İyi günler dileyerek ve beni bloguna transfer eden Fırat
Selçuk başkanıma teşekkür ederek yazıma başlamak istiyorum.
Dünya Kupası ve Avrupa Kupası’na karşı kendimi bildim bileli
fazladan bir ilgim vardır. Elimden geldiği kadarıyla her maçı izlemeye çalışır,
adeta bir Hıncal Uluç edasıyla televizyon başına dikilip eleştirilerimi peşpeşe
sıralarım.
Futboldan taktik olarak sağlıklı eleştiriler yapacak kadar anlamıyorum ya da kafa olarak biraz gerilerde kaldım ancak bu utanmadan yüzsüz yüzsüz eleştiri yapmama olmuyor. Futbol izlerken beklediğim şeyler basit: Hızlı ve tempolu, bol pozisyonlu, mümkünse gollü geçen maçlar. Taktik savaşlarına dönüp 80 dakikanın ortasahada takımların birbirinden top kapıp set hücum kurmaya çalışmasıyla geçen, kimsenin sazı eline alamadığı maçlar benim için işkenceden farksız. Sazı eline almak demişken bunun sebebi de artık dünya futbolunda yıldız oyuncu sayısı azaldı veya yıldız kabul edilen oyuncuların oyun tarzı değişti. Ekşi Sözlük'te bu konuda önemli bir kısmına katıldığım
bir entry mevcut.
Daha fazla dallanıp budaklandırmadan kısa özetlere geçeyim:
A Grubu
Fransa
Turnuvadan önce bana gelecekten haber gelse, Fransa iki maçta 6 puan aldı deselerdi yüklü miktarda bahis oynamadan önce "vay be demek Pogbalı, Kanteli, Payetli, Griezmannlı canavar kadro favorilerden biri olmanın hakkını veriyor" derdim. Ne yazık ki Fransa'dan gördüğümüz futbol tam olarak gerçekler/hayaller capslerinin karşılığı. Defansı haricinde zayıf bölgesi olmayan, şantajcı Benzema'nın eksikliği dışında eksiklik çekmeyen Fransa benim turnuvada maçlarını iple çektiğim ilk takımdı. Rakibi bunaltan bir ortasaha performansı ile gerek kanatlardan gerek ortadan yapılacak hücumlarla kazma Giroud'a bile maç başına 2 gol attıracak bir Fransa hayal ederken, pozisyona girmekte zorlanan, ne oynadığı karışık bir Fransa izledik. Benim en büyük hayalkırıklığım ise Pogba oldu. Sahada Juventus'taki Pogba yerine üstüne yapıştırılan Zidane/Vieira etiketinin baskısıyla ezilmiş bir Pogba gördüm.
Esasında şahsen Kante ve Payet haricinde -belki Adil Rami- beklentilerimi karşılayan bir oyuncu da yoktu ama misal Griezmann'ın performans düşüklüğünü Deschamp'ın beceriksizliğine bağlayabiliyorum. Romanya maçında istediği topları alamıyor, ilerde eziliyordu. Arnavutluk maçında ise zaten sonradan oyuna girdi 90da golünü atıp Fransa'yı gruptan çıkardı. Pogba ise sık sık topla buluşmasına rağmen onu Pogba yapan top sürme, iyi pas atma gibi özelliklerini sergileyemedi. Benim için fark burada. Arnavutluk maçında yedekten girmek belki daha iyi olur dedim o da olmadı, umarım turnuvanın kalanında kafası daha rahat oynar da leylek bacaklarıyla attığı çalımları ve şutları daha sık izleriz.
|
İki maçın da adamı Payet. |
Fransa'nın en kilit adamının ise tartışmaya yer bırakmayacak şekilde Dimitri Payet olduğunda hemfikir olduğumuzu düşünüyorum. Gerek Romanya gerek Arnavutluk maçında yarattığı pozisyonlar ve attığı biri muhteşem iki gol onu Fransa'nın en iyisi yaptı. West Ham United'da geçirdiği harika sezonun üstüne koyarak devam ediyor, transfer sezonunda ne olur merak ediyorum.
Fransa hakkındaki şimdilik son satırlarımı Deschamp'ın bazı taktik inatlarından vazgeçmesi ve Pogba başta olmak üzere oyuncuların beklentileri karşılamaları halinde turnuvada yarıfinal görürler, yoksa Payet her maç şapkadan tavşan çıkaramaz diyerek sonlandırıyorum.
