8.02.2017

Leicester, Cityitis'in Bütün Semptomlarını Taşıyor




Ligi kolayca kazanan takım küme düşme bataklığına nasıl bu kadar erken döndü?

Manchester City’nin para-öncesi yıllarını hatırlayan bizler yeni jenerasyon takipçilerin, Joe Royle’un bahsettiği, kulübe has zayıf düşürücü “Cityitis” hastalığını anlamamasını yadırgayabiliriz. Söylemek gerekir ki Cityitis zaman zaman çok güçlü olabiliyordu ve birçok menajer gibi Joe Royle da bunu tedavi etmek için verdiği sözü yerine getiremedi.

Colin Schindler’ın Manchester City Ruined My Life (M.City Hayatımı Mahvetti) kitabında “Zavallı yaşlı Joe; Cityitisin, kulübü profesyonelce yöneterek yenebileceği bakteriyel bir enfeksiyon olmadığını asla anlamadı.  Cityitis bizde doğuştan gelen bir vitamin eksikliği. Bağışıklık sistemimizi güçlendirmek için takviyeler alabiliriz ama Thakin Shinawatra ya da Bolton’dan Jamie Pollock’u transfer etmek gibi hastalıklara karşı koyamazlar.”

City’nin ilk şampiyonluğunu 1937 yılında kazandığını ve bir sonraki sezon ligin en çok gol atan takımı olduğunu düşünürseniz hikaye çok eskilere dayanıyor. Wilf Wild’ın takımı, Derby County’i içerde 6-1 dışarda 7-1 yenerken Leeds ile West Bromwich Albion’a da altışar tane attı, zirve yarışındaki Charlton Athletic’e beş tane atıp, ligi şampiyon tamamlayan Arsenal’dan üç gol fazla atarak bitirdiler.

Problem şuydu ki City o sezon aynı zamanda 20 kez kaybederek küme düştü. Son maçlarında berabere kalsalar ligde kalacaklardı ya da diğer takımlar -Grimsby, Portsmouth, Birmingham ve Stoke- yenilseydi. Dördü de kazandı, City kaybetti ve soyunma odasında artı averajla küme düşen tek büyük lig takımı olduklarını öğrendiler.

Sonra Cityitis’in ikinci habercisi geldi. Manchester United averajla lige yükseliyordu ve onların yerini alacaktı. Bu Cityitis’in kayıtlara geçen ilk salgınıydı. Yetmezmiş gibi o günkü şutlarından birisi direğin içinden dönmesine rağmen hakem 35 metre öteden bunun direğe çarptığına kanaat getirmişti.

79 yıl sonra hala ligi kazandıktan bir sezon sonra küme düşen tek takım olma özelliğini koruyorlar ancak Leicester City’nin artık Premier Lig’deki en egzantrik takım olduğunu göz önüne alırsak bu durum daha fazla sürmeyebilir.

O kadar şeyden sonra nasıl oldu da iki sezon önce, altı ay küme düşme hattında debelendikten sonra zar zor ligde kalan takım, takip eden sezonda 10 puan farkla şampiyon olduktan sonra kendini şimdi tekrar bataklıkta buldu?

Futbolun absürt dünyasında bile kim hayal edebilirdi ki Claudio Ranieri, FIFA Yılın Teknik Adamı ödülünü alacak hem de Leicester’ın şehir merkezine Gandhi, Richard III ve Thomas Cook’un heykellerinin yanında heykelinin yapılması tartışılırken, daha sonraki birkaç hafta içinde de giyotine gönderilecek ilk teknik adam olarak bahisçilerin favorisi haline gelecek?

Ve hiç, spor dünyasında başarıyı yakalayan insanların kendi şöhretlerine kapılıp, kendilerini en başta neyin heybetli yaptığını unutma tuzağına düştüğünün daha açık bir örneği oldu mu?

Ne yazık ki Leicester için; bu, zirveden dünyaya bakan ve için için tekrar aynı profesyonel başarının tadını çıkaramayacaklarını bilen oyuncular için her zaman risktir. Oyuncular formlarını kaybeder, bazen sinsice ve göze hemen çarpmayan şekillerde. Teknik direktörün düşmanı olan rehavet yayılır. Bundan sonra tekrar aynı açlığı yaratmak adeta imkansızdır. Çürüme başlar.

“Riyad Mahrez, rakip savunmaları zarifçe yok eden bu isim bu sezon üç gol attı, hepsi penaltıdan.”

