27.09.2011

Özlemiştik!: Galatasaray 2-0 Eskişehirspor

Uzun zaman oldu gerçekten; Galatasaray'ın bir resmi maça bu kadar iştahlı başlayıp, maçın son anına kadar bu isteğini sürdürdüğü, sevenlerine son dakikaların "Lan Acaba?" demeden geçip gittiği anlar izletmeyeli... Hakikaten özlemişiz tam saha baskıları, rakibi sahasına hapsetmeyi. Üstelik rakip de lige -onca vukuata karıştıktan sonra- iyi bir başlangıç yapmış ve başında eski hocamız Michael Skibbe olan Eskişehirspor.
Uzun uzadıya taktikle kafa yormak istemiyorum ama Fatih Terim'in kafasındaki oyun varyasyonlarının tek bir sisteme sabitlenmiş olmadığı artık netleşti. Hazırlık etabında denenen ve olumlu izler bırakan 4-3-3, Samsun ve Karabük maçlarında sınırlı sürede verim alınan 4-4-2'den sonra bugün de doğrusal orta sahalı bir 4-5-1 denendi. Öyle ki beklerin de efektif kullanılmasıyla yedi-sekiz adam sürekli hücum alanında aktif oldu. Bunun da hocanın en istediği oyun karakteri olduğunu biliyoruz zaten.
Takım olarak çok iyiydik ancak bireysel olarak sivrilenlerden bahsetmemek olmaz. Savunma hattında Ujfalusi bir stoper nasıl oynamalı sorusuna cevap niteliğinde oynadı, hem gücünü efektif kullandı hem de hamleleri ile Es-Es'in forveti Mehmet Yıldız'ı futboldan soğuttu. Engin ortanın ortasında özverili ve başarılıydı. Hücumcu olarak anılan bir oyuncu olarak kaptığı toplar ve savunmasına yardım edişi takdire şayandı. Selçuk'tan bahsetmekten yorulacağız bu sene, zira duran topların işe yaradığını görmek başlı başına bir sevinç kaynağı. Riera ve Elmander yoruldukları son 15 dakikaya kadar ellerinden geleni yaptılar; özellikle Riera, Eskişehir'in atak başlarında yaptığı preslerle kanayan yaramız sol tarafımızdan baskın yememizi engelledi.
Son sözleri ise gecenin adamına ayırmak lazım. Felipe Melo için şuraya ne yazsak gerçekten az kalır. Kazanma hırsı, takım savunmasındaki etkinliği tüm dünyaca biliniyordu, bunun üstüne de skorerlik gibi yeni kimlik edindi hatta. Her şeyin ötesinde, hani derler ya "40 yıllık Galatasaraylı" diye, işte öyle oynuyor. Taraftar da onun bu davranışlarını elleri patlayana kadar alkışlıyor haliyle. Sezon sonunu hiç beklemeye gerek yok opsiyonun kullanılması için, takıma kalıcı olarak katmak için gereken yapılmalı...

TT Arena'dan da bahsetmeden kapatmayalım. Giden arkadaşlarımızdan gidiş-dönüşlerde sıkıntı olduğunu duyuyoruz ancak yine de tribünlerde blok halinde boşluklar görmek hoş değil. Atmosferi ile rakibin dizlerinin daha da fazla titremesi lazım şu statta. Dileriz takımımızın ivmesi bu doğrultuda devam eder, bu muhteşem stat da boş koltuksuz günlere yelken açar...

25.09.2011

Napoli 0-0 Fiorentina


Geçtiğimiz hafta bu sahada Milan'a sahayı dar eden Napoli'ye karşı, maçın yarısında büyük bir üstünlük kurarak oynamak ve beraberliği almak başarı olarak kabul edilmeli. Napoli'nin 3-5-2'sine karşı koyabilen ender takımlardan biriyiz, bu da ayrı bir başarı olmalı. Geçen sezon hakem hatasıyla içeride 1-1 berabere kaldık, deplasmanda da tıpkı bu maçta olduğu gibi 0-0 ile döndük. Bu sezon da Serie A'nın tehlikeli takımı Napoli'ye San Paolo'da yine galibiyet sevinci yaşatmadık.

Sezonun ikinci bölümünde içeride kaybetmezsek Napoli Maradona sonrası en iyi döneminde bize hep takılmış olacak. İnceden nefret edebilirler. Sahalarında bize gol attıkları son maçı da biz kazanmıştık 1-3'lük skorla. Her açıdan ters geliyoruz, yapacak bir şey yok. Fiorentina da hafta içi oynanan 3-0'lık Parma maçı sonrası iyi devam ediyor. Kurşun dökmesini bilen Fiorentina logosunun üstüne çarşaf gerip döksün lütfen.