İsviçre
Forvetinde Haris Seferovic yerine ortalama bir Afrikalı PTT 1. Lig forveti olsaydı şu anda turnuvaya damga vuran bir İsviçre'yi konuşuyor olacaktık. Girdiği her pozisyonda şut açısı, hava şartları, zeminin kayganlığı, kramponunun ayağını sıkması, topun sekmesi, kalecinin yerinde olup olmaması gibi hiçbir etkenin kendisini etkilemesine izin vermeden kaleciyi vurmayı başaran Seferovic'i tebrik ederek yazıma devam ediyorum.
|
Forvet değil papıt şov. |
Arnavutluk maçında -rakibin 30. dakikada 10 kişi kalmasıyla birlikte- çok pozisyon yakaladılar, atamadılar. Az kalsın 2 puanı da kaptıracaklardı. Akıllanmadıkları için Romanya maçında penaltıdan geriye düşüp yine bir kamyon dolusu fırsatı harcadılar. Mehmedi sahne almasa Fransa maçına ölüm kalım maçı olarak bakacaklardı, şimdi liderlik şansları bile var.
İsviçre'de en çok Dzemaili'nin olumlu performansı hoşuma gitti. 10 numara gibi oynuyor, güzel oynuyor, top onda değilken belki çok katkı vermiyor ama top kendisine geldiğinde iyi işler çıkartıyor. Galatasaray'a geri döner ve kalırsa kendisinden yararlanabileceğimiz pozisyon belli. Tabi Selçuk varken Sneijder varken üçüncü bir oyun kurucuya ihtiyacımız yok ama konumuz bu değil. Xhaka'yı Romanya maçının adamı seçmişlerdi, neden bilmiyorum. Benim fark etmediğim bir görev adamlığı işini iyi yapmış olabilir. Açıkçası Behrami'yi daha çok beğendim. Kulüp maçlarında kendisini pek takip etmiyorum ama 2014'ten beri olan kariyerini -Hamburg, Watford- göz önüne alırsak milli maçlarda çok başka oynayan bir oyuncu.
İsviçre benim için hala gizli favorilerden bir tanesi. Yalnız takımı iyi akord edilmemiş bir enstrüman gibi görüyorum, sanki bir şeyler yerine otursa alıp yürüyeceklermiş gibi geliyor. Tabi ilk akordun Seferovic'in ayağına çekilmesi gerekiyor.
Romanya
Fransa karşısında kendi seviyelerinde çok başarılı oynadılar. Muhteşem Payet'i durduramadılar. İsviçre karşısında da öne geçtiler ama skoru korumaya çalışıp başarısız oldular. İki maçta da tek gollerini penaltıdan buldular hücum açısından çok etkili olduklarını söyleyemem. Gruptan çıkma şansları var mı? Arnavutluk'u yenerlerse 4 puan alıp en iyi üçüncüler arasına girebilirler elbette ama Arnavutluk çantada keklik tabir edilecek bir takım değil. Rumenler üç puana muhtaçken nasıl oynayacak göreceğiz. Şu anki halleriyle pek keyif vermiyorlar.
Arnavutluk
Grubun en talihsiz takımı. Kötü bir Fransa'ya karşı da olsa iyi direndiler ancak 90. dakikadan sonra maçı verdiler. İlk maçları olan İsviçre maçında ise 5. dakikada geriye düştükleri yetmemiş gibi yıllarca "savaşa giderim, savaşta yanıma alırım, afedersiniz çıplak halde arkamı döner yatarım o derece güvenirim" diye pazarlanan Lorik Cana'nın kurbanı oldular. Önce rakibinin kafasını -bakın kafa vuruşunu değil, doğrudan kafasını- kramponuyla kesmeye çalışıp sarı kart aldı, sonra da Chedjou'nun Kadıköy'de topa dirsek vurmasından daha saçma bir hareketle, yerde yatarken topa vuramayacağını anlayıp plonjon yaparak topa tokat vurunca takımını eksik bıraktı. İkinci maçta yerine oynayan Ajeti çok daha iyi göründü, atılmasının tek olumlu katkısı bu olabilir. İsviçre maçında bu eksikliğe rağmen iyi oynadılar, maçtan kopmadılar. İsviçre'ye pozisyonlar verdiler ama Seferovic'in karşılığı olan Sadiku ile de bir kamyon pozisyon kaçırdılar. Teknik direktörün Sadiku yerine aldığı Gashi'nin kaçırdığı pozisyon Arnavutluk'ta forvet antrenmanını bostan korkuluğu mu yaptırıyor sorularını sormamıza sebep oldu. Hepimizin izleyip gördüğü şeyleri tekrar yazdım belki ama şuraya bağlayacağım: Ben Arnavutluk'un Romanya'yı yenme ihtimalini daha yüksek görüyorum. Eksi averajda oldukları için en iyi üçüncüler grubunda nerede olurlar onu kestiremiyorum.
