Normalde şu maçtan
"seri uzadı" diye bahsederken galibiyet serisi olması lazımdı, sezon başlangıcını düşününce. Ancak yenilmediğimize dua eder bir halde bitirdik maçı. Onlarca yanlış var sayılabilecek, bunların yanında tek tük doğrular. Yenilerin adapte olamaması sorunu yaşıyorsak sorun yok ama yenilerin adapte olacak hallerinin bile olmayıp yetersiz birer takviye olmaları gibi bir durum varsa o zaman ocak ayına kadar daha bol bol sinir harbi yaşarız.
Geçen sezon takım öyle bir uyum yakalamıştı ki bu sezon yeni gelenlerden aynılarını bekleye bekleye ekim ayında kabus yaşadık. Sezonun başladığı ağustos sonu ve eylül ayının tamamında bir sorun yoktu, puan kaybı veya kötü oyun geçici deniyordu, bir ara toparladık ve Manchester maçındaki umut veren yenilgi -evet tam olarak böyle- geldi. Ancak ekim ayı öyle berbat geçiyor ki aldığımız bir puana kötünün iyisi diye sevinir hale geldik. Bunda en büyük etken işleyen takıma yenilerin bir anda adapte edilmesi ve elde olan/olmayan sebeplerden gelen 2 zorunlu değişiklik:
Engin Baytar ve Tomas Ujfalusi. Engin hakkında geri dönemiyorum, çok yazıldı çizildi ve ben düzenli forma bulmaya başladığı dönemden beri hep arkasındayım Engin'in. Ujfalusi'nin sakatlığında da geriye dönüp uzun uzun konuşmak yersiz ama böyle sakatlıkların maçta değil de antrenmanda olması insanın canını iki kat daha sıkıyor. Kendi takım arkadaşın yüzünden hem kendin yanıyorsun hem de takım savunması çöküyor. Üstüne bir de tatilden zor döndürebildiğimiz Melo'nun form durumu eklenince takım savunması Muslera'ya kalıyor. Çünkü eksiklere diğerlerinin yetişmesi mümkün değil.
Hakan Balta ameliyat olsa 2 ay yoktu, olmayınca 2 maç dinlendirildi, riske edilmedi. Keşke 2 ay olmasaydı en azından sakatlığa sığınırdık dedik. Sakatlığı atlatıp tam dönseydi keşke şimdiki gibi yarı sakat halde çırpınacağına. Gerçi bu hali bile ilk 11 oynar bu takımda, o ayrı mesele.
Cris geldi, adapte oldu, olmadı derken hala kendisini neden aldığımızı bilmiyoruz zira göremedik.
Adaptasyona girmişken devam edeyim, demin araya başka şeyler soktum çünkü.
Hamit koca sezonu yedek geçirmiş, boynunda La Liga şampiyonluk madalyasıyla geldi. Milli takımda her maç sonu birilerini sert şekilde eleştiriyor, takımın kendisi gibi üst düzey olamadığını söylüyor bu adam. Daha birkaç gün önceki Macaristan rezaletinde bile bunu yaşadık, Hamit konuştu da konuştu. Ancak Hamit 3 sezondur milli maçlardan sonra nelerden memnun değilse hepsini kendisi yapıyor Galatasaray'da. Anlattığı tüm olumsuz profillere uyuyor, oynamıyor, oynatmıyor, takım oyununu da bozuyor. Takımın ne yapmak istediğini bilmiyor henüz ve kariyerinde Türkiye'de ona hep kurtarıcı gözüyle bakıldığı için o role soyunmaya kalkıyor. Takıma uymuyor, takımdaki dişlilerin bir parçası olmak yerine takımdaki en büyük dişli olmak istiyor ve bu da uyum sorunu denen şeyin aşılması en zor modelini ortaya çıkarıyor.