13.09.2011

13 Eylül 1991 - Taçsız Kral

Resmi site müzik kullandığı giriş sayfası ile beğeni kazanmıştı sezon açılışında. Metin Oktay'ı da aynı şekilde anıyor, adına bestelenen şarkıyı çalarak... Harika bir iş...

http://www.galatasaray.org

Çok beğendiyseniz veya 13 Eylül 2011'den sonra girip de o şarkıyı duyamadıysanız buradan indirebilirsiniz: http://www.galatasaray.org/i/yildirimgurses_sonmac.mp3

11.09.2011

Kaldığı Yerden: İBB 2-0 Galatasaray

Büyük yenilik, Fatih Terim, harcanan büyük paralar, her mevkiye önemli yıldızlar, 2000 ruhu falan filan diye uzatırken yeni sezona girdi Galatasaray. Liverpool maçı, Çağlar girene kadar Real Madrid maçı falan derken gaza geldi herkes ancak bu gazın sönmesi için İBB karşısındaki 90 dakika yetti. Ruh, karakter, kimlik, kondisyon, taktik, uyum... Tüm bunlar öyle iki ayda kazanılacak şeyler değil. Öyle olduğunu sananlar vardı, olmadığı daha ilk resmi maçta görüldü. Siz hazırlanırken diğer takımlar yeşil bahçelere koşup armut toplamıyorlar, onlar da hazırlanıyorlar. Geçen seneki bitik takımdan sonra birazcık hareketlenen takımı görünce herkes "Uyandık, kalktık, geliyoruz!!" diye coştu. Gereği olmayan bir havaydı, bence Galatasaray adına iyi oldu bu havadan çıkılması.

Yanlış anlaşılmasın, "Erkenden takılmak daha iyi, kafalarında dank eder." demiyorum. En sevmediğim laflardan biridir, böyle bir teselli olamaz. Çaresiz takımların taraftarları sığınır buna bana göre, bırakın onlar sığınsın. Ha Galatasaray da şu an çaresizse, Galatasaray taraftarı da sığınsın, o başka bir durum. Ancak bu kadar vahim değil durum -en azından şimdilik, sonuçta önümüzdeki günlerin ne getireceği henüz muamma.

Sahada fark yaratan ne Webo ne de altı yıldır uyum içinde, belirli bir sistemle oynayan İBB'ydi. En büyük fark fizik güç oldu bu maçta. İBB savunmada bile hareketli ve gücünü kullanarak oynarken, Galatasaray hücumlarda dahi koşup efor harcamaktan bihaberdi. Sahada daha diri olan, daha çok koşan, daha fazla rakibe basan, daha fazla alan daraltan ve maç sonuna kadar kondisyonunu idare eden taraf hep İBB oldu. Melo, Ujfalusi, Eboue, biraz Kazım, biraz da Selçuk; bu kadardı Galatasaray'ın gücü kuvveti yeterli gibi görünenleri. Baros güçsüz falan dediler, hiç inanmadık, inanasımız gelmedi, medya abartıyor ediyor dedik ama nafile. Adam güçsüz işte, görünen köy kılavuz istemiyor. Hazır değil denen Sercan bile iki aydır takımla çalışan Baros'tan diri gözüküyorsa bir sıkıntı olduğu aşikar. Elmander tam da ihtiyaç olacak maçta sakatlanmış bu durumu göz önüne getirince. Zaten şu milli maç aralarında çektiğimiz çilenin yarısını başka takımlar aynı anda çekseler açık farkla şampiyon olurduk bu ligde.

