31.03.2017

Pelotonun Hayaletleri: Henri Van Lerberghe, Lichtervelde’nin Ölüm Sürücüsü


Bu hafta sonu(2 Nisan), dünyadaki en iyi klasikçiler, dünyada yılın en büyük tek günlük yarışlarından biri için Kuzey Belçika’nın taşlı yollarını geçecekler: Ronde Van Vlaanderen. “De Ronde” öncesinde Connor Christensen bizi yarışın ilk yıllarına götürecek ve adı sonsuza dek yarışın 1919 edisyonu ile anılacak olan bir adamın hikayesini anlatacak: Henri Van Lerberghe.

Eğer profesyonel bisikletin zengin tarihinde uzun yıllar boyunca gerçekliğini koruyan bir şey varsa o da kaçış gruplarının nadiren kazandıklarıdır. Yalnız bisikletçilerden olan küçük grubun kaderi durdurulamaz ve yorulmak bilmez peloton tarafından yakalanıp yok edilmektir. Bu gerçek, bisiklete yeni merak salan seyirciler veya gelip geçici olarak ilgi duyanlar tarafından en sık sorulan sorulardan bazılarına sebep oluyor: Eğer kaçış grubunun kaderi buysa neden bir sürücü bunun parçası olabilmeyi ister? Neredeyse tüm kaçış grupları peloton tarafından yakalanacaksa kaçanlar ne diye enerji harcıyorlar? Neden şanslarını deniyorlar?

Cevap; tabii ki arada bir, ezici bir üstünlüğe karşı da olsa kaçış grubu kazanabiliyor.

1914’te Ronde Van Vlaanderen’ın ikinci edisyonunda, Belçikalı Henri Van Lerberghe pelotondan kaçan 47 kişi arasındaydı. Yıl içerisinde kutsal alan haline gelecek olan yollardan geçtikten sonra 280 kilometrenin sonlarında seçkin bir grup tarafından yakalandı. Yedi kişiye kadar düşen grup, tarlalardaki tekerlek izlerinin ve Batı Belçika’nın cezalandırıcı derece dik tepelerinin(berg’ler) ardından 10 saatlik bir sürüş sonunda Gent’teki veledroma ulaştı.

Van Lerberghe, velodromdaki son turda Tour de France 1913’ün yıldızı Marcel Buysse ile kafa kafaya gitti. Son dönüşte Van Lerberghe eğimli tarafa doğru açıldı. Buysse küçük boşlukta avantajı yakaladı ve Van Lerberghe’nin yanından yıldırım gibi geçerek onu ikinciliğe itti.

Kaçış grubu yine kaybetti.

O dönemde de tıpkı günümüzdeki gibi dağlık etapları kazanan yıldız sürücüler veya düzlükte sprintle kazananlar vardı. Ama pelotondaki bazı sürücüler ne en iyi tırmanışçıları geçebilirlerdi ne de en hızlı sprinterleri yenebilirlerdi. Bir yarış kazanabilmek için, nasıl olduğu fark etmeksizin, pelotondan kopup yarış sonuna kadar önde kalarak, enerjilerini sonuna dek harcayıp şanslarını denemeleri lazımdı.

Van Lerberghe’nin her zamanki bu stratejisi ona bir lakap da kazandırmıştı: Lichtervelde’nin Ölüm Sürücüsü.

Van Lerberghe, rakiplerini veya kendini metaforik bir mezara gömer gibi olabildiğince hızlı ve sert olmalıydı ve bunu yine olabildiğince uzun süre yapmalıydı. Çoğu zaman Van Lerberghe yorulurdu, zorlanırdı ve gösterişli bir şekilde kaybederdi. Ancak ara sıra da olsa kaçış grubu, hızla gelen pelotonu geride tutmayı başarırdı ve Van Lerberghe kazanmak için yarışabilirdi.

Bir önceki yıl, Tour de France’ın 1913 edisyonunda pelotondaki 140 sürücü içerisinde, genel klasman mücadelesi bir yana, bir tane bile etap kazanma şansı çok az olan isimlerden biriydi. Van Lerberghe’nin profesyonel bir takımla bağı olmadığı için bir de her etap öncesi pelotonun 15 dakika gerisinden başlamak zorundaydı. Ancak La Rochelle-Bayonne arasında Fransa’nın batı kıyılarını saran anıtsal uzunlukltaki(377 km) beşinci etapta, Van Lerberghe, takımları olan sürücülerin grubunu yakaladı, sonra pelotondan kaçtı ve açtığı farkı finişe kadar koruyarak kariyerinin ilk Tour de France etabını kazandı. İki etap sonra ise abandone oldu.

Tour de France 1913'te şartlar oldukça zorluydu 

Van Lerberghe acı verici derecede az farkla kaybettiği Ronde Van Vlaanderen 1914’ün ardından, iz bırakmak ve kariyerinin ikinci Tour etabını almak üzere o yaz yeniden Tour de France’a döndü. Tour de France’ın bu edisyonu 28 Haziran 1914’te start aldı. Takvimdeki bu garip rastlantı Grand Depart’ın insanlık tarihinin en çarpıcı olaylarından biriyle çakışmasını sağlıyordu; tek başına bir çağı kapatan ve 20. yüzyılın tamamını en sert şekilde şekillendiren bir an.

Pelotonun Paris’ten Le Havre’a doğru start aldığı o gün, Avrupa’nın başka bir köşesinde Avusturya-Macaristan prensi, Saraybosna’nın bir caddesinde 19 yaşında bir Sırp milliyetçi tarafından vurularak öldürülüyordu. Bir ay sonra Tour de France bittiğinde, Van Lerberghe formsuzluğu yüzünden abandone olup turu tamamlayamamıştı, vatandaşı Belçikalı Philippe Thys genel klasmanı kazanmıştı ve kıtanın her yerinde ordular, insanlık tarihinin en yıkıcı, en çarpıcı ve en gereksiz savaşı için hazırlık yapmaya başlamışlardı.

Günler sonra Almanya, tarafsız olan Belçika’yı işgal etti.

Belçika ordusu Liege’de kahramanca savaşsa da bu, dev Alman İmparatorluğu’nun gücüyle başa çıkamazdı. Birkaç gün içerisinde, batıda Yser Nehri’nin ardındaki küçük alan dışında Belçika’nın tamamı Almanya tarafından işgal edildi. Belçika ordusu ve Yser Cephesi savaş sonuna kadar dayandı. Yser Cephesi’ndeki savaş Ypres, Passchendaele veya Arras’taki kadar yıkıcı ve ölümcül değildi ama Belçikalı askerler burada büyük sıkıntılar yaşadılar. Bu cephedeki askerlerden biri de Ölüm Sürücüsü’nün ta kendisiydi, Henri Van Lerberghe.

Van Lerberghe’nin savaşa katılması bisikletçiler arasında özel bir durum değildi. Savaş öncesi dönemin birçok önemli bisikletçisi, 1914’te savaş giden ilk gönüllüler arasındalardı. Tour de France’ın kurucusu ve direktörü Henri Desgrange, vatandaşlarının savaşa katılmalarını rica eden bir yazı yayınlamıştı. Desgrange, 50 yaşında olmasına rağmen 1917’de gönüllü olarak orduya katıldı.

Bisikletçiler çeşitli görevler aldılar, piyade eri, pilot veya bisiklet yeteneklerini de kullanarak cepheler arasında kurye oldular. Bazıları, sayıları milyonları aşan hayatlarının baharındaki genç adamlardan biri olarak Flandre, Somme ve Verdun’daki çamur deryasının veya hendeklerin içinde hayatlarını kaybettiler. Lucien Petit-Breton, Francois Faber ve Octave Lapize gibi Tour de France şampiyonları da Fransa için savaşırken hayatlarını kaybettiler ve dehşet verici mücadeledeki sayıya dahil oldular.

1. Dünya Savaşı'ndaki Belçikalı askerler bisikletleriyle

1918’in 11. ayının 11. gününün 11. saatinde, Franz Ferdinand’ın Saraybosna’da bir caddede öldürülmesinin üzerinden dört yıldan fazla zaman geçmişken savaş nihayet, merhametle sona ermişti. Artık sınırları yeniden şekillendirme, mültecileri yerleştirme ve yerle bir olmuş dünyayı yeniden inşa etme süreci başlamıştı.

Mart ayında, savaş biteli henüz birkaç ay olmuştu. Diplomatlar henüz bir barış antlaşması için karar bile vermemişlerdi. Ancak geçen beş yılın ardından, Flandre’nin en güzel yarışı, Ronde Van Vlaanderen, 1919’da beş yıl sonra geri döndü. Yıkılmış bir kıta ve yıllarca işgal edilmiş, savaşmış ve sonra özgürlüğüne kavuşmuş bir ülke için zorlu bir gecikmeydi. 23 Mart 1919, bisiklet için önemli bir gündü.

Van Lerberghe de dahil olmak üzere o gün 47 bisikletçi start aldı. Ordudaki görevi sonrası doğrudan buraya gelmişti, yarışa hiç hazırlanamamıştı ve kayınbiraderinden bir bisiklet ödünç almak zorunda kalmıştı. Starttan önce toplanan pelotona onları bitireceğini söylemişti. Pelotondaki daha büyük favoriler, Van Lerberghe’nin bu anlamsız çıkışını absürt bulmuşlardı. Yüzüne karşı gülerek onun öfkesini tavan yaptırdılar. Ronde 1914’ü az kalsın kazanacaktı ama savaş sonrası ilk edisyonun favorilerinden biri değildi.