Yine aynı şekilde Amrabat, Kayseri'de amaçsız orta sıra mücadelesi sırasında yayla gibi açık alanda istediği gibi at koşturdu. Aynısını Galatasaray forması ile de yapabileceğini sanıyor ve henüz bunun olmayacağının farkında değil. Kontra lazımsa, rakip boş vermişse her şeyi, o zaman al Amrabat'ı, yaslan arkana izle... Ama sen Ankara deplasmanında Amrabat'tan medet umuyorsan neden
savunmamızı anlatan en güzel kelime "kevgir" diye sorgulamayacaksın. Hakkın yok. Eski profilinden sıyrılamayıp kendini Kayseri'deki gibi takımın merkezi olabilecek bir oyuncu sanıyor. Hamit'teki olayın küçük boyutlusu. Aşar mı aşmaz mı bilinmez ama dedim ya zaten, ilk 11 için düşünülmesi hata, yedekten gelip açılan rakibi tamamen bitirmeye oynasın.
Ujfalusi büyük bir kaptan, komutan.
Fiorentina'da oynarken de böyleydi bu, İspanya kariyerine değinmek istemiyorum çünkü La Liga izleyicisi olmadığım için izlediğim maçı 3-5 tanedir. Fiorentina'da savunma o varken mükemmel, o yokken alarm verir haldeydi. Değişti mi bizde? Hayır. O yokken yine problem, yine sıkıntı.
Semih'ten eminim, geleceğinden şüphem yok, yaptığı her hata mental ve teknik anlamda daha da geliştirecek onu.
Dany de beğendiğim ve destek olduğum bir isim. Ancak başlarında onu yönetecek bir Tomas Ujfalusi olmayınca dağınık hale geliyorlar. Savunmayı orta sahada başlatan ve çoğu atağı kale yüzü görmeden kesen
Melo ise tatilden hala dönemedi. En ufak fırsatta eski Melo'nun dönüşünü müjdeliyor bize 2 aydır ama ekim ayı bitti bitecek, biz hala Miami'den dönmesini bekliyoruz. Melo ne zaman ki orta sahada rakibin atak başlatan adamını tekrar bozmaya başlar, bozamıyorsa geride forvet rahatsız eder ve aldığı topu Selçuk'a ulaştırıp hızla ileri çıkıp gol arayacak kondisyona ulaşır, o zaman savunmamız da hücum opsiyonlarımız da gelişir. Tek dakikasını bile boş geçirmemesi gerekiyor bu adamın.
Burak Yılmaz ise Trabzon'da üstlendiği -bilen bilir- Şahan'ın Güvenspor skecindeki
"At Fink'e!" rolünden sıyrılamamış. At Burak'a, o vursun veya düşsün, çarpsın bir şeyler yapsın... Bu sisteme alışan adam Galatasaray'da da aynısını yapıyor, takım daha paslaşıp rakip sahaya yerleşirken 35 metreden şut deniyor. Galatasaray bunu istemiyor, isteseydi 2 sezondur forvet tercihleri Elmander ve Umut gibileri olmazdı. Burak buraya gelirken takımın her şeyi değil, 11'de 1'i olduğunu idrak edemeden geldi, hala anlamış değil. Geçen sezon Baros-Elmander ikilisini hatırlıyoruz, deli gibi koştular, biri ileride bekledi diğeri geri koştu, diğer pozisyon koşan adam bekledi, koşmayan gitti savunmaya yardımcı oldu. Böyle değişerek takım savunmasına maksimum katkıyı vermeye çalıştı ilerideki oyuncular. Bu sene bakıyoruz, Elmander 1, 2, 3, 4 kere geliyor ama devamı yok. Nasıl olsun ki devamı? 90 dakikada dinlenmeyecek mi bu adam? İleride dinlendiği anlarda Burak çıkmayınca Elmander de bir yere kadar gidip sonrasında ileride duruyor. Burak'a defalarca dön deniyor, o inadına ileride. Sonra işte 45 dakika kanser edip yerini Umut'a bırakınca Umut yapılması gerekenleri Elmander'le ortaklaşa yapıyor ve takım kendine geliyor.
Bu saydıklarımı düşününce, olanların olmayanlara göre ne kadar fazla olduğu belirginleşti sanırım. Ben en kötü 12. hafta Engin döndüğü zaman Hamit'i kesip 11'e dönerse toparlarız diye iddiamı ortaya atıp bitireyim.
1-2 saat sonra da Emre Çolak yazısını okursunuz bu maçın üzerine...