B Grubu
İngiltere
Benim için bir diğer hayalkırıklığı da İngiltere oldu. Aynı Fransa gibi kadrosunun güzelliğine, sezon içinde oyuncuların sergilediği performanslara kandım çok güzel maçlar bekledim ancak Roy Hodgson'ı unuttum. Rusya maçında beklenen performansı gösteremeden 70 dakikayı devirdikten sonra Dier sayesinde öne geçtikten sonra skoru korumaya çalışmaları, Rooney'in çıkıp Wilshere'in, Sterling'in çıkıp Milner'ın girmesi gibi enteresan seçimler 90+da 2 puanı vermelerine sebep oldu. Sterling'in çıkması doğru karardı çünkü kendisi oyunda kaldığı süre boyunca beynini kullanmak adına hiçbir şey yapmayarak birçok İngiltere hücumunu gerek pas tercihi ile gerek top kaptırma ile öldürdü. Ancak bence yerine giren adam Vardy olmalıydı. Rooney'in iyice ortasahaya gömülüp oyun kurucu rolünü üstlenmesi çok hoşuma gitti, bir iki yerde attığı doğrudan paslar biraz Scholes'u anımsattı.
|
En güzel manşet The Times Sport'tan gelmiş |
Galler karşısında da hatalarından ders almayan Hodgson ısrarla Kane-Sterling ikilisinde ısrar etti. İlk yarı bitmeden az önce Joe Hart "her turnuvada bir İngiliz kalecisi gol yumurtlayacaktır" kuralını Bale'in frikiğinde uygulamasa belki bu maçta da puan kaybedecekti. Sterling - Sturridge, Kane-Vardy değişiklikleriyle birlikte iyice kapanan Galler karşısında güzel bir geri dönüş yapmayı başardılar. Vardy'nin golü şans golüydü elbette ama hep dedikleri gibi "orada durmak da önemli" işte. Sturridge de sonradan giren Rashford'un da dahil olduğu bir pozisyonda son dakikada galibiyeti getirdi ve İngilizleri rahatlattı. Umuyorum ki Hodgson artık
Slovakya karşısında Vardy-Sturridge ile başlar ya da sistem değiştirerek bu adamları bir yere monte eder.
Sonuç olarak beklediğim oyunu Galler maçının ikinci yarısı hariç oynayamayan bir İngiltere gördüm. Kağıt üstünde makine gibi işleyebilecek bir oyuncu kadrosuna sahipler ama biraz tecrübesizlik biraz panik ama en çok da teknik direktör tercihlerinden dolayı tam performanslarını yansıtamıyorlar. Toparlarlar mı? Neden olmasın.
Galler
|
Gerçekten her şey ona bağlı. |
Gareth Bale'in ayağına bakan bir takım, bunu kendileri de inkar etmiyorlar. Bale de bu beklentileri iki maçta fazlasıyla karşıladı. Attığı frikik golleri, hemen hemen her hücumda aktif rol oynaması ile Galler'e turnuvada ilerleme şansı getirdi. Kendilerinden bir tık daha tecrübeli (2010 Dünya Kupası görmüş) Slovakya karşısında yılmadan mücadele ettiler ve kazandılar, İngiltere karşısında 1 puanı 90. dakikada kaçırdılar. Bu puan kaybını hak etmiş olabilirler elbette çünkü ikinci yarıda birkaç cılız girişim dışında skor korumaya çalıştılar. Fakat turnuvada statü sağ olsun 1-0 geride olanlar bile skor korumaya çalıştığı için fazla eleştiri getiremiyorum. Başta Bale'in ayağına baktıklarını yazdım ama oturmuş bir takım görüntüsü de veriyorlar, sadece kalite eksik. Gruptan çıkacaklarını düşünüyorum ve şimdilik çekecekleri kuraya bağlı olarak çeyrek final görmeleri şaşırtmaz diyorum.
Slovakya
Dürüst olacağım, çok dikkatli izlemedim. 2010 Dünya Kupası'nda izlettikleri azap dolu maçlardan beri de (İtalya'nın Yeni Zelanda'nın arkasında sonuncu olduğu grup) kendileri hakkında çok bir fikrim yok. Kulüp bazında parlayan oyuncularını tanıyorum. Hamsik ve Weiss'ın Rusya'ya attığı şahane iki gol dışında akıllarda kalacak bir performans da sergilemediler. Gruptan çıkarlar mı? İngiltere maçında işler çok ters gidip fark yemezlerse, Rusya'nın sürpriz yapacağını düşünmediğim için 3. olup çıkabilirler. İngiltere'nin performansı sebebiyle puan almaları da şaşırtmaz tabi.
Rusya
2014'te Capello'nun oynattığı oyunla hepimize afakanlar bastırdıkları yetmedi bu turnuvada da çok farklı bir görüntü sergilemiyorlar. İngiltere karşısında iyi savunma yaptılar ama bunda İngiltere'nin payı daha büyüktü. Son dakikada 1 puan alarak acaba mı dedirttiler fakat Slovakya maçında ancak 2-1i yakalayınca biraz hareketlendiler o da yetmedi. Yıldız denebilecek bir oyuncuları da yok, öyle boş beleş geldiler gidecekler gibi açıkçası. Galler maçında beni yanıltacak bir performans ortaya koyarlarsa gelip buradan tebrik ederim.
C Grubu
Almanya
Çocukluğumdan Fransa 98'in sadece finalinin bir kısmını, Euro 2000'in birkaç maçını hatırlıyorum. Adam akıllı hatırladığım ilk turnuva ise 2002 Dünya Kupası. Türkiye olarak turnuvaya damgamızı vururken ben de bir yandan maç özetlerinde olsun, maçlarda olsun Oliver Kahn'ı izleyip mahallede kaleciyken gaza geliyordum. Belki kendisi olmasa Euro 2000'deki Toldo performansı sebebiyle İtalya hayranı olacaktım, kısmfet. Sonuç olarak o günlerden beri her turnuvada desteklediğim takım Almanya'dır.
Dünya Kupası'nı aldıktan sonra Philipp Lahm'ın daha 32 yaşında milli takımı bırakması, rekortmen Klose'nin sosyal sigortalardan emekliliğinin bağlanması, Schweinsteiger'in Manchester United'da bekleneni veremediği bir sezon ve yaşı itibariyle yavaştan yedeğe çekilmesi gibi sebepler akıllarda Almanya'ya karşı bir takım sorular uyandırdı. Tabi bu "gruplardan çıkamayacaklar mı acaba?" soruları değil "2014'te izlediğimiz Almanya'yı görebilecek miyiz?" tarzı sorulardı. Löw'ün seçimleri aday kadrolardan beri çok tartışılıyordu. Özellikle Podolski'ye karşı "takım maskotu olmak dışında ne verebilir?" tepkileri benim sinirime dokunmaya başlamıştı. Löw etrafında güvendiği, takım kimyasını yükseltecek adamlar istediği için Podolski kadroda evet ama bu hiçbir katkı veremeyeceği anlamına da gelmiyor. Öte yandan Stuttgart'tan beri kanımın bir türlü ısınmadığı ve kasım ayını göremez tahminimden sonra beni ağır şekilde bozan -artık seviyorum, bükemediğin eli öpeceksin- Mario Gomez'in form tutarak kadroda olması sevindiriciydi. Çünkü bakın koca Almanya'da milli takım kalibresinde başka santrafor yok. Klose dışında zaten son yıllara damga vuran bir santrafor yoktu (Müller
raumdeuter diye kendi mevkisini yaratmış bir oyuncu ona santrafor diyemem), Cacau, Gomez, Kuranyi, Neuville, Kießling denendi hiçbiri olmadı. Gomez bu sefer tutarsa görüp göreceği en fazla iki turnuva daha olacak. Santrafor sorununun yanında Lahm'ın gidişiyle sağ bekte de sıkıntı yaşanmaya başladı. Löw isimli billur kaşıyıcı az kalsın Lahm'ı ortasahada oynatacağım diye 2014 Brezilya'yı da yakacaktı ki hatasından dönmüştü. Ancak bu sefer dönecek bir hata da yok. Ortaya atılan hiçbir isim beğenilmedi, en sonunda mevki esas bölgesi defansın ortası olan ama sağ-solda da oynamaya yatkın Höwedes'e kaldı. Reus yine sakatlığı yüzünden gelemedi, turnuva dönemlerinden önce hamama götürülmesi şart gibi görünüyor.
