli tutarsızlık içerisinde olacağını tahmin edemezdik. Bunu söyleme sebebim ise ortada: Juan Pablo Pino. Bir oyuncuyu oynatmıyorum dediysen ve sezon sonuna altı maç kaldıysa, oynatmayacaksın. Cüneyt Tanman değil mezarından Ali Sami Yen veya Metin Oktay kalkıp gelse bile oynatmayacaksın ki en azından belirli bir duruşa sahip olduğun için takdir etsinler seni. Bülent Ünder'in görevde kaldığı ve kalacağı kısa zaman dilimi bizlere neden Fatih Terim ile iyi geçindiği konusunda ışık tutacak ki tutmaya da başladı zaten. Galatasaray'ın ve Türk futbolunun başlıca problemi olan ego, Bülent Ünder ile yeniden Galatasaray'ın ve futbolun gündeminde.
Genç oyuncuları aşağılarcasına bir yorumla onları oynatmama sebebini söylüyor, üzerine bu da yetmez gibi "Ben varken o yok" dediği oyuncuyu sadece bir maç aradan sonra kadroya alıyor. Takımın sezon boyu canını dişine katan belki de tek adamı Cana'yı siliyor veya silmekten de beter ediyor. Böyle bir sezonun sonuna en azından rahat rahat gençleri ve formayı hak eden oyuncuları izlettirecek bir teknik adam lazımdı. Bizlere bunu bile çok görmüş oldular.
Beşiktaş maçı sırası ve sonrasında bana göre oluşan genel tablo böyleyken saha içerisindeki anlamsızlıklardan birinden daha bahsetmek lazım: Aydın Yılmaz. Anlamsız olan Aydın demiyorum zira bu sezon oyuncuları artı ve eksi olarak iki parçaya ayırsak Aydın'ı artı tarafa koyacak biriyim. Ancak kendisinin sağ bek oynaması skandal, talihsizlik, futbola ihanet veya başka nasıl kötü benzetme bulursanız odur. Taraftarın kötü bir performans göstersin de vurayım eleştireyim diye gözünün içine baktığı Aydın'ı sağ bek oynatmak aç aslanların önüne çiğ et atmak oldu. Neyse ki taraftarın daha büyük hedefi olan üçlüden Ayhan ve Mustafa sahadaydı da Aydın pek göze çarpmadı.
Sezonun son prestij maçını teknik direktör egosu ve mantıksız tercihler ile geride bırakan Galatasaray'dan ve teknik kadrodan son bir istekte bulunmak hepimizin hakkı sanırım. O istek de budur: Ne olur artık birkaç genci kazandırın!
goal.com
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)