Benzer bir olay, bu seviyede olmasa da 1999’da Şampiyonlar Ligi’ni kazanan Manchester United’ın başına da geldi. Roy Keane bir defasında “Üçlemeyi kazandıktan sonra bu aylar boyunca gittiğimiz her yerde bizi avladı.” “Devam eden sezonda, kahramanlar olarak selamlanıyorduk, tarih yazanlar, 1968 takımından daha iyiler, yüzyılın takımı. Üç kupayla birlikte fotoğraflar imzalamalar, o hiç unutmayacağımız ‘harika gece’ hakkında konuşmalar.” demişti.

Sir Alex Ferguson’ın takımı takip eden sezonda Premier Lig’i kazandı fakat -Aşil Topuğu da denebilecek- Avrupa’da dokuz yıl boyunca final göremedi ve belki de kaptan bu mevzuyu Camp Nou’daki güzel geceye bağlarken bir şeyler yakalamıştı. Keane’in hatırladığı, birkaç futbolcu maç sonu röportajlarında bir daha başka kupa kazanmasalar da artık önemi olmadığını söylemişlerdi. “’Merhaba?’, dedim. Belki fazla heyecandan ama peki gelecek sezon ne bok yiyeceğiz? Bu mu yani? Tarih yazdık. Şimdi de bavulumuzu mu toplayacağız? Nasılsa ne yaparsak yapalım hiçbir zaman unutulmayacağız.”

Dwight Yorke, United için 1998-99 sezonunda çıktığı 52 maçta 29 gol attı. Hücum hattına harika liderlik etti ve diğerlerine de sayısız fırsat yarattı. Ne var ki bu noktadan sonra playboy olmaya daha çok adandı ve spor, başarıyla yumuşayan oyuncular kervanına katılan bir diğerini izledi. Blackburn Rovers’ın şampiyon olduktan sonraki haline bakın ya da Samir Nasri’nin Manchester City ile ilk şampiyonluğunu kazandıktan sonraki çöküşüne. Ve evet, rağbet gösterilmeyen, beklenmedik Leicester City’nin oyuncuları.

Jamie Vardy ve Riyad Mahrez, geçen sezon yılın oyuncuları ödülünü kazandıktan sonra ünvanı korudukları sezonda kötü paslar atıp gelen paslarda uyurgezerlik yaparak bunun en dramatik örnekleri oldular. Onlarda da çürüme mi başladı? Leicester bir zamanlar ayakları yere basan, gösterişsiz, mücadele hırslarının köreleceği hayal bile edilemeyecek bir gruptu.

Artık değil. Ve belki de ufak bir şey ama, kulübün sahibi Vichai Srivaddhanaprabha (Ö.K.: evet bunu c/p yaptım), sezon başında bütün kadroya şampiyonluk hediyesi olarak -yedekler ve ayrılan oyuncular dahil- tanesi 105.000 pound olan BMW 18s’ler verdiğinde bazı yıllanmış izleyicilerin neden huzursuzlandığını anlıyor mu?

Unutulmamalı ki N’Golo Kante’nin ayrılışının etkileri, Chelsea’nin birkaç hafta önce Leicester’da kazandığı maçta Ranieri’nin Kante’yi boğar gibi şaka yapmasına yol açtı. Kante, Chelsea’nin hafta içi Liverpool ile oynadığı maçta 14 top kazandı, Leicester’ın Burnley’e karşı toplamda kazandığı 8 topa karşılık. O, top sürerek üç rakibini geçen, şutu doksana zımbalayan veya ayağının dışıyla pas atan bir oyuncu değil. Ancak o son üç sezonda Premier Lig’deki herkesten daha fazla başarılı mücadeleye girdi. Yalnızca bir buçuk yıldır burada olduğunu düşünürsek bayağı etkileyici.

Yine de Leicester’ın bütün sorunlarını bir oyuncunun kaybına bağlarsak bu kolaya kaçmak olur gibi hissettiriyor. Bütün yeteneklerine rağmen Kante’nin kornerlerde topu kafayla uzaklaştırması beklenmiyordu. Onun işi sezon boyunca 10 gole katkı vermek ya da Vardy’e orta açmak değildi. Zaman zaman futbolun Duracell tavşanı olduğuna dair izlenim yaratsa da onu Roberth Huth, Wes Morgan, Danny Drinkwater, Kasper Schmeichel, Jamie Vardy, Riyad Mahrez ve ateşlerinin sönmesine izin veren diğer herkesten sorumlu tutamayız.