Geçen sezonun berbat takımına oranla savunma ve orta sahada daha iyi dizilen bir takım gördük. Ancak aksayan noktalar elbette oldu. Çok çektiğimiz bir şey vardı: Farklı mevkide oynayan oyuncular. Yine gördük bunu, hazırlık maçlarının devamı niteliğinde Eboue ve Sabri çok alakasız yerlerde oynadılar. Sabri her ne kadar şu anki yerinde -orta sahanın ortası- kariyere başlamış olsa da altı senedir bek oynayan adamı oraya adapte etmek çok zor olacak. Buna inat edene kadar Ceyhun veya Yekta ile adam gibi defansif güç sağlamak akılcı duran seçenek şu an. Ujfalusi stopere, Eboue sol beke derken daha mantıklı bir defans hattının ortaya çıktığı zaten herkesin dilinde ki Terim de bunu biliyordur. Şimdi dediklerimi yalanlar gibi olacak ama Terim bunu bilirken Ujfalusi'nin bekte stopere oranla daha başarılı olduğunu da görmüş olmalı. Zaten bana kalırsa dediğim "mantıklı gözüken" savunma hattını oluşturamamaktaki temel etken bu. Ujfalusi Fiorentina'da da bek oynarken çok daha başarılıydı. Bek değil stoper oynadığı maçlar genelde savunmanın biraz sıkıntıda olduğu maçlar olarak öne çıkıyordu. Böyle olunca da savunmada Ujfalusi sağa geçiyor, Eboue sağdan başka bir yere geçmek zorunda kalıyor derken ortalık karışıyor. Bir çözüm elbet bulunacaktır buna; veya Fatih Terim alıştıracaktır oyuncularını maç içerisinde birkaç mevkide birden oynamaya. Daha evvel Ümit Davala, Ergün, Hasan, Capone gibi isimlere bunu öğretmişti. Misal; Capone bazen 4-4-2'nin sağındaki savunmacı bek olurken bazen 3-5-2'nin sağ çizgisini tek başına kollayan adam oluyordu. Ya da Davala sağ açıktan stopere geçebiliyordu bir anda.

Oyuncuları buna alıştırırken de verimden kısmamız gerekecek, bu maçta Eboue örneğinde olduğu gibi. Eboue gezgin gibiydi, sırtında bir bohçası eksikti. Sol açık başladı, sağ açık oldu, bir ara gitti orta sahanın ortasında oynadı, maçı da sol bek bitirdi. Bir oyuncu iki mevkide değişmeli oynayabilir ancak dört mevkiye birden geçiyorsa alınacak katkı düşer. Bir iki oyuncunun yeri değişir takımda ancak Sabri, Eboue, Ujfalusi, Sercan, Kazım gibi adamların yeri değişti maç içerisinde. Bu kadar değişiklik bir noktadan sonra karışıklığa yol açacak elbet. İkinci yarıdaki panik havasında bunun etkisi büyük. Gökhan-Yekta değişikliği ile Sabri ve Ujfalusi'nin yerleri değişince gerisi çorap söküğü gibi geldi. Zaten birkaç oyuncunun maç başından beri başka mevkilerde oynadığını düşünürsek iyice çıkmaza girildi.

Devreye dengede gidilse ikinci yarıda daha sakin bir Galatasaray görecektik büyük olasılıkla. Devreye kısa süre kala yenik duruma düşmek ikinci yarı öncesi biraz panikleyen bir Galatasaray izletti bizlere. Takımda oluşan bir an önce golü bulmalıyız çabası ise karışık ve düzenden kopan bir oyuna sebep oldu. Zaten Galatasaray'ı dikkatlice izleyince geçen sezona göre şimdilik tek farkın kaos futbolu oynanan döneme göre belirli bir düzene kavuşulmuş olması. İkinci yarı bize geçen sezonun o saçma kaos futbolundan kesitler sundu. Yenen ikinci goldeki dağınıklık, hücumda ceza sahasına kadar gidip son pasları yapamamalar... Kaos futbolunun etkisinden tam olarak kopabilmiş değil takım, bu yüzden ilk birkaç hafta vasat oyunla alınacak galibiyetler yeterli olmalı şimdilik.

Kazım'a yapılan penaltıya falan değinmiyorum. Ciddi bir olay değildi zira, hakemin görememe veya yanlış yorumlama ihtimalinin yüksek olduğu bir açıydı. O penaltı verilse Galatasaray maçı çevirebilirdi diyebilen var mıdır ki zaten?

9.09.2011

Serie A Başlıyor: Fiorentina 2011/12

İtalya'da grev nedeniyle ertelenen ilk hafta sonrası ligler başlıyor 2. hafta maçları ile birlikte. Fiorentina ise geçen sezona göre daha "takım" ve daha hazır olarak sahaya adımını atacak. İlk maçımız bir derbi olacaktı Siena ile, güç olarak arada büyük farklar olsa da derbi derbidir. Ancak şansımıza "yeni" ilk maçımız da bir derbi: Bologna. Her şeyden önce tribün için önemli bir maç olacak bu. Derbi sıfatıyla oynanan maçta alınacak bir galibiyetle lige başlamak herhangi bir rakibe karşı kazanıp başlamaktan çok daha önemli.

