30.10.2012

Juventus'tan Cadılar Bayramı Kutlaması

Juventus'tan Cadılar Bayramı için harika bir kutlama gelmiş. Oyuncuları birer birer efsane film karakterlerine dönüştürmüşler. En hayran kaldığımı ilk sıraya koydum: Andrea "The Joker" Pirlo.

Diğerlerinin ise hangi oyuncular olup hangi karakterlere dönüştüklerini dosya isminden görebilirsiniz. Direkt yazmıyorum ki isteyenler ilk bakışta futbolcuları ve karakterleri kendileri bulmaya çalışsınlar.

23.10.2012

Prensesin Uykusu

  • Ben bir hata yaptım bu gece, bunu paylaşmak için madde madde sıralayayım. Birbiriyle bağlı uzun cümlelerden oluşan bitirme tezi yazma peşinde değilim şu an.
  • Yediğim halt şu: Prensesin Uykusu isimli filmi izlemek. Daha doğrusu o filmi açıp bitene kadar sabretmek.
  • Ben sinemadan 100 dakika içinde bu kadar soğuyacağımı tahmin etmezdim. Vallahi edemezdim.
  • Öncelikle, hislerime geçmeden önce şu uyarıda bulunayım: BU FİLMİ İZLEMEYİN. KÖTÜ DEĞİL, ÇOK KÖTÜ.
  • İzleme sebebim de şu ha: O an aimp açıktı, rastgele çalıyordu, Prensesin Uykusuyum açıldı Redd'in, bari dedim, o çalmışken dedim, canım da sıkılırken dedim, boş otururken dedim, açayım da dedim, Prensesin Uykusu'nu izleyeyim dedim. O kadar çok şey dedim ki, hepsini demez olaydım.
  • Birisi size dünyanın en amaçsız/gereksiz/boş/tırt filmini sorarsa, gönül rahatlığıyla bu filmin adını verin. Şaşıranı ve yadırgayanı da bana getirin, değişik bir şey deneyeceğim.
  • 10 dakikalık kısa film olsaymış bile "5 dakika yetermiş, bu konuya 10 dakika abartı olmuş" denecek hikayeden 100 dakikalık film yapmışlar. Vallahi pes.
  • Yani şu film, TV'de oynayan herhangi bir hisli dizinin 35. bölümü olsa kimse yadırgamaz.
  • Ben ömrümde böyle büyük çile az gördüm. Kız bayıldı kafasına vurulunca, Redd geldi günlüğünde istediği gibi şarkı söyledi ona, sonra bir süre geçti ve kız uyandı. Arada ne mi oldu? Aziz isimli başrol oyuncusu hayal kurdu, kız uyurken onun günlüğüne masal yazdı.
  • Yok kütüphanede çalışıyormuş da, masal dünyası varmış da, hep gülen bir adammış da, ağaçlara sarılıp konuşurmuş da... 100 dakika boyunca çıkıp bir kişi de "Abim sen neyin kafasındasın, bu neyin kafası?" demedi.
  • Meydanlara çıkıp film makarası yakıp protestolar düzenlesem düzenlerim, o durumdayım. İyi ki karanlık ve sabah 05.30 civarı şu an. Üşeniyorum yani, sıcacık yatağımdan kalkıp da bu dediklerimi yapacak kadar delirsem zaten kapatırlar beni kolsuz gömlek giydirip.
  • Ama açık konuşalım: Ben yarın gidip manavdan bir demet ıspanak alsam ve sokak ortasında ona sarılıp neler yaşadığını sorsam tutuklanırım. Adam filmde bunu yaptı, şikayet eden olmadı. Toplum bilinci zayıflamış resmen.
  • Kütüphanede uçan ahtapot hayali kura kura siftahsız geçen ömründe çocuğun annesinden medet uman Aziz onu da başaramadı, o da arada kaynamasın.
  • Son maddede hafif çirkinleşsem de durum bu, bu filmi izlemeyelim, izlemek isteyenleri uyaralım.
  • NE DOLMUŞUM BE ARKADAŞ.

19.10.2012

Gençlerbirliği 3-3 Galatasaray

Normalde şu maçtan "seri uzadı" diye bahsederken galibiyet serisi olması lazımdı, sezon başlangıcını düşününce. Ancak yenilmediğimize dua eder bir halde bitirdik maçı. Onlarca yanlış var sayılabilecek, bunların yanında tek tük doğrular. Yenilerin adapte olamaması sorunu yaşıyorsak sorun yok ama yenilerin adapte olacak hallerinin bile olmayıp yetersiz birer takviye olmaları gibi bir durum varsa o zaman ocak ayına kadar daha bol bol sinir harbi yaşarız.