Hal böyle olunca da finişe 120 kilometre kala yapmak zorunda olduğu ve neredeyse her yarışta yaptığı şeyi yaptı. Van Lerberghe, taşlı dik tepelerden birinde atağını yapıp, rüzgara karşı tek başına kaçtı. Yarış, ülkeyi yeniden normale döndürmek için düzenlenmiş olsa da yol ve koşullar hiç normal değillerdi. Parkurlar her zaman zorluydu, Batı Belçika’da tarlaların arasındaki yollardan ve dik tırmanışlı taşlı tepelerden geçilirdi. Ancak şimdi, o geçilen yollarda savaşın izleri çok tazeydi, savaşılmıştı, can alınmıştı ve can verilmişti.

Yarış, Ypres bölgesinin açık alanlarını dolaşıyordu ve o sahipsiz bölgede devasa top mermilerinin açtığı kraterler, yerin derinliklerine kazılmış boş hendekler ve etrafa saçılan savaş malzemeleri vardı. Ypres yakınlarındaki tüm köyler, tuğla tozlarının ve taş yığınlarının arasında görünmez hale gelmişlerdi. Bu yıkık manzara, uzun yıllara yayılan bisiklet tarihinin en gülünç, tuhaf ve doğruluğuna emin olunamayan olaylarından birine ev sahipliği yapacaktı.

1. Dünya Savaşı'nda iki yıl sonra Ypres'in hali

Van Lerberghe, saatlerdir yarışın en önünde gidiyordu ve beslenmesi lazımdı. Nasıl başardıysa, Marcel Buysse’nin yardımcılarından birini tespit etti ve onu Buysse’nin yarıştan kopup ayrıldığına ikna etti. Bu durumda, Buysse’nin yemeği çöpe gideceğine Van Lerberghe yese olmaz mıydı? Buysse’nin yardımcısı tufaya düşmüştü.

Rakibinin yemeğini yiyerek yeniden güç depolayan Van Lerberghe, durmuş bir tren tarafından önü kesilene kadar tek başına kaçmaya devam etti. Van Lerberghe, beklemek yerine bisikletini omuzladı, sakince vagona girdi, oturan ve büyük ihtimalle şaşkına dönen yolcuların bakışları arasında yolun diğer tarafına geçerek bisikletine bindi.

Van Lerberghe, efsaneye göre kendisi ve peloton arasında asla yakalanamayacağı kadar büyük bir fark yaratarak Gent’e tek başına ulaşmıştı.

Geçmişten bugüne spor savaşla hep ilintilidir, yarışlar epik savaşlar olarak adlandırılırlar, büyük takımlar fetheden ordular olarak tanımlanırlar ve ani hızlanmalar da saldırı olarak tarif edilirler. Ama bu bisiklet yarışında, çağı kapatan savaşta mücadele ettikleri, arkadaşlarının öldüğü, yıkım yaşadıkları arazilerden geçen askerler yarışıyorlardı. Van Lerberghe, yerle bir olmuş manzaranın arasından geçip Gent’e ulaştığında, o şartlar altında aklı başında olan her insanın yapacağı şeyi yaptı.

Veledromun yanındaki bir pub’da durup kendine bir bira söyledi.

Hikayenin devamına göre birasını bitiren Van Lerberghe, bunun oldukça hoşuna gittiğini fark etti. Bir saniye sonra ikinci birayı da söyledi. En sonunda oradakilerden biri kendisini tanıyıp yarış organizatörlerine haber verdi ve onu, biralar yüzünden düşmeden süremeyeceği bisikletine bindirdiler. Van Lerberghe, veledromda zafere uzanacağı son turu yürüyerek attı, bisikleti de yanındaydı.

Tezahürat eden seyircilere sarhoş bir şekilde bağırarak evlerine gitmelerini, yarıştaki diğer isimlerin kendisinden yarım gün daha uzakta olduklarını söyledi. Beş yıl önce Van Lerberghe aynı pisste kaybetmişti ama uzun süren kaçışı sonunda başarılı olmuştu. Sonunda Ronde’yi kazanmıştı.

Van Lerberghe’nin kariyeri 1920’lerde de devam etse de bir tane bile yarış kazanamadı. Ancak gerçek bir Flandreli, Belçika topraklarında ve taşlı yokuşların ortasında büyümüş güçlü bir adam için Ronde’yi kazanmak herhangi bir galibiyetten çok daha fazlasıydı.

Modern edisyonların her birinde yarış organizatörleri, eski şampiyonları onurlandırmak için yol üzerindeki köylerden birini Ronde Köyü(Dorp van de Ronde) olarak seçiyorlar. 2004’te, Van Lerberghe’nin memleketi Lichtervelde seçilmişti. Peloton bu küçük kasabanın sokaklarında, Van Lerberghe’nin doğduğu yeri onurlandıran bir tabelanın yanından geçtiler. Ana meydanda ise yarış organizatörleri cadde üzerine büyük bir kemer kurmuşlardı.

Ölüm Sürücüsü’nün 85 yıl önceki yarışına atıfta bulunmak için, modern dönem bisikletçilerinin finişe doğru giden yolda geçtikleri o kemer, tren vagonu şeklinde yapılmıştı.


Ronde Van Vlaanderen 1919’daki unutulmaz olayların tamamı tarihi bir araştırmaya dayanmıyorlar. Van Lerberghe, Gent’e uzanan solo kaçışında, yaptığı söylenen şeylerin bazılarını veya hiçbirini de yapmamış olabilir. Hikayenin büyük bir kısmı 30 yıl sonra bir gazeteci tarafından üretildi. Tüm bu detaylar gerçek olsa da olmasa da sorgulanamayacak tek bir şey var.

Kaçış kazandı.

Kaçış, 14 dakika farklı kazandı.

Kaçış, Ronde tarihinin en büyük zaman farkıyla kazandı.

Ve Van Lerberghe, kaderine terk edilmiş kaçış gruplarının aziz patronu, bisiklet tarihinin silinmez bir parçası oldu.  

-

Bu yazının orijinali Connor Christensen tarafından, 29 Mart 2017’de Cyclingtips’te yayınlanmıştır.

Bu çeviri artemiofranchi.org dışında kaynak gösterilse dahi izin alınmadan yayınlanamaz.

28.03.2017

Arrogate mı Pharoah mı? Cevap Arrogate


Kesin ve net cevapları olmayan yalnız tahminlerden ve spekülasyonlardan ibaret bir tartışma bu. Yine de hayatta bir kez karşılaşabilir denen tarzda iki at, başarı dolu yıllarla gelince hele bir de aynı kişi tarafından yetiştirilmişlerse bu tartışma kaçınılmaz oluyor. Kim daha iyi at? American Pharoah mı (Pioneer of the Nile**) or Arrogate mı (Unbridled’s Song**)?

**Parantez içindeki isimler atların babalarının isimleriymiş. Mustafa Çakar'a teşekkürler.

GI Breeders’ Cup Classic’ten beri doğru cevabın Arrogate olduğunu düşünürdüm ama bunu dile getirmenin veya yazıya dökmenin kutsala sövmek olacağını düşündüm. Arrogate, Triple Crown’da yarış bile kazanmamıştı. Pharoah sadece kazanmakla kalmayıp 37 yıllık çoraklığı bitirmişti.  Artık imkansızmış gibi görünen spor başarısını gerçeğe dönüştürmüştü. Triple Crown galipleri pantheona (en büyük tapınak/ulusal anıt) aittir ve bu 12 kişilik ufak grup, dışardan gelen pek fazla yeni galibi karşılamaz.

“Kim daha iyi at?” sorusu tam anlamıyla yalnızca yarış pistinde cevaplanabilir. Bunu bir yana koyarsak hız ölçümlerine bakabilirsiniz. Beyer ölçeğinde Arrogate daha iyi. American Pharoah, GI Kentucky Derby’de 105, GI Preakness S.’te 102, GI Belmont S.’de 105 ve GI Haskell Invitational S.’de 109 koştu. Classic galibiyetindeki 120lik koşusuna kadar Beyer ölçeğinde üst aşamalara çıkamamıştı. GI Travers S.’te yarışacak yaşa geldikten sonra Arrogate, Saratoga’daki galibiyetinde 122, Classic galibiyetinde 120 ve GI Pegasus World Cup’ta 119 koşmuştu.

Arrogate daha hızlı olan at.

Sonra ortada kazançları var. Arrogate’e 17 milyon dolar yazıyoruz, 8.6 milyon dolar da Pharoah için. Fakat Pegasus World Cup’tan gelen ödülü çıkartıyoruz çünkü American Pharoah yarışırken o yarış ortada yoktu. Sonuç olarak aralarındaki fark kayda değer olmuyor. Kazançlara bakmak bu ikiliyi kıyaslamak için adil bir yol değil.

Kazançları gözardı edip hız numaralarına birazcık daha fazla itimat ediyorum. Ben oyumu, Arrogate’in Cumartesi günü gösterdiği, muhteşem zorluklara rağmen G1 Dubai World Cup’ı kazanma yeteneğine dayandırarak veriyorum. Bu seviyede bunu yalnızca en iyiler arasındaki en iyisi yapabilir. Her ne kadar muhteşem bir at olsa da, American Pharoah kariyerinde karşılaştığı tek gerçek zorlukta, zıtlık göstererek, Travers’ta başarısız oldu.

Güçlüklerin üstesinden gelebilecek yetenek ve yüreğe sahip olmak bu ikiliyi ayıran şey.

Kariyer başlangıcındaki açıklanamayan kötü performanstan sonra Pharoah, Arkansas hazırlıklarından, Triple Crown yarışlarından ve Haskell’den rüzgar gibi geçti. Her zaman tereyağından kıl çeker gibi yarışlar yaşamadı fakat kaybetmiş olsa mantıklı bir bahane olarak öne sürebileceği ciddi bir zorlukla da karşılaşmadı. Travers farklıydı. Frosted (Tapid), Pharoah’a karşı düzlükte gözdağı verdi ve yarış temposu o kadar hızlı olmadığı halde Pharoah’ın kaldırabileceğinden fazlasıydı. Son sprint bölümünde bitmiş haldeydi ve Keen Ice (Curlin)’e kaybediyordu. Bu arada bu, Dubai World Cup dahil, Arrogate’e karşı bütün startlarında çift haneli uzaklıklarla kaybetmiş olan Keen Ice’tı. Kendisi bugün itibariyle Arrogate’e karşı toplamda 33,5 boy farkla kaybetmiş durumda.