Daha mutlu zamanlarda oyuncularına “bebeklerim” diyen, hayali bir zil çalan (dilly-ding dilly-dong) ve biraz sulugöz olduğunu mutlulukla itiraf eden Ranieri için, soyunma odasının bölündüğü, Leicester’ın egoların ve kötü davranışların esiri olduğu, teknik direktörün hor görüldüğü yönündeki hikayeleri okumak moral bozucu olmalı.

Bu tarz sızıntılar genellikle teknik direktör tam kontrole sahip ve oyuncular birlik içindeyken olmaz. Leonard Ulloa’nın alenen kazan kaldırması perde arkasındaki çatlaklıklara ayrı bir bakış açısı sunarken, Mahrez’in durumunda futbolda yeni sözleşme imzalamanın tam sadakat anlamına gelmediğini söylemek haksızlık mı olur?

Mahrez’in yeni anlaşması Ağustos ortasında açıklanmıştı fakat en sonunda daha büyük bir kulüpten teklif gelmedikten sonraydı. O zamanlar haberi yapılmayan bir durum ise yapılan zamla birlikte bir nevi sözlü anlaşma da yapıldığıydı. Eğer Avrupa’nın süpergüç sayılacak kulüplerinden biri Mahrez’e teklif yaparsa Leicester oyuncuya engel olmayacaktı.

Belki de yüksek seviye formu, öncelikleriniz böylesine bulanıkken tekrar etmek o kadar da kolay değildir. Mahrez, rakip savunmaları zarifçe yok eden bu isim bu sezon üç gol attı, hepsi penaltıdan ve belki de en iyi performanslarını bütün takım gibi Şampiyonlar Ligi’nde sergilemesi tesadüf değildir.

Geçen yıl bu hafta sonu Ranieri’nin adamlarının sezonun belirleyici maçlardan birinde Manchester City’e gidip 3-1 yendiğini, herkesin güzel ve şok edici bir hikayeye tanık ettiğini anladığı bir performans sergilediklerini düşündüğümüzde bunların hepsi bir geriye dönüş gösteriyor. The Unbelivables (İnanılmazlar) kitabının yazarı David Bevan “Manchester’daki doksan dakika her şeyi değiştirdi” yazmıştı. Ama işte bir yıl sonra, çoğu oyuncusu değişmemiş olan o takım kendilerine has bir Cityitis yaşamakta. Çizdikleri bu deli grafikte oku tekrar yukarı doğrultmaları kolay olmayacak.

Yazının orijinali bundan sonra Paul Gascoigne hakkında kısa bir bilgi içermekte. Hikayeyi ilginç bulduğum için bu kısmı da çevirerek ekledim.

Toulon’da Bıçak Sırtında

David White’ın otobiyografisi kendi deyimiyle, “hayat değiştiren, ruh-arayan bir yolculuk”. Manchester City’de, Leeds’te ve Sheffield United’da forma giymiş bu isim, başından geçen rahatsızlık verici olaylar yüzünden geçen Kasım ayında cinsel istismarın kurbanı olmuş futbolculardan biri olarak toplum önüne çıkmıştı.

Yine de Shades of Blue (Mavinin Tonları) kitabının diğer yüzleri de var. 1988 yılındaki Toulon turnuvasında İngiliz U21 takımı oyuncularının dışarı çıkma izni aldıkları bir gece White’ın Michael Thomas, Nigel Clough, David Platt ve Paul Gascoigne ile bara gittiği hikaye aktarmaya değer.

White’ın anlattığına göre her şey yolundaymış ancak bölge yerlilerinden birisi Gascoigne’in söylediği bir şeye alınıp İngiltere’deki en pahalı futbolcu olmak üzere olan bu adamın boğazına bıçağı dayayana kadar. Ve işte böyle, akşam 10a kadar son derece sıkı bir izinde olan, İngiltere’nin genç parlak yıldızları bunu teknik direktörleri Dave Sexton’a nasıl açıklayacaklarını düşünmüş olmalı.

Gazza yaralanmadan bu olaydan kurtulmayı başarmış ve bıçaklı Fransız hikayesi kendi otobiyografisiinde yer bulmadı. White, “Belki de hayatının ne kadar olay dolu geçmeye başlayacağına dair bir işaretti.” diyerek bitiriyor.

Bu çevirinin orijinali Daniel Taylor tarafından 4 Şubat 2017 tarihinde TheGuardian.com adresinde yayınlanmıştır.


Bu çeviri, artemiofranchi.org dışında kaynak gösterilse dahi izin alınmaksızın yayınlanamaz.

Hiç yorum yok:

  ©Artemio Franchi. Template by Dicas Blogger.

TOPO