Geçen sezon takım öyle bir uyum yakalamıştı ki bu sezon yeni gelenlerden aynılarını bekleye bekleye ekim ayında kabus yaşadık. Sezonun başladığı ağustos sonu ve eylül ayının tamamında bir sorun yoktu, puan kaybı veya kötü oyun geçici deniyordu, bir ara toparladık ve Manchester maçındaki umut veren yenilgi -evet tam olarak böyle- geldi. Ancak ekim ayı öyle berbat geçiyor ki aldığımız bir puana kötünün iyisi diye sevinir hale geldik. Bunda en büyük etken işleyen takıma yenilerin bir anda adapte edilmesi ve elde olan/olmayan sebeplerden gelen 2 zorunlu değişiklik: Engin Baytar ve Tomas Ujfalusi. Engin hakkında geri dönemiyorum, çok yazıldı çizildi ve ben düzenli forma bulmaya başladığı dönemden beri hep arkasındayım Engin'in. Ujfalusi'nin sakatlığında da geriye dönüp uzun uzun konuşmak yersiz ama böyle sakatlıkların maçta değil de antrenmanda olması insanın canını iki kat daha sıkıyor. Kendi takım arkadaşın yüzünden hem kendin yanıyorsun hem de takım savunması çöküyor. Üstüne bir de tatilden zor döndürebildiğimiz Melo'nun form durumu eklenince takım savunması Muslera'ya kalıyor. Çünkü eksiklere diğerlerinin yetişmesi mümkün değil.

Hakan Balta ameliyat olsa 2 ay yoktu, olmayınca 2 maç dinlendirildi, riske edilmedi. Keşke 2 ay olmasaydı en azından sakatlığa sığınırdık dedik. Sakatlığı atlatıp tam dönseydi keşke şimdiki gibi yarı sakat halde çırpınacağına. Gerçi bu hali bile ilk 11 oynar bu takımda, o ayrı mesele. Cris geldi, adapte oldu, olmadı derken hala kendisini neden aldığımızı bilmiyoruz zira göremedik.

Adaptasyona girmişken devam edeyim, demin araya başka şeyler soktum çünkü. Hamit koca sezonu yedek geçirmiş, boynunda La Liga şampiyonluk madalyasıyla geldi. Milli takımda her maç sonu birilerini sert şekilde eleştiriyor, takımın kendisi gibi üst düzey olamadığını söylüyor bu adam. Daha birkaç gün önceki Macaristan rezaletinde bile bunu yaşadık, Hamit konuştu da konuştu. Ancak Hamit 3 sezondur milli maçlardan sonra nelerden memnun değilse hepsini kendisi yapıyor Galatasaray'da. Anlattığı tüm olumsuz profillere uyuyor, oynamıyor, oynatmıyor, takım oyununu da bozuyor. Takımın ne yapmak istediğini bilmiyor henüz ve kariyerinde Türkiye'de ona hep kurtarıcı gözüyle bakıldığı için o role soyunmaya kalkıyor. Takıma uymuyor, takımdaki dişlilerin bir parçası olmak yerine takımdaki en büyük dişli olmak istiyor ve bu da uyum sorunu denen şeyin aşılması en zor modelini ortaya çıkarıyor.

Yine aynı şekilde Amrabat, Kayseri'de amaçsız orta sıra mücadelesi sırasında yayla gibi açık alanda istediği gibi at koşturdu. Aynısını Galatasaray forması ile de yapabileceğini sanıyor ve henüz bunun olmayacağının farkında değil. Kontra lazımsa, rakip boş vermişse her şeyi, o zaman al Amrabat'ı, yaslan arkana izle... Ama sen Ankara deplasmanında Amrabat'tan medet umuyorsan neden savunmamızı anlatan en güzel kelime "kevgir" diye sorgulamayacaksın. Hakkın yok. Eski profilinden sıyrılamayıp kendini Kayseri'deki gibi takımın merkezi olabilecek bir oyuncu sanıyor. Hamit'teki olayın küçük boyutlusu. Aşar mı aşmaz mı bilinmez ama dedim ya zaten, ilk 11 için düşünülmesi hata, yedekten gelip açılan rakibi tamamen bitirmeye oynasın.

Ujfalusi büyük bir kaptan, komutan. Fiorentina'da oynarken de böyleydi bu, İspanya kariyerine değinmek istemiyorum çünkü La Liga izleyicisi olmadığım için izlediğim maçı 3-5 tanedir. Fiorentina'da savunma o varken mükemmel, o yokken alarm verir haldeydi. Değişti mi bizde? Hayır. O yokken yine problem, yine sıkıntı. Semih'ten eminim, geleceğinden şüphem yok, yaptığı her hata mental ve teknik anlamda daha da geliştirecek onu. Dany de beğendiğim ve destek olduğum bir isim. Ancak başlarında onu yönetecek bir Tomas Ujfalusi olmayınca dağınık hale geliyorlar. Savunmayı orta sahada başlatan ve çoğu atağı kale yüzü görmeden kesen Melo ise tatilden hala dönemedi. En ufak fırsatta eski Melo'nun dönüşünü müjdeliyor bize 2 aydır ama ekim ayı bitti bitecek, biz hala Miami'den dönmesini bekliyoruz. Melo ne zaman ki orta sahada rakibin atak başlatan adamını tekrar bozmaya başlar, bozamıyorsa geride forvet rahatsız eder ve aldığı topu Selçuk'a ulaştırıp hızla ileri çıkıp gol arayacak kondisyona ulaşır, o zaman savunmamız da hücum opsiyonlarımız da gelişir. Tek dakikasını bile boş geçirmemesi gerekiyor bu adamın.