Bunu Arrogate’in dün başına gelenle kıyaslayalım. Startta vücuduna darbe aldı ve son sıraya düştü. Bu ona 4-5 boy kadar farka mal oldu ve tempoyu takip edebileceği komfor alanından çıkardı.

Smith paniklemedi. Atına da telaş yaptırmadı, tam tersine atları teker teker metodik olarak geçti ancak bu onun dışarda kalıp, çok iyi bir at olan Gun Runner’ı (Candy Ride [Arg]) geçmek zorunda olacağı anlamına geliyordu.
Baffert, “O zaman düşündüm ki ‘Eğer bu yarışı kazanırsa, bu gördüğüm en inanılmaz attır,’” dedi, belki de kendini ana o kadar kaptırmıştı ki antrenörlerin, farklı kişilerin sahibi olduğu en üst seviye atlar arasında kıyas anlamına gelebilecek sözler söylememesi gerektiğini unutmuştu.

Trakus’a göre Arrogate, Gun Runner’a göre 13 metre (42 feet) daha fazla mesafe gitmişti ancak bu o kadar önemli değildi. 2 ¼ boy farkla komforlu bir şekilde kazandı ve çok çetin bir yarış geçirdiğinin emarelerini de göstermiyordu.

Arrogate çzigiyi geçtiğinde Meydan sunucusu Terry Spargo, Arrogate’den Man o’War ile aynı cümlede bahsetme cürretini gösterdi.

Spargo “21. yüzyılın Man o’War’unun vaftiz edilmesine mi şahit olduk?” diye sordu.

Bu biraz abartma olabilir. Belki de değildir. Peki Arrogate’in bunu Man o’War’un 100. doğum gününe 4 gün kala yapması tesadüf müdür?

Arrogate kısa bir süre sonra Baffert’s Santa Anita’daki üssüne dönecek. 5, 10 ve 12 milyon dolarlık yarışları kazandıktan sonra kanıtlayacak pek bir şeyi kalmadı ve kalkıp da 1 milyon dolarlık yarışlara katılırsa varoşlarda hayır işi yapıyormuş gibi görünür. Baffert/Juddmonte takımı Arrogate için yaptıkları seçimlerde oldukça dikkatli oldular ve bütün seçeneklerini değerlendirmeden bir karar vermiyorlar. Benim tahminim onu Classic hazırlıklarına kadar görmeyeceğimiz, bu da ya GI Pacific Classic’te ya da GI Awesome Again S’de olacaktır. Sonra da damızlığa gönderilmeden önce Classic-Pegassus günlük dublesini tekrarlamaya çalışacaktır.

Yani büyük ihtimalle onu artık fazla izleyemeyeceğiz ama ABD’nin yarış pistlerine dönüşü de ne büyük şölen olacak. Ne zaman ve nerede olursa olsun bu spor, American Pharoah’a bir özürle birlikte, modern zamanların en büyük atının dönüşüyle ödüllendirilmiş olacak.

Bu yazı 25 Mart 2017 tarihinde thoroughbreddailynews.com adresinde Bill Finley tarafından yayınlanmıştır.

Bu çeviri artemiofranchi.org dışında kaynak gösterilse dahi izin alınmadan yayınlanamaz.


*İlk kez bir at yarışı yazısı çeviriyorum, sporun kendisiyle de ilgim olmadığından bazı terimleri ve yarışları yanlış çevirmiş/kullanmış olabilirim. 

Fabian Cancellara: “Van Avermaet-Sagan rekabeti konuşuluyor ama bu benim Tom’la rekabetimin aynısı değil"

Büyük klasikçi Cancellara, Peter Sagan ve Van Avermaet arasında günden güne büyüyen rekabetin, kendisiyle Tom Boonen arasındaki rekabetle kıyaslanamayacağını söyledi.

Yeni emekli olan büyük klasikçi Fabian Cancellara, Peter Sagan(Bora-Hansgrohe) ve Greg Van Avermaet(BMC Racing) arasındaki rekabetin, kendisiyle Tom Boonen’ın altın yıllarındaki rekabetleriyle aynı olmadığını söyledi. İsviçreli, üçer kez Ronde Van Vlaanderen ve Paris-Roubaix şampiyonu olduğu kariyerini geçen sezon sonunda noktaladı. 9 Nisan 2017’deki Paris-Roubaix sonrası emekli olacak olan Quick-Step’in Belçikalısı Tom Boonen ile kariyeri boyunca sık sık karşılıklı olarak kılıçları çekmişti.

Sporza’ya konuşan Cancellara, “Ben veya o değildi, her zaman ‘ben’ ve ‘o’ydu, ya da birimiz yarışta yoksa, favori olarak diğer sporculardan birini seçmezdiniz bile.”

“Bunu ortaya çıkaran 2010’daki Ronde Van Vlaanderen oldu, sonrasında benim katılmadığım ve onun katıldığı ya da onun katıldığı ama benim olmadığım yarışlar da oldu. Ancak ikimiz de uzun yıllar pelotonda sürdük ve bu rekabet ortaya çıktı.”

“Şmdilerde yeni düello olarak Peter Sagan ve Greg Van Avermaet’tan bahsediyorlar, ancak bu düello, Tom’la benim birbirimize veya evinde izleyen insanlara yaşattığımızla aynı şey değil.”

Van Avermaet, Slovakyalı dünya şampiyonuna karşı bazı büyük galibiyetler aldı. Belçikalı, hem bu yıl hem de geçen yıl Omloop Het Nieuwsblad’ı Sagan’ın önünde kazanmayı başardı.

Pazar günü Ghent-Wevelgem’de Kemmelberg’i tırmanırken bir atak yaptı, Sagan da ona katılmak için uğraştı ama sonra rakibini, Orica-Scott’tan Jens Keukeleire ile düzlükte baş başa bıraktı.

“Tom’a karşı birçok anım var ama elbette 2010 Ronde Van Vlaanderen biraz daha önde. O Belçika şampiyonluğu mayosunu giyiyordu, ben de İsviçre şampiyonluğu mayosunu giyiyordum.”

“Elbette o gün kendine has bir hatıraya sahip, o favoriydi ve kendi ülkesindeki yarışta halkı o tek güne kilitlenmişti. Sonrasında ben geldim ve hamle yapmadım. Tabii ki bu bir düelloydu, ikimiz birlikte kaçmıştık, yarış bana döndü ve kazandım.”

Önümüzdeki iki haftada Ronde Van Vlaanderen ve Paris-Roubaix’nin çok heyecanlı geçeceğini tahmin eden Cancellara bunun sebebini kış dönemini herkesin iyi geçirmesi olarak açıkladı.

“Greg ve Sagan belki daha üst seviyedeler ancak diğer yarışçıların da çok üst düzey olduklarını gördük” dedi.

“Evinde oturan insanlar kimin daha güçlü olduğunu yorumluyorlar, Tom, ben, Sagan veya Van Avermaet. Bu her zaman farklıdır. Bence ‘en iyisi şu’ diyemezsiniz çünkü bunun için hepimizin aynı anda yarışıyor olması lazım.”

Bu yazının orijinali 27 Mart 2017'de Cycling Weekly’de yayınlanmıştır.


Bu çeviri artemiofranchi.org dışında kaynak gösterilse dahi izin alınmadan yayınlanamaz.

26.03.2017

Start Finish: 2017 Avustralya GP #2



Yarışı beklerken yaşadığım heyecan Sebastian Vettel'in kazanmasıyla zirve yapsa da üstüne uyuyup düşününce oldukça olaysız bir yarış izlediğimizi fark ettim.

-Startta en atik olan isim Max Verstappen'di, bir an Kimi Raikkonen'i geçecek gibi olsa da gücü yetmedi. Sebastian Vettel de Valtteri Bottas tarafından sıkıştırıldı ancak yerini korumayı bildi.

-Magnussen ve Ericsson ikinci virajda çarpıştı. Sauber, Magnussen'e ceza verilmemesine şaşırdıklarını söylese de FIA yakın zamanda artık geçişlerde ciddi kasıt olmadığı sürece inceleme yapmayacaklarını açıklamıştı.

-FOM yine grafiklerde sıçtı. Önce açılışta Valtteri Bottas'ın yerine başkasını koydu, sonra takım renklerini karıştırdılar, sonra grafikleri yok ettiler. İki haftada düzeltmelerini umut ediyoruz. F1'in resmi uygulaması telefonda oldukça işe yarıyor bu arada.

-Günün en kısmetsiz ismi Daniel Ricciardo oldu. Dün sıralama turlarında kaza yaptıktan sonra yarışa da sensör ve vites arızası yüzünden yetişemeyen isim az kalsın kendi ülkesinde yarışamayacaktı. Şansına (ya da bir jest miydi bilemedim) ikinci bir formasyon turu atıldı ve takımı bu dakikaları değerlendirerek 2 tur geriden de olsa kendisini yarışa dahil etti. Ancak güleryüzüyle neşe saçan Ricciardo bu sefer de motor arızasıyla yarış dışı kaldı.

-McLaren Honda, daha kadroları saymamışken Vandoorne'a sorun yaşattı ancak sürpriz bir sonuçla 2 tur geriden de olsa yarışı tamamlamayı başardılar. Ben yolda kalacaklarını düşünüyordum. Fernando Alonso 54. tura kadar dayanabildi, motor arızası yaşamadı ancak bu sefer de süspansiyon sorunu yaşayarak "Gemi biraz sola mı çekiyor Kuna?" diye diye pite geldi ve orada kaldı.

-Zaten hemen öncesinde yarışta gördüğümüz nadir geçişlerden birinin kurbanı olmuştu. Aynı anda Esteban Ocon ve Niko Hulkenberg'e geçilerek puan ümidini kaybetmişti.

-Albert Park zaten geçişe çok müsait bir pist değildi, bu yarışta da oldukça az geçiş gördük.

-Yarışın kırılma anı pitstoptan sonra Max Verstappen'in arkasında kalan Lewis Hamilton'ın "Max'i geçmelisin" uyarısına "Max'i geçmek kolay değil" demesiydi. Çünkü tahmin ettiği gibi Verstappen kendisine geçiş imkanı vermedi ve Vettel'in pitstop çıkışında ikisinin de önünde dönmesiyle liderlik Vettel'e geçmiş oldu. Verstappen yine bir an için Vettel'i geçmeyi denese de başarılı olamadı. Pite girmesiyle birlikte de yarışa başladığı sıraya (5) dönüp orada bitirdi.

-Bu geçiş sırasında Mercedes takım patronu Toto Wolff'un tepkisi reaction gif  olarak yıllarca kullanılacak bir malzeme verdi.



-Haas günün şanssız takımıydı. Grosjean dün gösterdiği iyi performansa rağmen yarışın çeyreğini göremeden problem yaşayarak yarış dışı kaldı,

-Sebastian Vettel'in bu galibiyetiyle birlikte Formula 1'de V6 motorlara geçildiğinden beri ilk kez Ferrari markalar klansmanında zirveye yükselen ve Mercedes motoru kullanmayan takım oldu. Ferrari aynı zamanda 2007'de Raikkonen'in galibiyetinden beri ilk kez Avustralya'da galibiyet gördü.

-Vettel'in de kariyerindeki 43. galibiyeti oldu.

-Ferrari'de bir Alman, Mercedes'te bir İngiliz ve Finli pilotun kapıştığını görünce ister istemez çocukluğumdaki Schumacher, Coulthard, Hakkinen dönemini hatırladım.

-Almanya marşı üstüne İtalyan marşı dinlemeyi özlemişiz.

-Max Verstappen desteğim dışında tarafsız kalma niyetindeydim ancak içimdeki Ferrari sempatizanını da susturamıyorum. Harika bir sezon bizleri bekliyor gibi.


25.03.2017

Start Finish: 2017 Avustralya GP #1



Heyecanla beklenen iki günden ilki sonunda geldi geçti ve Melbourne'de sıralama turlarıyla sezona tam olarak başladık.

-Buraya kadar geçen sürede Ferrari ve Mercedes pilotlarının birbirlerini "kasıtlı olarak yavaş gitmekle" itham etmeleri ve McLaren Honda'nın artık haber değeri taşımayan motor/araç sıkıntıları dışında fazla bir şey yaşanmadı.

-Uluslararası yayını veren FOM'un ağır sıçışıyla ilk eleme seansına grafiksiz, zaman tablosuz, sadece pistte dönen araçları izleyerek başladık. Normal yarış olsa bu kadar sorun olmazdı ancak bildiğiniz gibi sıralamanın en büyük olayı zaten zaman. Bir an Bernie Ecclestone'un intikam amacıyla yayın kablolarını kesmeye çalıştığını gözümün önüne getirsem de ikinci seansa yaklaşırken sorun halloldu.

-Yeni koyulan "sektör içindeki sektörleri" gösteren renkli kutular çok işe yarıyor. Bazı insanlar ise onlara bakmaktan araçları izleyemediklerini söylüyorlar.



-McLaren Honda, Vandoorne'un aracında yakıt akış sıkıntısı yaşayarak beklentileri boşa çıkarmadı. Kendisi de ilk eleme seansında elendi.

-Test sürüşlerinde kaza yapan isimler Palmer ve Stroll da apar topar sıralamaya yetiştirilseler de elenmekten kurtulamadılar.

-Haas pilotu Kevin Magnussen de yanılmıyorsam deneme sürüşlerinde Verstappen'in üstüne çıktığı çimleri bir kez daha biçerek hata yaptı ve elendi.

-Bence günün başarılı sayılabilecek ismi Antonio Giovinazzi'ydi. Pascal Wehrlein'ın yerine son dakikada Sauber'e dahil olan İtalyan pistte fazla çalışma şansı bulamadan sıralamalara girdi ve ilk turda sadece 0.2 saniyelik bir farkla elendi.

-İlk eleme seansında Lewis Hamilton 1.24:191 ile en hızlı isim oldu. Hemen ensesinde 1.24:352 ile Kimi Raikkonen vardı.

-İkinci eleme kısmında yine McLaren Honda'nın Alonso'ya çile çektirmesini izledik. Kendisi her şeye rağmen piste dönüp 13. sırayı alırken "Elimden gelenin en iyisini yaptım." dedi. Sevmediğimi her fırsatta dile getirsem de böyle leş bir arabaya rağmen gösterdiği çaba takdire değer.

-Max Verstappen bir ara "Beni Daniel'in arkasından göndermeyin, çok yavaş" diye şikayet etti ama takım arkadaşı Daniel Ricciardo'dan mı Toro Rosso'daki Daniil Kvyat'tan mı şikayet ettiğini anlamadım. Takıma şikayet ettiğine göre Ricciardo'dur diyeceğim ama Toro Rosso da kardeş takım sonuçta. Çok da önemli değil.

-İkinci seansın sonunda yine Hamilton en hızlıydı (1.23:251) ancak bu sefer peşinde takım arkadaşı Valtteri Bottas vardı. Esas heyecan verici olan ise Hamilton, Bottas, Raikkonen, Vettel şeklindeki dörtlü kendi aralarında 0.25'ten az bir farkla ayrılıyorlardı.

-Perez, Hulkenberg, Alonso, Ericsson ve Ocon'u döktükten sonra girilen son eleme seansında önce Hamilton, Bottas, Vettel arasında poleün çok ufak farklarla değişimini izledik. Lewis Hamilton iki ismi de geride bırakarak pole pozisyonuna kondu.

-Avustralyalı RedBull pilotu Daniel Ricciardo spin atıp duvara vurunca kırmızı bayraklar sallandı. Yağmur yağışı da beklendiği için takımların bir daha piste çıkmayacağı yönünde tahminler yapıldı.

-Ancak beklenen yağmur şehrin üstünde kalıp piste gelmeyince son bir kez daha piste çıkan pilotlar bize mükemmel bir çekişme daha izlettiler. Hamilton 1.23'ün altına inip yine pole pozisyonuna otururken (1.22:188) Bottas ikinci sırayı almıştı. Mercedes için rahat bir yarış olacak şeklinde yorumlar yapılırken Vettel son anda ikinci sıraya yerleşerek "durun hele" diyerek araya girdi.

-İlk dördün dışında kalan Max Verstappen (1.23:485) şimdilik RedBull ile çok bir sürpriz yapamayacağını gösterdi. Tabi yarışta neler olacağını kestirmek mümkün değil.

-Altıncı sırayı almasına rağmen günün bir diğer başarılı ismi Roman Grosjean oldu. Kendisi Haas ile sınırlarını zorladı ve gelebileceği son noktaya geldi.

-Lucas Perez ile Felipe Massa bir ara yol verme yüzünden ufak bir sıkıntı yaşadılar. Perez de başka bir bölümde gereğinden fazla yavaş gittiği gerekçesiyle ifadesi alınmak üzere yarış komiserleri tarafından çağrılmış.

-Lewis Hamilton ve Sebastian Vettel yarış bittikten sonra rakip araçları uzun uzun incelediler. Vettel özellikle RedBull ve Mercedes'leri aşkla inceleyip dokundu. Eski takımından arkadaşlarıyla da eğlenceli anlar yaşadı.

-Yarış yarın sabah 8'de başlıyor, S Sport kanalında Serhan Acar anlatımıyla izleyebilirsiniz.




17.03.2017

Fernando Gaviria’ya 5 Soru: Klasikleri hedef alıyor!


Kolombiyalı bisikletçi Fernando Gaviria putları yıkmaktan uzak kalmıyor. Bisiklete, Kolombiya’da popüler diyemeyeceğimiz hız pateninden gelerek katıldı. Üstüne dünyanın en iyi tırmanışçılarından bazılarını spora katmış olan bir ülkeden gelip sprinter olarak kendini gösterdi. İkinci profesyonel yılını yaşamakta olan Gaviria ise bunlarla oyalanmıyor çünkü 22 yaşındaki Quick-Step Floors sürücüsü kendi yolunu bulmaya odaklanmış durumda. Ve belki, sadece belki, kendisi Kolombiya’nın ilk büyük klasik yarışçısı olacak. Onu bu hafta sonu Milan-San Remo’da izleyin, yarış öncesi en büyük favorilerden bir tanesi.

Peloton Magazine: Bisiklet dünyasına nasıl girdin?

Fernando Gaviria: Yani ben biraz marjinal biriydim. Babam okulda beden eğitimi hocasıydı ve biz dağlarda büyüdük [La Ceja, 50.000 nüfuslu kasaba]. Aslında kız kardeşim ve ben, yaşım çok küçükken hız patenine başladık. Sonra babam beni bisiklete bindirdi ve anında bisiklete aşık oldum.

Peloton: Sen atipik bir Kolombiyalı bisikletçisin çünkü, bilirsin, tırmanışçı değilsin. Bu ülke gerçekten pek sprinter çıkarmadı. Çekirdekten yetişirken dışlandığını hissettin mi?

Gaviria: Evet benim için kolay olmadı. Bütün yarışlar tırmanışçılara göre ayarlanıyordu. Ancak ben erkenden güçlü yanımın sprint olduğunu öğrendim ve buna odaklanmak için yollar bulmaya çalıştım. Pist bana ilk şansımı sundu ve sonra da ulusal takım bana San Luis Turu gibi yol yarışlarında yarışma şansı verdi. Büyük Avrupa takımları da beni orada gördü. San Luis Turu’ndeki zaferlerim sayesinde Avrupa’da profesyonel kontrat imzalamayı başardım. Fakat umuyorum ki benim gibi sürücüler Kolombiya’nın sadece iyi tırmanışçıların değil, iyi bisikletçilerin ülkesi olduğunu gösteriyor.

Peloton: Parke taşlı klasiklerin tadını ilk olarak geçen sene Gent-Wevelgem’de başarılı bir şekilde aldın, altıncı oldun. Bundan ne ders çıkardın? Sana gelecek için bazı fikirler verdi mi?

Gaviria: Evet, önemli bir süreçti. Kazanamadım fakat çok şey öğrendim. Örnek olarak her parke taşlı bölgeden sonra yiyip içmenin önemini öğrendim. Geçen yıl bunu yeterince yapmadım. Ancak bir şeyi kesinlikle söyleyebilirim, parke yolları çok sevdiğimi öğrendim. Parke taşlı klasikler normal bisiklet yarışları değil. Titreşimi seviyorum, yolları seviyorum. O yarışlar son derece eşsiz. Son derece ekstremler. Belçika’da kazanan sürücüler bütün ekstrem şartlarda kazanabilir -yağmurda, rüzgarda, ufak yollarda. Muhtemelen pelotondaki en zeki adamlardır. Bu sene bu yarışları iple çekiyorum. Eğer orada başarabilirsem her yerde başarırım. Ayrıca Belçika birasını da seviyorum!

Fernando Gaviria ilk olarak Arjantin yarışlarında dikkatleri üstüne çekti.
2016 San Luis Turu'nda dünya şampiyonu Peter Sagan'ı yenmişti.

Peloton: Diğerlerinden daha çok kazanmanın hayalini kurduğun bir yarış var mı?

Gaviria: Paris-Roubaix!

Peloton: Geçen yıl Milan-San Remo’nun son kilometrelerinde kaza yapana kadar iyi bir konumdaydın. Bu baharda senin büyük hedefin bu yarış mı olacak?

Gaviria: İlk olarak mümkün olduğunca fazla yarış kazanmak istiyorum ama evet, Milan-San Remo o kadar güzel ki. Ayrıca geçen yıl Milan-San Remo’da yarışmak faydalı oldu. Çok şey öğrendim. Bu sene stresle daha iyi başa çıkacağıma inanıyorum. Poggio’da nerede olmam gerektiğini de biliyorum. O noktadan sonrasını göreceğiz.

Bu yazı PelotonMagazine.com adresinde James Startt tarafından yayınlanmıştır.

Bu çeviri ArtemioFranchi.org dışında kaynak gösterilse dahi izin alınmadan yayınlanamaz.

14.03.2017

Lance Armstrong: “Hâlâ Çok Çalışıyorum ve Umarım İnsanlar Bunu Unutmazlar”

“İnsanlar benim hikayemle ilgili kesin kararlar vermemeliler” diyor Armstrong...

Lance Armstrong, profesyonel spor tarihinin en büyük doping skandalının tam ortasında yer almasına rağmen, daha sonra elinden alınan yedi Tour de France şampiyonluğuna ulaştığı dönemdeki emeklerinin izleyenler tarafından hala hatırlanmasını umuyor.

Bir podcast yayınında eski US Portal takımından arkadaşları George Hincapie, Christian Vande Velde ve Dylan Casey ile, katıldıkları bir 24 saatlik dağ bisikleti yarışı sonrası konuşan Armstrong, o an doping bile yapmış olsalar bisikletçilerin yaptıkları zorlu işlerin unutulmaması gerektiğini söyledi.

“US Portal’da işleyiş şöyleydi: En iyi teknolojiye sahiptik, en ağır biz çalışıyorduk, en iyi araştırmayı biz yapıyorduk, en akıllı taktikler bizdeydi, en iyi sportif direktör bizdeydi, rüzgar tünelinde çalışıyorduk, beslenme düzenimize dikkat ediyorduk. Hepsi bir aradaydı. Yaptığımız buydu” dedi Armstrong.

“Her şey ortadaydı. Benim en çok canımı yakan şey 2012’de bu olay patladığında insanların ‘bu yavşak her şeyin antrenman, beslenme programı, araştırma...’ diye söze başlayıp ‘aslında hiçbiri değilmiş, hepsi dopingmiş’ diye bitirmeleri oldu.”

Armstrong, insanların bir kanser hastasından Tour de France şampiyonuna ve dopingciye dönüşmesi konusunda kesin yargılarını tekrar gözden geçirmeleri gerektiğini söyledi.

“Ortada bembeyaz bir hikaye veya simsiyah bir hikaye yok, ikisi de doğru değil. Bu gri bir hikaye. Bir gün biri bana bu hikayede tek bir şeyi değiştirme şansım olsa bunun ne olacağını sordu. Düşündüğümde beni sinirlendiren tek şey insanların yaptığımız bütün ağır işi unutmaları.”

Ayrıca Armstrong, eski takım arkadaşı Floyd Landis ve ABD Adalet Bakanlığının açtıkları, kendisinin ve Tailwind Sports’un(US Postal takımının sahibi şirket) hükümet bütçesini performans artırıcı ilaçlar almak için kullanıp kullanmadıklarını soruşturan, 100 milyon $ tutarındaki tazminat davası ile karşı karşıya.

“Haberlerin nasıl bu kadar yayıldığına şaşırdım ama bazı şeylerden bahsetmek istiyorum. Her şeyden önce kendi adımıza davaya ve davanın dayandığı temellere inanıyoruz. Durum çok iyi olmasa da Posta Servisi’nin bundan fayda sağladığına inanıyoruz, geriye dönüp o yıllar boyunca yaşanan tüm iyi şeyleri silip atacaklarını sanmıyoruz.”

“Şunu söylemeliyim ki o yıllarda Posta Servisi’ni temsil etmekten dolayı çok mutluydum. O formayı taşımayı, tüm Avrupa’da pedallamayı, Şanzelize Caddesi’nde basıp gitmeyi ve o forma üzerimdeyken milli marşı dinlemeyi sevdim.”

“O yıllarda başka bir takım da olabilirdi; yabancı bir takım olabilirdi, başka bir Amerikan takımı olabilirdi... ama o organizasyonu temsil etmek büyük bir onur ve keyifti ve biz çok güzel şeyler yaptık.”

“Benim acımasızca cezalandırılmam gerektiğine inanan birçok insan olduğunu biliyorum ve ne hissettiklerini de anlıyorum, ancak benim hayatım cezasız kalmadı. Bazıları böyle açığa çıktı, bazıları çıkmadı ama sonuçlanmak zorunda olan birçok dava hayatımızı değiştirdi, burada biz derken beni ve ailemi kastediyorum.”

“Ancak bu defa hukuk ve davanın bizden yana olduklarına inanıyoruz. Eğer bize destek oluyorsanız desteğiniz için teşekkürler, olmuyorsanız da anlayışla karşılarım.”  

Bu yazının orijinali 22 Şubat 2017’de Cycling Weekly’de yayınlanmıştır.

Bu çeviri artemiofranchi.org dışında kaynak gösterilse dahi izin alınmadan yayınlanamaz.

13.03.2017

Tarihin En İyi Sprinterleri #1: Mark Cavendish

John Degenkolb, Caleb Ewan, Marcel Kittel ve Peter Sagan gibi daha genç isimlerin nefeslerini ensesinde hissediyor olsa da 31 yaşındaki Mark Cavendish, modern dönem sprinterleri arasında başka bir seviyede yer alıyor. Tıpkı prestijli spor gazetesi L’Equipe’in beş yıl önce onu Tour de France tarihinin en büyük sprinteri olarak gösterdiği gibi biz de onu, geride kalan 40 yılı kapsayan Tarihin En İyi Sprinterleri listemizin ilk sırasına koyuyoruz.

Hala büyük yarışlar kazanıyor ve önünde iyi geçirebileceği dört veya beş sezonu olan Cavendish'in rekorlar kırmaya devam edecek potansiyeli var. Şimdiden tarihin en fazla etap kazanan sprinteri oldu ve Eddy Mercx’in 14’ü bireysel zamana karşı olmak üzere 34 galibiyetlik rekorunu yakalamak için dört galibiyete ihtiyacı var; ayrıca Giro d’Italia’da 15, Vuelta a España’da ise üç etap kazandı ve üç Grand Tour’da da puan(sprint) mayosunu kazanmayı başardı.

Tek günlük yarışlarda ise Cavendish 2011’de dünya şampiyonluğunu kazandı(Ekim 2016’da neredeyse ikinci kez kazanacaktı) ve Milan-San Remo, Scheldeprijs(üç kez), Kuurne-Brüksel-Kuurne(iki kez) gibi klasik galibiyetleri aldı. Ek olarak yeni World Tour yarışları arasındaki RideLondon-Surrey Classic’te de zafere ulaştı. Cavendish, hızını ve dayanıklılığını pist bisikletinde üç tane altı gün yarışı, omnium’da bir Olimpiyat gümüşü ve üç tane madison dünya şampiyonluğu kazanmak için de kullandı. Madison’daydı, yaşı 19’du, o Cavendish bisiklet tarihindeki ilk patlamasını yaptı. 2005’te Carson, Kaliforniya’daki Pist Bisikleti Dünya Şampiyonası’nı izleyenler, Britanyalı veteran Rob Hayles’ın hırçın takım arkadaşı Cavendish’in, altı gün uzmanları arasından fırlayıp yaptığı güçlü atağı hatırlayacaklardır -sonrasında ise riskli bir sürüşle beraber altın madalyaya uzandı. Cavendish sonraları bana, “Yorgun tamamlamıştık. Gözyaşları içindeydim ve bu rahatlattığı kadar da gurur vericiydi.” dedi.

Cav, Los Angeles’a sadece deneyim kazanmak için gitmişti; sakatlanan Geraint Thomas’ın yerine son anda kadroya dahil edildiği için, Hayles ile ilk kez yarışacaktı. O yılın devamında, bir kıta takımına transfer olmadan önce para biriktirmek için iki yıldır yaptığı banka memurluğunu bıraktı ve Almanya’nın ikinci seviye takımı Sparkasse takımıyla sözleşme imzaladı. “Tek yapmak istediğim, bisikletimle yarışmak ve ne kadar iyi olduğumu kanıtlamaktı, böylece profesyonel kontrat imzalayabilirdim.” diyor. “Ama amatör olarak geçirdiğim iki yıl boyunca bir tane bile toplu sprint kaybetmediğimde ne kadar hızlı olduğumu anladım...”

2007’de T-Mobile(sonra Columbia ve HTC-Highroad adlarını alan takım) ile profesyonel kontrata imza atar atmaz yarışlar kazanmaya başladı -o yıl, Scheldeprijs’ta Robbie McEwen’ın önündeki ilk galibiyetini 10 galibiyet daha takip etti. Çaylak sezonunda Tour de France’ta bile yarıştı ama Londra’dan Güney İngiltere’deki Canterbury’ye giden ilk etapta onu yarış dışı bırakan kaza, potansiyel olarak Tour de France kariyerine yapacağı sansasyonel başlangıcı elinden aldı. İlk Tour etabını kazanmak için 12 ay daha beklemesi gerekiyordu. 2008’de Cholat-Chateauroux arasındaki 5. etapta(fotoğraftaki) bir grup sprint tanrısını yerle bir ederek galibiyete uzandı: Oscar Freire(turuncu), Erik Zabel(mavi) ve Thor Hushovd(yeşil). Cav o yıl üç tane daha olmak üzere, 2014’te yine Büyük Britanya’dan başlayan Tour de France’ın açılış etabında dar yolda çok tehlikeli bir menavra sonucunda kaza yapıp yarış dışı kalması hariç her yılda en az bir Tour de France etabı kazanmayı başardı.

Bazen korkusuzca sprint atmakla suçlanıyor ve biri onun sprint çizgisini kapatıp önünü kestiği zaman genellikle deliye dönüyor ama o pelotondaki gerçek dahilerden biri ve hamlesini tam olarak ne zaman yapacağını çok iyi biliyor, özellikle de bir lead-out adamı tarafından taşınmadığı zaman. Bir keresinde onu motive eden şeyin ne olduğunu sorduğumda bana şu cevabı verdi: “İnsanlar bana kazanmak istediğim bir sonraki yarışı sorduklarında ‘finiş çizgisinin yer aldığı sıradaki yarış’ diye cevaplıyorum. Eğer finişe ulaştıysam, en önde geçen olmayı istiyorum. Motivasyonum bu.”

10 yazılık bu seri, Şubat 2017’de Peloton Magazine tarafından hazırlanmıştır.

11.03.2017

Start Finish #5


Sezon öncesi Barcelona'da yapılan test sürüşleri dün itibariyle sona erdi. Takımlar eksik yönlerini, iyileştirmeleri gereken noktaları bulmaya çalışırken sürücüler de bu sezon gelen yeni araçlara rahat rahat alışma şansı buldular. Bir kez daha hafta boyunca aldığım notları sizlerle paylaşıyorum:

Öncelikle sonuçlar



McLaren Honda pistin neşe ve mizah kaynağı olmaya devam etti. Aracın sorunsuz geçirdiği gün olmadığı için hasmclarenbrokendown.com isimli bir site açılmasına yol açtı. Testler boyunca çizdikleri görüntü Melbourne GP'de yarışı tamamlayamayacakları yönünde ancak yarışa kadar olan iki haftada hızlı olmasa da 50 tur gidebilecek bir motoru hazır edebilirler, belki, bir ihtimal, ufak da olsa.

Nereden geldim McLaren Honda'ya
Sayısını karıştırmıyorsam 6 motor değişikliği yaptılar, 2 kere de elektrik aksamlarda değişikliğe gittiler. Twitter'da toplam 20 kırmızı bayrak tweeti gördüysem 12 tanesi McLaren Honda yüzünden oldu. Bunu testlerde attıkları toplam tur sayısının azlığından da görebiliyorsunuz.

Fernando Alonso da durumdan oldukça rahatsız ve lafını takımından esirgemedi. Özellikle Honda'yı eleştirerek "Bütün takım kazanmaya hazır, Honda hariç." şeklinde bir demeç verdi. Sonra da "Virajları diğer pilotların söylediği gibi dümdüz -hız kesmeden- geçebiliyor musun?" sorusuna "Bizim motor gücümüzle her viraj dümdüz." diye yanıt verdi.

Autosport'un canlı yayın hesabı AutosportLive, Twitter'da yaptığı güncellemelerle hiçbir takıma acımasa da en çok McLaren Honda'nın canını yaktı.

"Takımların artık bu noktada araçlarına ince ayarlar çekmeleri gerekiyor. McLaren'in ise ince ayar çektiği tek şey Barcelona pistinin araç kurtarma prosedürleri."

"McLaren düne göre -göreceli olarak- performansını yükseltti ancak testlerin son iki gününde dört kırmızı bayrağa sebep oldular."

"Alonso McLaren'ine atladı... ve yine durdu."

F1 simülasyon oyununu yapan Codemasters şirketinden de "Şu anda ciddi bir tasarım problemimiz var. McLaren'i gerçekçi mi yapmalıyız yoksa bir turu bitirebilecek şekilde mi yapmalıyız?" diye bir tweet geldi.

Bunlar dışında en sık gördüğüm şakalardan biri de "McLaren araçları pistten çok kamyon üzerinde tur attı."

Bu durumdan memnun olan takımlar ise Sauber ve Haas. Özellikle Sauber'in bu sezon son sırayı alması bekleniyorken McLaren'den gelen felaket performans onları ümitlendirmiş olsa gerek. Evet, test sonuçlarında hala son sıradalar ancak en azından yarış bitirebilecek kadar bir motor üretebiliyorlar. Önemli olan dayanıklılık.

Haas da problemlerden kendi payına düşeni almış olsa da çözülmeyecek kadar ciddi sorun yaşamadılar. Grosjean bir kere yol dışına çıktı eğer yanlış hatırlamıyorsam.

Force India'nın derdi ise araç ağırlığıyla. Hesaplanandan daha ağır araçlara sahip olduklarını fark ettiler ve sürücülerinin 2 kg vermesini istediklerini açıkladılar. Bütün kışı yeni araçları kullanabilmek için ağır idmanlarla geçirip zorla kas yapan adamlardan şimdi de iki kilo vermelerini istemek biraz ayıp oldu.

Renault da McLaren ve Toro Rosso'dan sonra en az tura imza atan takım oldu. İlk hafta ciddi sıkıntılar yaşamışlardı. Tamir edemeyecekleri bir şey olmadığı ancak performanslarını geliştirmek için yeterli tur atamadıkları için üzgün oldukları minvalinde açıklamalar yaptılar. En azından Hulkenberg'in kağıt üstündeki sonuçları sezon içinde puanlar toplayabileceklerini gösteriyor. Kendisi aracın beklentilerini henüz karşılayamadığını söylemiş olsa da.

Williams'ın performans şefi Rob Smedley, Massa'nın agresif sürüş tarzının yeni araçlar için ideal olduğunu söyledi. Testlerde 5. sırayı alması kendisini doğruluyor diyebiliriz. Massa da daha önce burada çevirisini paylaştığım röportajında "yeni araçların geçmişte kullandığı araçlara biraz benzediğini ve işleri diğerlerinden daha hızlı kavrayabileceğini" belirtmişti.

Alt ve orta sıraları çok yazdım, özellikle McLaren'den sebep çok uzadı.

Üst sıralara gelecek olursak testlere damga vuran takım geçen yılki gibi Ferrari oldu. Raikkonen bir kez kaza yapıp bir kez de yolda kalsa da elde ettiği 1.18.634 derecesiyle en hızlı olmayı başardı. Attığı turu buradan izleyebilirsiniz. Kendisini 1.19.024 ile Vettel izledi. Ayrıca her lastik türünde en hızlı tura imza atan takım olmayı başardılar.

Hamilton ise hala Ferrari'nin aslında kendilerinden çok daha iyi olduğunu ancak elini göstermekten kaçındığını söylüyor.

Ferrari taraftarları ise tam tersini söyleyip geçen yılki gibi Mercedes'in Melbourne sıralama turlarının son kısmında gerçek gücünü göstereceğini savunuyorlar ancak yine de herkesi "hype-train" dedikleri umut ve heyecan trenine binmeye davet ediyorlar. Tabi son yıllarda trenin son istasyonunun "mutsuzluk" olduğunu da belirtiyorlar.

Hamilton kendi aracıyla ilgili olaraksa "henüz istediği noktayı" yakalayamadığını açıkladı. Williams'tan gelen Bottas ise bir kez kırmızı bayrağa neden olsa da test sonucuyla beklentileri karşılayabileceğini gösterdi.

Red Bull sürücülerinden Ricciardo "araçlarının Mercedes ve Ferrari kadar iyi olmadığını" kabul etti. Adamım Verstappen ise testlerde 1.19ları ilk gören isim olmayı başararak bu sezon sürprizlere imza atmaya devam edeceği yolunda sinyal çaktı. En azından ben öyle düşünmek istiyorum, bunca yıldır türlü spor dallarıyla ilgileniyorum ilk kez genç bir ismi bu kadar şevkle destekliyorum inşallah uğursuzluk getirmem kendisine.

Test mevzusunu noktaladıktan sonra bir ölüm haberini vereyim. Ben de kendisini ölümüyle tanıdığım için biraz üzüldüm. Hem Formula 1 hem de Moto GP'de (bugünkü adıyla) şampiyonluk yaşayan tek isim John Surtees 83 yaşında hayata veda etmiş. 350 cc motosikletlerde 1958, 1959, 1960 yıllarında, 500 cc motosikletlerde 1956, 1958, 1959, 1960 yıllarında şampiyonluk yaşayan isim "sıkıldığı için" geldiği Formula'da da 1964 yılında şampiyon olup aynı sene katıldığı Le Mans'ta da 3. sırayı almış.

Kendisinin 1991 yılında doğan oğlu Henry de 2009 yılında bir F2 yarışı sırasında hayatını kaybetmiş.

F2 demişken, GP2 diye bildiğimiz, genelde Formula 1'in arka bahçesi olan, genç pilotların yarıştığı serinin adı artık Formula 2 oldu. Bu arada oradaki yarışlar da Formula 1'den daha eğlenceli geçiyormuş. Bu videodan yıllar içinde ne tür dangalaklıkların, acemiliklerin yapıldığını görebilirsiniz. Düzenli takip edenler sezon içinde çok sık yaşanan şeyler olduğunu söylüyor.

Elektrikli araçların yarıştığı Formula E de ise bir takım pürüzler yaşanıyor. Gürültü sorunu yaşatmadığı için şehrin uygun herhangi bir yerinde organize edilebilen bu yarışlarda bu sezon planlama hatalarından dolayı yarış takvimi kısır kaldığı için son üç şehirdeki yarışları iki kez yaparak takvimi doldurmaya karar verdiler. Berlin, New York ve Montreal'de hem cumartesi hem pazar günleri yarış yapılacak. Ben de NTV Spor'da ya da Fox Sports'ta görürsem özetlerine bakıyorum oturup izlemişliğim yok, bilgi olsun diye paylaşayım dedim. Düzgün ilerlerse gelecekte izlenebilecek bir yarış serisi olabilir. Eski F1 takımlarından Jaguar bu sezon buraya giriş yaptı. Sıfırdan giren bir takım olduklarından esameleri henüz okunmuyor ama sırf adıyla bile bu seriye dikkat çekmesi yeterli.


Bernie Ecclestone'un vedası için verilen korku filmi gibi partinin fotoğrafıyla sizlere veda ediyorum. 24-26 Mart Melbourne GP'ye kadar yazacak bir şey çıkar mı bilmiyorum ama en geç o zaman görüşmek dileğiyle.

Being John Malkovich?
(
ayrıca Niki Lauda yine şapkasıyla dikkat çekiyor)

Tarihin En İyi Sprinterleri #2: Mario Cipollini

Mario Cipollini’nin, Tour de France 1993’ün açılış etabını iki zorlu sprinterin -Wilfried Nelissen(mavi formalı) ve Laurent Jalabert(pembe formalı)- önünde kazanırkenki bu fotoğrafı, Aslan Kral, Süper Mario veya basitçe Cippo olarak anılan adamın benzersiz tarzını özetliyor. Kolları kariyerinin ilk Tour de France galibiyetini kutlamak için havaya kalkmış, moda haline getirdiği dev gözlüklerini takmış ve beyaz şapkası da bu kompozisyonu doğru bir açıyla tamamlamış. Belçika merkezli Velo, 2005 yıllığında özel bir bölüm ayırdı ve İtalyan sprinteri şöyle tanımladı: “Kendi döneminin kesinlikle en iyi sprinteri.”

Bu niteleme, emekliliğinden yıllar sonra Şubat 2013’te La Gazzetta dello Sport’un Cipollini’nin de Operacion Puerto doping skandalına bulaştığını iddia etmesiyle gölgelendi ve aynı yılın temmuz ayında Fransız Senatosu, sporun içindeki dopingle ilgili kapsamlı bir araştırmada Cipollini’yi de Tour de France 1998’deki idrar örneklerinin geçmişe dönük testlerinde EPO kalıntılarına rastlanan 18 sporcudan biri olarak açıkladı. Mario suçlamalar karşısında sessiz kalırken, tıpkı Erik Zabel gibi onun “pozitif” testleri de Dünya Anti-Doping Ajansı’nın sekiz yıllık zaman aşımı süresinin gerisinde kaldı.

Cipollini'nin 20 yıla yayılan kariyerindeki 191 galibiyet arasında rekor düzeydeki 42 Giro d'Italia etap galibiyeti(1989-2003 arası), 12 Tour de France etabı, üç Vuelta a España etabı ve 2002 Dünya Yol Şampiyonası ile beraber Milan-San Remo(2002), Gent-Wevelgem(1992, 1993, 2002), E3 Prijs(1993) ve Scheldeprijs(1991 ve 1993) gibi klasik zaferleri bulunuyor.

1.88 boyunda ve 79 kilo olan Cipollini, bisiklet tarihinin gördüğü en güçlü sprinterlerden biriydi ve Grand Tour’larda onu hızla finişe ulaştıran Kırmızı Tren’le(Team Saeco’daki yedi yılında) beraber neredeyse durdurulamıyordu. Cipollini tam bir şovmendi; bir keresinde Tour de France etabına iki tekerlekli savaş arabasının üzerinde bir Roma imparatoru edasıyla kafasına yaldızlı defne yapraklarından oluşan bir taç takıp toga* giymiş halde geldi; ve Giro d’Italia 2002’nin zamana karşı prolog etabında tepeden tırnağa kaplan desenli bir mayo ve kaplan çizgileriyle süslü bir bisikletle yarıştı. (*toga: Eski Roma kıyafeti)

Kesin olan şu ki bisiklet sporu bir daha asla Mario Cipollini gibilerini göremeyecek.

10 yazılık bu seri, Şubat 2017’de Peloton Magazine tarafından hazırlanmıştır.

Bu çeviri artemiofranchi.org dışında kaynak gösterilse dahi izin alınmadan yayınlanamaz.

8.03.2017

Dan Günlükleri: Tamamen Yeni Bir Meydan Okuma





Daniel Ricciardo 2017 yılındaki ilk sürücü köşe yazısında, yeni F1 araçlarının taleplerini ve neden sezon arasındaki yorucu idman döneminin buna değer olduğunu anlatıyor.

Hemen sadede gelelim. Bütün bilmek istediğiniz bu değil mi? 2017 Formula 1 araçları geçen yıldan o kadar da farklı mı? Biz sürücüler için kullanılmaları daha mı zor? Ve Red Bull diğerleriyle kıyaslandığında nerede duruyor? Önce son sorunun cevabı (diğerlerine de sıra gelecek): Yüzde yüz emin değilim ve Melbourne’deki sıralama turlarına çıkana kadar da kimse emin olamayacak. Her yıl olduğu gibi. Avustralya’da iki tur farkla mı kazanacağız? Hayır, bu ne kadar muhteşem olacak olsa da (bunu öneren biri varsa kabul ederim...). Ancak oldukça rekabetçi olacağız. Ve şimdi yeni araçları deneyimleme fırsatı bulduğum için ülkemdeki GP’yi her zamankinden fazla iple çekiyorum.

Sezon öncesi testler başladığında işe tekrar dönüp alışmak kolay olmuyor. Pistteki günler oldukça uzun – piste sabah 7de geliyoruz, akşam 6ya kadar pistte oluyoruz, ve sonra takımla akşam 9.30a kadar bilgilendirme ve basın toplantıları yapıyorum, yani bunlar uzun günler. Benim araçta olduğum günlerde birkaç sorun ortaya çıktı yani henüz tam bir yarış mesafesi gidemedim. Bir sürüş(stint) boyunca kesintisiz gidebildiğim en uzun mesafe 18 turdu. Ancak bu araçların nasıl olacağını yeterince iyi biliyorum ve şevkim oldukça yüksek, tabi bu önceden az olduğu anlamına gelmiyor ...

İlk gün yeni araçların, kural değişikliklerinin getirmeye çalıştığı şeyleri karşılayıp karşılamadığını söylemek için biraz erkendi, ancak araçtaki ikinci günümde, üçüncü günümde, bu araçların ne olabileceklerine dair potansiyellerini daha iyi anladığımı düşünüyorum. Yüksek hızlı virajların en hızlı oldukları dönemlerdeki kadar hızlı hatta belki de daha da hızlı olacaklarını anlamamı sağladı. Barcelona’daki 3. Virajı örnek olarak alalım, önceden orayı rahatça geçemiyorduk ... Geçen haftaki 3. Viraj ise tamamen düzdü, gazdan ayağımı hiç çekmedim.



Geçen yılın verilerini bu yılın verileriyle henüz kıyaslamadam ancak oradan 35-40 km/s daha hızlı geçtiysek beni şaşırtmaz, hali hazırda geçen yıl büyük bir gelişmeyle 220 km/s’lik bir viraj olmuştu. Büyük bir sıçrama, kademeli değil, ve kesinlikle bazı pistlerde bazı şeyler üstümüze oldukça hızlı gelecek. Bu da her şeyi arttıracak – yoğunluğu, fizikselliği, yıpranma faktörünü, ve bunu hoş karşılıyorum. Hoş bir şey ve Formula 1’in olması gereken şey bu. Hepimiz buna adapte olacağız ancak bu senenin çok daha fazla fiziksel bir görev olacağını gizlemenin lüzumu yok, bu taraftarlar için de biz sürücüler için de iyi.

2017 aracının tadına baktığım için gideceğimiz bazı diğer pistleri ve bizim için nelerin büyük bir mücadele olacağını düşünüp duruyorum. Spa’daki ikinci sektör, yokuş aşağı, Pouhon ... bu zaten benim favori virajlarımdan bir tanesi ve oradan tam gaz geçme şansımız olacak – ne kadar da iyi olacak! Eğer büyük virajlardan birinde rüzgarı tam karşıdan alırsak gaza ne kadar yüklenebileceğimiz konusunda devasa bir fark yaratır. Birkaç hafta sonraki Albert Park biraz daha farklı olacak çünkü Barcelona’ya kıyasla daha dur-kalk bir pist ancak pistin arka tarafında gayet canlı geçecek olan bir şikan var. İlk parça belki altıncı vitese ufak bir düşüş olacakken ikinci parça yedinci vitese yükselme olabilir. Tahmin ediyorum ki izlemek için iyi bir yer olacak. 200lü hızların ortalarında geçilecek – yüksek hızlı olaylar bu yıl beni oldukça heyecanlı tutacak!

Bu araçlar için hazırlanmak oldukça eğlenceli oldu çünkü fiziksel mücadele gerekmediği ya da gereğinden fazla ağırlık kazanmak istemediğimiz için sadece gerektiği kadar çalışıp işleri olması belli seviyede tutmak yerine, sezon arasında işin fiziksel idman kısmına kendimi tamamen verebileceğim anlamına geliyordu. Noel’de ufak bir ara verdim sonra ise ABD’ye gidip sezon için hazırlandım ve oldukça ağır çalıştık.

İşlerin daha çok güç tarafına ağırlık verdik, temel kaslar, boyun, bu tarz şeyler. Geçen yılın programına bakıp biraz daha sert ya da biraz daha iyi çalışmadık, yeni araçların nasıl olacağını göz önüne alarak çok daha sert çalıştık. Spor salonunda güçle ilgili çalışmaları yaptık ve ben işin kardiyo yönünün araçlarla daha fazla tur attıkça geleceğini ve buna alışacağımızı hesapladım. Sezon başladığında güç açısından büyük kazanımlar elde etmek çok zor çünkü her zaman bir yerlere gittiğimizden ve meşgul olduğumuzdan idman şansımız olmuyor. Yani Ocak ayı fiziksel olarak oldukça ağır işlerle geçti ama işleri geçiştirmek yerine bir amaç uğruna daha fazla idman yapmak daha eğlenceli. Çünkü fiziksel olarak zor, mental olarak ise sizi bileyliyor. İdmanların nasıl geçtiği konusunda oldukça mutluydum – elbette yorgun ancak oldukça tatmin de olmuş durumdayım.

Yılın ilk testine gelmek benim için kariyerim ilerledikçe biraz değişti. Geçmişte yüzde yüz heyecandan ibaret sayılırdı ama şimdi ise heyecan kadar merak da var. Yanlış anlamayın, hala heyecanım var ama üst seviye bir takımda olduğunuzda beklentiler değişiyor ve bu beklentileri karşılayıp karşılayamayacağınızı hissedebilmek için sabırsızlanıyorsunuz. Markalar şampiyonasında dördüncülükle mutlu olacak bir takımda olduğunuzu düşünün – test sürüşüyle ilgili düşünceleriniz kesinlikle yarışlar, şampiyonluklar, her şeyi kazanmak isteyen bir takımdakinden farklı olacak. Yani aracın nasıl olduğu konusunda, nasıl sürdüğüm konusunda, paslanıp paslanmadığım konusunda daha meraklıyım.



Üç yıl öncesine kadar, her Noel’den sonra araca tekrar bindiğimde garip hissettiğimi düşünürdüm ve bunlardan birini sürmeyi hatırlayıp hatırlamadığımı merak ederdim... Bugünlerde ise daha normal hissettiriyor, yani o gergin heyecanım kalmazken daha çok merakım var – altımda ne var, ilk hissi nasıl, takım ne düşünüyor? Ve sonra testler arasında fabrikaya dönmek ve toplantılara katılmak, simülatörde zaman geçirmek ve bu haftaki yeni test için hazırlanmak. Barcelona’daki testi Perşembe günü bitirdik ve Cuma sabahı 9 olduğunda Milton Keynes’teki simülatörde yenisi için hazırlanmaya başladık.

Oldukça hararetli zamanlar, ve hararetli demişken sırada Melbourne var ... Yılın ilk yarışı her yerde hararetli olurdu, ve araçlara yapılan büyük değişikliği ve pistte bir Aussie (Avustralyalı) olduğunu hesaba katınca – evet, dolu dolu bir hafta olacak. Ancak ben taraftarların bu yeni araçlardan cidden çok keyif alacaklarını düşünüyorum, ve sezonu uygun bir şekilde başlatmak için onları sonuna kadar zorlamaktan keyif alacağız. Bekleyemiyorum.

Bu yazının orijinali Redbull.com adresinde 6 Mart 2017 tarihinde yayınlanmıştır. Daniel Ricciardo’nun kendisi tarafından yazılmıştır.

Bu çeviri artemiofranchi.org dışında kaynak gösterilse dahi izin alınmadan yayınlanamaz.

Tarihin En İyi Sprinterleri #3: Erik Zabel

Eski bir Doğu Alman olan Zabel, 17 yıllık profesyonel kariyerine 200 civarı yarış galibiyeti sığdırdı; Tour de France yeşil mayosunu ise bir rekora imza atarak altı kez kazandı, UCI Dünya Sıralaması 1 numarası olmayı başaran ender sprinterlerden biri oldu ve Eddy Merckx’in Milan-San Remo’daki rekoruna(yedi galibiyet) yaklaşarak dört galibiyet aldı. Ancak kariyerinin ortasındaki sekiz yılla ilgili yaptığı doping itirafı sonrası adının yanında hep şüphe bulunacak.

Söz konusu itiraf Temmuz 2013’te Alman gazetesi Süddeutcshe'de yayınlandı ve sonrasında Zabel, Team Katusha’daki antrenörlük, UCI Profesyonel Bisiklet Komisyonu üyeliği ve Hamburg’daki Vattenfall Cyclassics yarış direktörlüğü görevlerinden istifa etti. Ancak itiraf, Dünya Anti Doping Ajansı’nın sekiz yıllık zaman aşımını geride bırakıp on yıl ve öncesindeki yarışları kapsıyordu[söz konusu zaman aşımı daha sonra 10 yıla çıkarıldı]. O dönemin doping ortamını ve Deutsche Telekom’daki takım arkadaşlarının kariyerlerini riske atmaksızın suçlarını itiraf etmeleri gerçeğini göz önüne aldığımızda Zabel’in sonuçlarına da kem gözlerle bakmamamız lazım.

Doğu Bloku ülkelerinin Tour de France’ı sayılan ve Barış Yarışı olarak da bilinen Varşova-Berlin-Prag’da etaplar kazanan ve genel klasmanı ilk 10’da bitiren, 1950’lerin tanınmış Doğu Alman bisikletçisi Detlef Zabel’in oğlu olan Erik Zabel, Doğu Berlin’de doğdu ve büyüdü. Barış Yarışı’nda oğul Erik de yarıştı(1992’de puan klasmanını kazandı ve genel klasmanı 11. tamamladı) ama kendini ilk olarak pist bisikletinde takım takipteki hızıyla gösterdi(o hızını daha sonra kış velodromlarında 14 tane tane altı günlük yarışı kazanmak için de kullanacaktı).

Amatör olarak son yarışında, 1992 Barselona Olimpiyatları’nda Lance Armstrong’la birlikte yarışın favorisiydi ve Fabio Casartelli’nin üç kişilik kaçış grubunun içinde kazandığı yarışta dördüncülük için yapılan toplu sprinti kazandı.

Zabel kısa süre sonra, Mart 1993’te Tirreno-Adriatico’nun açılış etabıyla beraber profesyonel seviyede de yarışlar kazanmaya başladı; 1994’te de, 67 kişinin yer aldığı toplu sprinti alarak Paris-Tours ile ilk klasiğini kazandı ki bu yarışı 2003 ve 2005’te de kazanacaktı. 1995’te ikinci kez katıldığı Tour de France’ta ise iki etap kazandı(takip eden yedi yılda da 10 tane daha kazandı).

Zabel’in ilk anıtsal yarış zaferi, 40 kişilik güçlü bir grubun arasında Alberto Elli’yi geride bırakarak kazandığı 1997 Milan-San Remo’da geldi. Yarıştaki iki rakibi Laurent Jalabert ve Johan Museeuw kazaya karışmışlardı. Alman bisikletçi sonraki dört yılda Milan-San Remo’yu üç kere daha kazanacaktı- ve 2004’te galibiyeti kutlamak için erkenden kollarını açıp son anda çizgide Oscar Freire’ye geçilmese beşinciyi de kazanacaktı.

Zabel’in diğer klasik galibiyetleri arasında Amstel Gold Race, Scheldeprijs ve Frankfurt bulunuyor. En büyük hayal kırıklığı ise 2002’de Mario Cipollini ve Robbie McEwen’ın ardından üçüncü olduktan sonra 2004’te Freire’nin, 2006’da da Bettini’nin ardında ikinci olup çok yaklaşsa da dünya şampiyonluğunu hiç kazanamamasıydı.

10 yazılık bu seri, Şubat 2017’de Peloton Magazine tarafından hazırlanmıştır.

Bu çeviri artemiofranchi.org dışında kaynak gösterilse dahi izin alınmadan yayınlanamaz.

  ©Artemio Franchi. Template by Dicas Blogger.

TOPO