12.09.2012
İllüzyon: Türkiye 3 - Estonya 0
yazan:
a.c. sedef
Eleme gruplarının kurası çekildiğinde Estonya maçının sonucunun Hollanda maçından çok daha önemli hale geleceğini söyleseler kolay kolay kimse nasıl olacağını anlayamazdı herhalde. Hollanda maçı öncesinde, sırasında ve sonrasında gerek medyada gerek taraftar arasında konuşulanlar ve bunlara verilen tepkiler bunu mümkün kıldı. Abdullah Avcı için destek borazanları çalan medyanın ilk puan kaybında üstüne çullanması ve Avcı'nın gergin basın toplantısı sonrası, Estonya maçı bir anda Milli Takım-medya ilişkisinin kaderini belirleyecek maç oldu. Puan kaybı olsa Avcı'nın elemeler sonrasında koltuğundan kaldırılacağını söylemek için Nostradamus olmaya gerek yok... Hoca şanslıymış, bir yandan hakem şansı diğer yandan yükselen oyun performansı gerilen ortamı bir süre için daha yumuşattı. Teknik açıdansa elimizde sadece bir illüzyon var.
Maçın ilk on beş dakikası rakibin bizi kilitleyeceğini ve hatta savunmada olası bir sakarlıkla maçın bizim için kazanılması zor bir noktaya gelebileceğini gösteriyordu. Bu sürede Ömer Toprak'ın atlanan kırmızı kartı ve aynı pozisyonda verilmeyen penaltı bizim adımıza şansın döndüğü an denebilir. Sonrasında Burak'ın artan oyun etkinliği, Arda'nın sorumluluk alma uğraşıyla maçı lehimize çevirecekmiş gibi gözükse de oyunun kontrolünü bir türlü alamıyorduk ki, Burak'ın arkaya kaçtığı pozisyonlardan biri rakibi on kişi bıraktı ve dişli rakibimizin dişlerini sökmeyi başardık. Bundan sonrası tamamen bizim ellerimizdeydi.
Oyun merkezimizin bir türlü işlemediği ilk kırk dakikada alamadığımız oyun hakimiyeti Emre'nin sonunda ceza sahası çevresinde bir şeyler yapmaya cesaret etmesiyle elimize geçti. Gol dakikası öncesinde ne Emre'nin ne Mehmet Topal'ın topla sorumluluk almaması dişlilerin dönmemesine sebep oluyordu, iki buçuk maçtır bir türlü gelmeyen golün takımı tedirgin ettiğini de görmüş olduk. İlk yarının kalan süresinde ve ikinci yarıda nihayet kendi evinde olmanın cesareti ve güveniyle rakip kaleye giden bir Milli Takım gördük. İkinci yarı için söylenebilecek en önemli şey takımın bu güvenli haliydi. Açıkçası bunun dışında da teknik/taktik olarak öyle çok olumlu, çok önemli bir şey yoktu sahada. Savunmadaki en önemli ismini kırmızı kartla kaybeden rakibimiz ikinci golü yedikten sonra futbolda mümkün olsa havluyu sahaya fırlatacak hale gelmişti. Maçı sunan ve yorumlayan iki ismin düzdüğü methiyeleri yersiz ve bilhassa yanıltıcı bulduğumu söylemeliyim. Önemli yetenekleri olmayan, disipline ve fizik gücüne dayalı hatta bağımlı oynayan bir takıma karşı on kişi kalmalarından evvel üstünlük sağlayamamamız endişe vericiydi. Takımın merkezinin daha kararlı, daha baskın bir oyun oynamasına ihtiyacımız var. Bunu kısa sürede sağlayamazsak, bugün ikinci yarıda izlediğimiz takım hatırlarımızda bir göz yanılması gibi silinip gidecektir.
Takımı isim isim değerlendirecek olursak günün oyuncularının Emre, Arda ve Burak olduğunu söylemek yanlış olmaz. Arda, ilk yarı sonunda ve ikinci yarıda takım biraz akıcılaştığında sergilediği sade oyunla, Emre, kilidi açan golü attıktan sonra eksikliğini çektiğimiz lider oyuncu kimliğine bürünmesiyle, Burak, rakip on bir kişiyken maçı çözmek için gösterdiği gayretle maçın lehimize dönmesinde ayrı ayrı pay sahibiydi. Selçuk oyuna girdikten sonra bu takımın en önemli dört oyuncusundan biri olduğunu ve ikinci plana atılamayacağını gösterdi. Mehmet Topal da takım toparlandığında daha iyi oynamaya başladı. Sahadaki görevi ve yeri belirginleştikçe daha da iyi olacaktır. Hasan Ali sol tarafta bol bol çizgiye indi, zorladı. Keşke benzer bir performans Gökhan Gönül'den de gelseydi ama düşüşü sürüyor. Ömer ile Semih hem şanslı hem başarılıydı. Kusursuz değillerdi ama hataları bedel ödetmeyince göze batmadılar. Monte edilmeye çalışılan Sercan ve Tunay yine ışık vermedi. Sercan sahada olduğu süre boyunca takımdan ayrı bir yerde top oynuyormuş gibiydi. Tunay'ın sahadaki varlığını ne Amsterdam'daki maçta ne bu akşam anlamlandırabilmiş değilim. Umarım gelişme gösterir, çünkü hiçbir şey vermiyor. Takımın toplam performansıysa en iyi ihtimalle vasat olarak tanımlanabilir ama on kişi Estonya karşısında yetti.
İlk iki maçımızdan sonra "Estonya'ya karşı iyi oynadık" " Amsterdam'da galibiyeti kaçırdık" gibi tesellilerle kendimizi avutuyoruz. Amsterdam'da da Saraçoğlu'nda da 11'e 11 oyunda tam olarak organize ve baskın değildik. Oyun genelinde Hollanda'ya karşı fazla çekingen, Estonya'ya karşı fazla telaşlı gözüktük. Avcı'nın ve oyuncuların Hollanda maçı sonrası gelen eleştirileri karşılama biçimi ve takım içi dengeler, gol sevinçlerinden ve maç sonrası verilen demeçlerden görüldüğü kadarıyla çok iç açıcı değil. Ama işleri düzeltmek için bol bol zaman ve maç hala var. Beklenmeyen bir puan kaybı olmadan çıktığımız şu iki maçtan sonra kafalardaki tek şey daha iyi olmak olmalı. Yoksa bir turnuvayı daha "biz olsak neler yapardık" diye yakınarak izleyebiliriz.
Önemli Not: Seyirci harikaydı. Keşke maçı çözen kırmızı kartı getiren Burak'ı gol atmayı çok istediği için yuhlamasalardı.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder