Öncelikle son 16 turundaki maçları tembelliğim ve yazının ülkemizdeki terör saldırısının üstüne denk gelmesiyle pas geçtiğimi belirtme ihtiyacı hissettim. Kimseye bir faydası olmayacak ama buradan da hayatını kaybedenlere rahmet, kalanlara sabır, sağlık ve mümkün olduğu kadar dilemek istiyorum.
Son 16yı kısaca özetleyerek geçiştirmiş olayım:
-Bir bilinçle, plan dahilinde, sonuna kadar zorlayarak oynayan İzlanda'nın iyi oynayacaklarını beklediğim için yüzümü kara çıkartan İngiliz yıldızlar(!) topluluğunu elemesi en büyük olaydı. Hodgson'ın saçma sapan oyuncu tercihleri, yenikken oyuna müdahale etmek yerine en hafif tabirle mal mal maçı izlemesi İngilizlerin yine bir turnuvaya erken veda etmesine sebep oldu. Brexit mevzusunun üstüne gelince de şakalar komiklikler aldı yürüdü.
-Hırvatistan-Portekiz maçı 115 dakikalık bir ızdırap festivaliydi.
-Belçika'nın iyi gününe denk gelen Macaristan turnuvadaki en farklı yenilgiyi alarak elendi ve şahsımı üzdü.
-Almanya'da Löw'ün sonunda Götze'yi kesmesi, Draxler'in dahil olduğu bir sistemle Gomez'i öne atması meyvesini verdi ve Slovakya'yı rahat geçtiler.
-Polonya-İsviçre keyifli geçen bir maç oldu ama yıllar sonra kimin kimi elediğinden çok Shaqiri'nin efsane rövaşata golü hatırlanacak.
-Galler, Brexit tantanası içinde Kuzey İrlanda'yı kendi futbolcusuna kurban edip erkenden eve yolladı ve Fransa'da kalan tek Ada ülkesi oldu.
-İrlanda, Fransa maçı umutlanıp hayalkırıklığı yaşadığım bir maç oldu. Fransa'nın güzel ve baskılı oyununu sadece gole ihtiyacı varken izleyebildiğimizi gördük. Hayır Deschamps hocam madem bu takım oynayabiliyor illa 1-0 geriye mi düşmen gerek?
-İtalya-İspanya maçında en çok şaşırdığım nokta İspanya'nın aşırı verimsiz oynamasıydı. Tamam İtalyanlar da sahayı ve oyunu müthiş bir şekilde domine ettiler ancak İspanya'nın hiçbir şey yapamaması inanılmazdı. 2014'ten sonra saltanatlarının bitişi tekrar tescillenmiş oldu.
Çeyrek Final
Polonya (3) 1-1 (5) Portekiz
|
Tanrım yürü ya dedin yürüyoruz bakalım. |
Turnuva devam ettikçe maçlarda dikkatim daha çabuk dağılmaya başladı, bir de yazıyı maçın ardından değil iki üç gün sonra yazınca aklımda pek bir şey kalmamış oluyor. Bu maçtan da aklımda kalanlar Polonya'da Lewandowski'nin 2002'deki Hakan Şükür gibi turnuva boyunca şans bulamayıp en sonunda maçın hemen başında gol atması, Ronaldo'nun kendini ve takımı heder etmesi, Renato Sanches'in maç boyunca gösterdiği harika performans.
İkinci yarı ve uzatmaları gerçekten pek hatırlamıyorum, sadece parça parça Ronaldo'nun ıskaladığı, kaçırdığı toplar ve goller var. Portekiz maçı daha erken koparabilecekken bu pozisyonlar yüzünden uzatmalara oradan da penaltılara kadar gitti. Arada da sahaya dalan bir seyirci vardı.
Penaltılarda da aslında herkes tıkır tıkır gol atmaya başlayınca 10-9 civarı bitecek mi diye düşünüyorduk ama Polonya'yı önceki maçlarda taşıyan Kuba penaltıyı kaçırınca evlerine dönmek zorunda kaldılar. Portekiz 5 maç sonunda 90 dakika içinde galibiyet alamamış bir takım olarak yarıfinali görmüş durumda. Oyun tarzları 2004 Yunanistan ile alakasız ama onlarla kıyaslanıyorlar. Bazı bölümleri kötü oynuyorlar ama daha çok şanssızlık var, Ronaldo'nun kendini ispat etme çabasının getirdiği olumsuz etki var. Maç içindeki şanssızlıkları devam edip maç sonu şansları devam ederse garip bir şampiyonluk serüvenine şahit olabiliriz.
Galler 3-1 Belçika
Sağı solu belli olmayan, Macaristan'a 4 atan muhteşem(!) Belçika'nın maçın başında yine bir Nainggolan füzesiyle öne geçmesi "underdog ama gururlu" Galler'in hikayesinin sonu mu diye düşünmemize sebep oldu. Ancak Galler tıpkı İzlanda gibi kadar oturmuş ve inanmış bir takım ki (üstüne Bale var Ramsey var hatta Joe Allen var) oyun planlarını hiç bozmadan maça devam ettiler. 30. dakika civarında Ashley Williams'ın uyuyan Belçika savunması arasında parkta gezer gibi yaptığı kafa vuruşu ile maça tekrar ortak oldular. Üstüne Denayer'den çok kötü bir maç gelince Belçika'ya daha fazla zorluk yaratmaya başladılar. İkinci yarının hemen başlarında Belçika yine kendine gelip üst üste birkaç pozisyon yakaladı ama değerlendiremedikleri için cezalarını Robson-Kanu izlemeye hasret kaldığımız tarzda bir forvet golüyle verdi. Altıpasın oralarda tek hamlede topa basıp çekip bütün Belçika savunmasını düşürmesi ve temiz son vuruşu maçın en güzel anıydı.
|
Rönesans tablosu gibi diyebilir miyiz? |
Galler, golü yedikten sonra panikleyen Belçika'ya karşı daha fazla üstünlük kurdu. Wilmots'un da oyuna düzgün müdahale edememesi, zaten sorgulanan teknik direktörlük becerilerinin -altın kadro denen takımın iki turnuvada ittire kaktıra çeyrek final görüp elenmesi- pek de ortada olmadığını gösterdi. 85te de fişi çeken Vokes oldu, düzgün bir kafa vuruşuyla Galler'in yolculuğuna devam edeceğini ilan etti.
Galler yarı finalde Portekiz'in karşısına çıkacak bildiğiniz üzere ve Ramsey'in cezalı olması ciddi bir kayıp oldu onlar için. Ayrıca Bale ve Ronaldo'nun karşı karşıya gelecek olması maça farklı bir güzellik katıyor.
Almanya (6) 1-1 (5) İtalya
Satırlarıma Artemio Franchi isimli bir blogda bu satırları yazabilmeme şükrederek başlıyorum. Turnuvalarda İtalyanlara tokatlana tokatlana bir hal olan, 2006da sevenlerine kendi evinde travma yaşatan Almanya sonunda ittire kaktıra da olsa İtalya'yı eledi ve üstündeki laneti kırdı.
Maç aslında Löw'ün 4-4-2 tercihinin getirdiği bir şaşkınlık dışında, ki insanlar ilk başta 3-5-2 sandı, beklendiği gibi başladı. Löw'ü buradan tebrik etmek istiyorum, sonunda bu takımın 4-4-2 de oynayabileceğini kabullendi. Kimmich'i sağ öne atıp arkasına Höwedes'i yerleştirerek İtalya'nın sol kanadına ekstra önlem aldı, bunu yaparken Draxler'i kesmek zorunda kaldı çünkü baklava şeklindeki 4-4-2 yerine Kroos-Khedira'nın ortada olduğu Mesut'un sola geçtiği bir 4-4-2 oynattı. Müller-Gomez'den başka forvette yapabileceği fazla seçim şansı yoktu ama Müller'in performansını da gördükten sonra ister istemez Podolski-Gomez nasıl oynardı diye merak ettim. İtalya'da taktik anlamda ya da oyuncu seçiminde bir sürpriz yoktu, bana göre gerek de yoktu çünkü İspanya karşısında sergiledikleri oyun, hala istediğini tam olarak bulamamış Almanya karşısında da işlerine yarayabilirdi.
Bu tip maçlarda genel oyun akışı bellidir, taraflar erken bir gol bulmak için bastırır. Bulan taraf oyunu ona göre kontrol etmeye çalışır karşı taraf da belli dakikalara kadar riske girmeden beraberlik arar. Gol bulan çıkmazsa iki taraf da rakibin hatasını kollar ya da bir oyuncunun yoktan gol var etmesini bekler. Maçta bunlardan ikisini de karşılıklı gördük. Almanya'da Gomez sol kanattan o kadar güzel, o kadar etkili bir şekilde top getirdi ki golün Mesut yerine ona yazılmasına itiraz edilmeyebilirdi. Bu golden sonra İtalya'yı turnuvada ilk kez geriye düşmüş şekilde izledik ve açıkçası beklediğimden daha panik bir görüntü verdiler. Almanya ikinci gol için derli toplu, organize olarak üst üste hücum yaparken İtalya kendi sahasından çıkamadı. Fakat onların da beklediği can simidi Boateng oldu. Yandan gelen ortada bir albatros edasıyla -sanırım- Pelle'nin üstüne çıkmaya çalışırken top eline çarptı ve tartışmasız bir penaltı düdüğü geldi. İtalya'nın golünden sonra ise roller değişti ve maçın sonuna kadar daha sinik kalan taraf Almanya olurken İtalya galibiyet golü için bastırdı. Çabaları sonuç vermeyince uzatmaları izledik ki orada da Almanya'nın baskısı görüntüde kaldı ve ciddi bir pozisyon olmadı.
Böyle bir maç penaltılara gidince elbette herkes önce Gianluigi Buffon'a sonra Manuel Neuer'e baktı. Schweinsteiger'in para atışlarının ikisini de kazanıp tribün olarak İtalyan taraftarların önünü seçip ilk vuruşu İtalyanlara vermesi hakem Kassai de dahil herkeste "konuşulanı anlıyor mu?" sorusunu uyandırdı. Kendisi maçtan sonra daha önce kazandıkları ve kaybettikleri penaltıları düşünerek bu kararı verdiğini açıkladı, işe de yaradığına göre bir şey diyemeyiz. İlk penaltılar sıkıntısız geçildi, ikinci penaltılarda "badi badi" adımlarla topa gelip şov yapan Zaza topu tribüne attı. Gomez sakatlanmasa maçı muhtemelen yedek kulübesinde tamamlayacak formsuz ve bitkin Müller ise Buffon'a hakaret eder gibi çok komik bir vuruş yaparak kaçırdı. Barzagli'nin atıp Mesut'un kaçırması İtalyanları umutlandırdı ama bir başka papıt şov Pelle gelip Neuer'e "atla atla hehehe" hareketi yapıp topu komşu şehre atınca durum Draxler'in penaltısıyla eşitlendi. Almanya maçı kazanmaya 5. penaltılarla çok ama çok yaklaştı, Bonucci'nin penaltısını Neuer kendinden bekleneni yapıp kurtarınca herkes Schweinsteiger'e baktı ama anladığımız kadarıyla penaltıları akıl oyunları kadar iyi olmadığı için o da kaçırınca iş ölüm vuruşlarına geldi. Fazla uzatmadan, üç penaltı sonra Darmian'ın penaltısını Neuer kurtarınca Hector bu sefer affetmedi ve Buffon'u da İtalya'yı da Almanya'nın makus talihini de yendi. HELAL OLSUN HECTOR HELAL OLSUN ALTIN YÜREKLİ ADAM, DEUTSCHLAND DEUTSCHLAND ÜÜB... öhöm. İhbin ihbin.
|
Tutanlar iyiydi de atanlar kötüydü. |
Almanya İtalya'yı eledi ama çok önemli üç (hadi Khedira'yı da sayalım dört) oyuncusunu kaybetti. Schweinsteiger ve Khedira sakat, yarı finali kesinlikle kaçırıyorlar. Hummels cezalı. Esas sıkıntı Mario Gomez. Kendisi ne yazık ki turnuvayı kapattı. Oynanmaya çalışılan sistem için biçilmiş kaftanken, üst üste çok iyi performanslar verirken turnuvayı kapatması hem onun için hem de Almanya için büyük şanssızlık. Fransa karşısında ya Müller'in kendini toparlaması için dua edeceğiz ya da Löw taktik değiştirip 3 günde takıma oturtacak. Gomez'in rolünü doldurabilecek kimse yok ama Fransa'nın sıkıntılı savunmasına karşı kalabalık ve hızlı bir hücum oyuncularından kurulu bir plan işe yarayabilir belki.
İtalya'ya gelince kendilerine olan antipatimi daha önce birçok kez belirttim -Buffon'u kenara ayırıyorum- ama haklarını yemek de istemem. Conte önderliğinde harika bir futbol oynadılar, rölantide oynadıkları İsveç maçını kazandılar, tam rotasyonla çıktıları ve rakibin ölüm kalım maçı olan İrlanda maçını dahi Sirigu olmasa berabere bitireceklerdi. Herkesin favori gördüğü İspanya'yı tabir-i caizse paket yapıp yolladılar. Almanya maçında penaltılara Boateng olmasa gelemeyeceklerdi belki ama kendi oyuncularının şov düşkünlüğü olmasa şimdi Fransa'ya hazırlanıyor olacaklardı. Tebrik ediyorum.
Fransa 5-2 İzlanda
Üstünde fazla konuşamayacağım bir maç. İzlanda'yı küçümsediğim için değil ya da buraya gelmeleri şans işi olduğundan değil. Basiretsiz İngiltere'yi yenmeleri insanlarda fazladan bir umut yarattı ama Fransa kadro kalitesinin düzgün oyunla birleşince neler yapabileceğini hatırlattı. ASLINDA İZLANDA'NIN BAŞINA GELENLERİN SORUMLUSU DOKUNDUĞUNU YAKAN, UĞURSUZ DİLO TAYFASIDIR. İngiltere maçından sonra dünyanın dört bir yanından öyle bir şevkle İzlanda övülmeye başlandı ki Fransa'nın bu maça bilenmeden çıkması kaçınılmaz oldu. İlk yarıdan 4-0 ile maçı cebine koyan Fransa'ya karşı iki gol atmayı başaran İzlanda'nın buraya kadar gelmesi gerçekten
muhteşem bir başarı ve
şansın değil bir plan programın, çalışmanın sonucu. Yine de işin içine "Fransa kim ya İzlanda finale kadar çıkar" tayfa dahil olunca adamların en iyi yaptığı iş olan savunma oyunu bile çöktü. Bu kitle beni desteklese maça çıkmadan turnuvadan çekilirim o kadar diyorum. Neyse.
Fransa, Almanya karşısına şov yapmış olarak, ben artık oldum diyerek geliyor. Gruplardaki Fransa'dan çok daha farklı bir Fransa izliyoruz. Benim en sevdiğim taktik 4-4-2 olduğu için mi bilmiyorum ama Deschamps Fransa'ya sanki görüntüde 4-5-1e benzeyen bir 4-4-2 kurdu ve Griezmann'ı manasız manasız yerlere hapsetmek yerine Giroud'un arkasında serbest bırakarak verimine verim kattı. Tek sıkıntıları savunmanın ortasaha ve hücum gücüne kıyaslandığında zayıf kalması, Almanya'nın da final yolu buradan geçiyor.
|
BİZİ BİTİRDİNİZ BE DİLOLAR BİZİ BİTİRDİNİZ BE! |