|
Pis adam. |
Bu kadar mevzudan sonra Almanya'nın ilk iki maçını çok kısa olarak geçeceğim. Löw, Götze'nin ileri uçta oynadığı sola Draxler sağa Müller'i attığı onların arkasında da Mesut-Kroos-Khedira'dan oluşan bir üçlüyle taktik kurmuş. Ukrayna gibi zayıf bir takımın savunmasını aşmakta bile zorlanan -maç 90da anca koptu- bu taktik biraz daha dişli Polonya karşısında tamamen etkisiz kaldı. Almanya'nın 2. grup maçları her zaman zor ve sıkıntılı geçiyor bunu biliyorum, üstüne üstlük beraberlik iki tarafa da yarıyordu. Ancak yine de doğru düzgün pozisyona bile giremeyen bir Almanya izlemek hiç hoşuma gitmedi. Üstüne üstlük oyunun bu kadar işe yaramadığı ortadayken sadece Gomez ve Schürrle değişiklikleriyle maçı bitirdi. Gomez'in etkisiz kaldığı yönündeki eleştirilere de katılmıyorum çünkü taktik anlamda hiçbir değişiklik olmadı. Götze oynuyormuş gibi oynamaya devam ettiler bu da Gomez'in etkisiz kalmasına neden oldu.
Almanya'ya acilen taktik değişiklik şart. Sadece formasyon olarak değil mentalite olarak da oyunun daha dikine ve bunaltıcı oynanması gerekiyor. Ha ben günümüzde pek sevilmese de hala daha bu takıma Müller-Gomez ikilisiyle 4-4-2'nin uygulanabileceğini düşünüyorum. Bunun dışında Müller ve Götze'yi çok etkisiz buldum, Draxler'in ilerleyen maçlarda skora doğrudan etki edeceğini düşünüyorum. Bu haliyle bile bir şekilde yarı-final göreceğine inandığım Almanya'yı üçüncü maçtan sonra bol bol övmek dilekleriyle bu kısmı burada bitiriyorum.
Polonya
İlk maçta Kuzey İrlanda gibi güçsüz bir takıma karşı fizik olarak daha iyi olmalarının, Lewandowski gibi bir yıldız santrafor ve ondan bir iki gömlek aşağıdaki Milik'e sahip olmanın avantajını kullandılar. Çok da eğlenceli geçmeyen maçta 1-0 galip çıktılar. Benim dikkatimi çeken tek mevzu kanatları çok etkin kullanmaları oldu. Almanya maçında da Kamil Grosicki bulunduğu kanadı tarumar etti. Lewa'yı şimdilik etkili olarak kullandıklarını göremedik, Almanya karşısında da zaten al gülüm ver gülüm 1 puanı alalım şeklinde oynadılar. Milik de K.İrlanda'ya attığı gole rağmen ahım şahım bir performans sergilemedi. Turnuvadaki birçok takım gibi sağlam ve disiplinli bir savunma kurguları var, gruptan da çıktılar artık ama ne yaparlar cidden fikrim yok, son maçtan sonra tekrar değerlendirmeye çalışırım.
Kuzey İrlanda
Herkesin bunların burada ne işleri var dedikleri Kuzey İrlanda, bu yazıda değindiğim Fransa ve İngiltere'den daha fazla takım görüntüsü verdi. Ellerinden geldiği kadarıyla oynuyorlar, Polonya'ya direnemediler, golü yedikten sonra çok da risk almadılar. Hedef maçları elbette Ukrayna maçıydı ve onları da iyi bir duran top organizasyonundan öne geçtikten sonra bertaraf ettiler ve 90da skoru 2-0 yapıp hem rakiplerini elediler hem de en iyi üçüncülere katılmak için önemli bir adım attılar. Maçlarını iple çekmiyorum ama gelenden gidenden 3-4 yiyecek kadar kötü de değiller.
Ukrayna
Almanya maçının özellikle ilkyarısında gösterdikleri performans ile acaba gruptan çıkabilirler mi derken Kuzey İrlanda karşısında pek bir şey oynamadan elendiler. UEFA'nın 3 maçlık grupta ikili averaja bakmasının kurbanı oldular ama Polonya'dan üç puan alabileceklerini de düşünmüyordum zaten. Fazla söyleyecek bir sözüm yok, yıllardır Shevchenko yok Ukrayna'yı izlemek için sebep de yok. Oynadıkları iki maçtaki en heyecan yaratan an K.İrlanda maçında yağan dolu ile maçın 5 dakika tatil edilmesiydi.