Fiorentina için öncelikle geçen sezon çok eleştirilen Mihajlovic'ten başlamak lazım. Çok eleştirdim, çok hata kolladım kendisine vurabilmek için ancak bu sezona daha derli toplu ve aklı başında giriyor kendisi. En azından bu defa tamamen kendi insiyatifi ile kurulan bir takıma sahip ve ilginç ısrarlarını sürdürmüyor. Tek ve büyük hatası Boruc'a güvenip Frey'i yollamak oldu bence. Ki bu noktada genç yıldız adayı Neto'nun kaleyi Boruc'tan çalması en büyük dileğim.

Takımdan giden isimler olsa da kadroya katılanlar geçmiş yıllarda "derinlik" ve "rotasyon" adı altında gelen facialara oranla çok daha önemli isimler. Mesela Andrea Lazzari milli takıma kadar yükselip ismini her geçen gün yukarılara taşıdığı dönemi takiben Fiorentinalı oldu. Orta sahada Donadel ve D'Agostino gibi istikrar sorunu yaşayan oyunculardan sonra Lazzari ilaç gibi gelecek. Özellikle de Montolivo'nun önümüzdeki sezon veya ara transferde ayrılacağı kesinleştikten sonra o boşluğu doldurabilme -ya da en azından yaptığı işi yapabilme- adına önemli bir geçiş sezonu yaşayacak. Yine aynı şekilde orta sahada gidenlerin yerini umut bağlanabilecek bir isim aldı: Houssine Kharja. Inter'de geçirdiği kiralık dönemi ona büyük bir şey katsa Milano'da kalırdı zaten, o yüzden büyük bir yıldız değil de iyi bir takım oyuncusu kazanmış oluyoruz Kharja ile. Orta sahada dayanıklı oyununu sürdürdüğü takdirde Mihajlovic'in istediği düzenin değişmezi olur. Hatta o düzenin ayakta kalmasını sağlayacak bir parça olup olmaması tamamen Kharja'nın kendi ellerinde.

Bu isimlerin dışında şimdilik rotasyonda yer alması beklenen Romulo var kadroda. Brezilya'da yaptığı çıkışı en üst seviyeye taşıyamadı kendisi ancak Fiorentina doğru adım olabilir. Almeria'daki çıkışını Fiorentina'da daha da üst boyuta taşıyıp yüksek ücretli Juventus transferine imza atan Felipe Melo'nun yeni muadili olabilir takım için. Net bir oyun oynamadan konuşmak zor kendisi hakkında, sonuçta "Avrupa'ya ilk kez gelen Brezilyalı" bilmecesi ile karşı karşıyayız.

Takım adına bir önemli hamle de Alessio Cerci'nin takımda kalması oldu. Manchester City tam iki ay boyunca istedi, yönetim her yeni teklife hayır dedi. Gerçi Mancini olmasa City ister miydi? Tabii ki hayır. Hazırlık döneminde Avrupa'nın sayılı yıldızlarından biriymiş gibi goller attı. Soluyla kestiği plaseleri sezon içerisinde de sürdürürse Robert Pires'ten sonraki en etkili şut tehdidine sahip kanat oyuncusu olur benim gözümde. Harika başladı, harika devam etsin ve mümkünse de üç kuruşu görünce satmayalım. Geçen sezon yeterli katkıyı verdi, bu sezon aynı oranda kalsa yetecektir, yeter ki yönetim ve teknik kadro parayı değil takımın geleceğini düşünüp kendisini Mancini'ye kaptırmasın.

Cassani gibi savunma rotasyonuna katkı verecek bir isme sahip olduğumuzu da es geçemeyiz, zira savunmada epeyce sıkıntı yaşandı geçtiğimiz sezon. Kaptan Dainelli sonrası orası tam dolmadı. Gamberini her ne kadar ligin en üst düzey yerli savunmacıları arasında olsa da iyi bir partner her zaman gerekiyor ve bu partner asla Kroldrup olamaz. Aslında bir stoper değil Cassani ancak ilk 11'in alternatifi olan bekler sağlam olmadığı için ortadaki ikilinin gardı kolay düşebiliyordu ara sıra. Cassani istenen katkıyı verirse stoperlere binen o ekstra yükü hafifletecek kalitede bir yedek olur. İlk 11 oyuncusu olursa da oh ne ala tabii ki. Savunmaya bir diğer katkı da Sırp oyuncu Matija Nastasic oldu. Bu tamamen Mihajlovic kaynaklı bir transfer, kendi topraklarından bir genci buldu getirdi ve neler yapacağını sezon içerisinde göreceğiz, kendisi hakkındaki bilgim stoper olması. Football Manager profiline baktığımda gördüğüm ışık ise Kroldrup'tan formayı yarım sezon içerisinde alabilir gereken şansı bulursa. Oraya güvenilir mi böyle bir analiz için? Pek değil, peki Kroldrup'tan kurtulmak söz konusuysa oyuna güvenelim mi? Mecburen güveneceğiz.