Burak Yılmaz ise Trabzon'da üstlendiği -bilen bilir- Şahan'ın Güvenspor skecindeki "At Fink'e!" rolünden sıyrılamamış. At Burak'a, o vursun veya düşsün, çarpsın bir şeyler yapsın... Bu sisteme alışan adam Galatasaray'da da aynısını yapıyor, takım daha paslaşıp rakip sahaya yerleşirken 35 metreden şut deniyor. Galatasaray bunu istemiyor, isteseydi 2 sezondur forvet tercihleri Elmander ve Umut gibileri olmazdı. Burak buraya gelirken takımın her şeyi değil, 11'de 1'i olduğunu idrak edemeden geldi, hala anlamış değil. Geçen sezon Baros-Elmander ikilisini hatırlıyoruz, deli gibi koştular, biri ileride bekledi diğeri geri koştu, diğer pozisyon koşan adam bekledi, koşmayan gitti savunmaya yardımcı oldu. Böyle değişerek takım savunmasına maksimum katkıyı vermeye çalıştı ilerideki oyuncular. Bu sene bakıyoruz, Elmander 1, 2, 3, 4 kere geliyor ama devamı yok. Nasıl olsun ki devamı? 90 dakikada dinlenmeyecek mi bu adam? İleride dinlendiği anlarda Burak çıkmayınca Elmander de bir yere kadar gidip sonrasında ileride duruyor. Burak'a defalarca dön deniyor, o inadına ileride. Sonra işte 45 dakika kanser edip yerini Umut'a bırakınca Umut yapılması gerekenleri Elmander'le ortaklaşa yapıyor ve takım kendine geliyor.

Bu saydıklarımı düşününce, olanların olmayanlara göre ne kadar fazla olduğu belirginleşti sanırım. Ben en kötü 12. hafta Engin döndüğü zaman Hamit'i kesip 11'e dönerse toparlarız diye iddiamı ortaya atıp bitireyim.

1-2 saat sonra da Emre Çolak yazısını okursunuz bu maçın üzerine...

12.10.2012

Not Defteri #51

  • Naber hacı?
  • Blogu bu aralar biraz boşl... *çaaaaaaaaaaaaat* *çeşitli dayak efektleri* (şu boşlamalı geyik de bitmedi be, hala ciddi yapan adam görüyorum ara sıra)
  • Neyse, blogum olduğunu hatırladım.
  • Bu ara hayatım beklemekle geçiyor. Öyle alengirli sözler beklemeyin, FM 2013'ü bekliyorum. 2000'den beri hayatımdaki en sadık şey, seviyeli bir birlikteliğimiz var. Ön siparişimi yaptım, ŞİMDİ ONLAR DÜŞÜNSÜN.
  • Bu aralar tam bir İsmail Abi oldum, çay içiyorum ve işsizim.
  • Blogun yazarlarından ve İzmir'deki en adam gibi adamlardan McDennis'i Kıbrıs'a uğurladık, onu belirteyim(sanki her gün yazı yağdırıyoruz da, yazarların hepsi hatırlanıyor...).
  • Belki gaza getiririm adamı da Kıbrıs futbolu yazarak buralara da geri döner.
  • Döner dedim de, tavuk döner ve diğerleri diye dünyayı ikiye ayırabilirim. Bu yaz Marmaris'te bulunduğum süre boyunca ya çizburger ya da tavuk döner yemediğim gün sayısı en fazla 5.
  • Tavuk döneri evde balkondan sepet sallayarak alıyorum Marmaris'te, düşün bendeki kafayı...
  • Bugün zaten yine 1 kiloya yakın tavuk yedim ve tam doymayıp "hani bana, hani bana?" dedim.
  • Şu an Muse dinlediğim(I Belong To You) için aklıma geldi, Madness isimli saçmalıktan sonra The 2nd Law albümünü dinlemeye gönlüm elvermiyor. Olmamışlık var Madness'ın içinde. O dubstep havaları falan... (Ünlü müzikolog Fırat Selçuk'u dinlediniz...)
  • Ama yine de her şeye rağmen dünya Britanyalı grupların daşş... Evet. Anladınız.
  • FIFA 13'e geçeyim biraz da. Selçuk ile iki serbest vuruş atayım da keyfim yerine gelsin. Adam gol değil goller atıyor, her şeyim oldu resmen...

  ©Artemio Franchi. Template by Dicas Blogger.

TOPO