Kadronun yeni olan son ismi ise Velez'in hücumcusu Santiago Silva oldu. "Tank" lakaplı bu oyuncu Velez'den ayrılırken ortalık hafiften karışmış, bu adam satılır mı diyerek coşmuş taraftarlar. Fiorentina'da da boşta kalan 10 numaralı formanın sahibi oldu. Profesyonel olarak 14. sezonuna giriyor kariyerinde ve Fiorentina kendisinin 14. kulübü. Aynı kulüpte uzun süre kalabilen bir isim değil. Sergio Almiron misali "gittiği her takımda gelip geçici olan kel oyuncu" kontenjanını mı dolduracak yoksa kariyerinin son üç yılını yaşadığı Velez'deki itibarı ve sevgiyi burada da kazanacak mı tam bir muamma. Ben pek ışık görmedim, biraz tribünlere oynayan ve fizik gücünün etkisiyle bir şeyler yapan bir adam gibi geldi resmi siteden/kanaldan yapılan tanıtımlarda. Kendisinin Avrupa'daki ikinci şansı olacak bu. 2003/04 sezonunda Energie Cottbus, bir sonraki sezon ise Beira-Mar forması giymiş. Başka yerde bulamadım ama Wikipedia istatistiklerine göre iki takımda toplam 62 maça 17 gol sığdırmış. Kendisi tam bir golcü değil, Velez'e kadar ikinci forvet veya forvet arkası gibi oynuyor çoğunlukla(Bunu da İtalyan bir sitede okumuştum). Ancak forvet arkasından kasıt günümüzün 10 numaraları gibi oyun kurucu olarak değil de Sasa Ilic misali gizli forvet gibi bir oyun Santiago Silva için. Velez'de ise golcü kimliğini kazanmış, Maç başına 0.5 civarı gol ortalaması modern futbolda kabul edilebilir bir oran eğer bir Messi veye Ronaldo değilseniz. Velez kariyerinin ortasında kiralık gittiği Banfield'da da -yine Wiki'ye göre- 35 maç 22 gol yapmış ki fazlasıyla iyi duruyor. Kariyerinin son üç-dört yılındaki katkıları Fiorentina'ya verirse "Neden olmasın?" diyor insan. Ki bir de Mutu'dan sonra gelmiş olması gibi bir olay var. Daha ne olsun? Mutu'dan sonra kim oynasa göze hoş gelecek zaten.

Santiago Silva'nın takıma gelişi ise sancılı oldu biraz. Nastasic'in gelişi ile sezonluk bir tane AB dışı oyuncu alma hakkı doldu Fiorentina'da. Bunun için başka bir AB dışı oyuncuyu yollayıp bir kişilik daha yer açmak gerekiyordu. Üçüncü kaleci Avramov Cagliari'ye yollandı ve bu sorun çözülünce kendisi Fiorentina'ya transfer oldu.

Mutu demişken de; bu sezonun en rahatlatıcı sebeplerinden biri de Mutu gibi takım oyununu bozan, bireysel şovu uğruna takımı heba eden bir adamdan kurtulmuş olmak. Mutu'suz Fiorentina hücum hattının daha fazla zevk vereceğinden şüpheniz olmasın.

Takım adına sezonun son büyük olayı da Jovetic'in eski gücüne kavuşarak geri geliyor olması. Geçen sezonun ilk birkaç haftası sonrası ağır bir sakatlık yaşayıp sezon sonu geri döndü ama kayıp bir sezon olduğu için oynatılmadı riske alınmasın diye. Bu sezon çok iyi geldiğini hissettirdi zayıf hazırlık maçlarına rağmen. Jovetic gibi bir isim herhangi bir takımı bir ligde tek başına birkaç sıra yukarı çekebilecek bir oyuncu. Belki de o olsa geçen sezon en kötü ihtimalle Avrupa Ligi şansı bulacaktık...

Fiorentina için isimlerden yola çıkarak böyle bir analiz/inceleme yapıp İtalya Kupası ile merhaba dediğimiz yeni sezonun Serie A bölümüne de merhaba demiş oluyoruz. Bol bol galibiyet ve güzel oyun içerikli Fiorentina yazıları yazmak olsun yeni sezonla ilgili dileğimiz.

  ©Artemio Franchi. Template by Dicas Blogger.

TOPO