Tarihler 24 Şubat 2008’i gösterdiğinde Tottenham Lig Kupası finalinde 1-0dan geri dönerek Chelsea’yi 2-1 mağlup ediyordu. O günden bugüne Juande Ramos’un görevine son verildi, Harry Redknapp yönetiminde Gareth Bale tarafından ateşlenen bir heyecan fırtınasının keyfi sürüldü, Andre Villas-Boas ve Tim Sherwood ile önemli yanlış adımlar atıldı ve sonunda Mauricio Pochettino bulundu. Geçmiş dört sezonun her birinde takıma ilerleme göstertmiş, gelecek vadeden parlak bir genç menajer. Ancak bu süre zarfında hiçbir şey kazanamadılar.
O günden bugüne Chelsea ise 11 kez menajer değiştirdi.
İkişer kez Guus Hiddink’i ve bir kez Rafa Benitez’i geçici olarak göreve getirdiler. Roberto Di
Matteo’yu kısa zamanlı bir sözleşmeyle göreve getirdiler ancak Şampiyonlar Ligi’ni
kazanınca daha uzun bir sözleşme verilmek zorunda kalındı ki o sözleşme de bir
sonraki sezonun üçüncü ayında feshedildi. Ayrıca Carlo Ancelotti ve Jose
Mourinho’yu şampiyonluk yaşadıktan sonraki sezon içerisinde kovdular ve Antonio
Conte ile de benzer vakayı yaşayacaklar gibi görünüyor. Yine de bu on yıllık
süreçte üç Premier Lig şampiyonluğu, üç FA Cup, bir Lig Kupası, Şampiyonlar
Ligi ve Avrupa Ligi kazandılar.
Birazcık kaosun yararlı olup olmadığını merak etmeye
başlamak için Prater
dönme dolabında oturan Harry Lime olmanız gerekmiyor. (Çevirmen notu: Araştırma yaptım ancak bu sahneden başka bir şey çıkmadı, yapılan
göndermeyi anlayamadım)
Yine de sebep sonuç ilişkisi korelasyon değildir ve gerçek şu ki Tottenham; bütün güncel
planlarına, yeni stadyumu çevreleyen sözlere ve beklentilere -bilet
fiyatları konusundaki şikayetler geçerli olmakla beraber- rağmen tanıdık
bir Londra problemiyle karşı karşıya kalıyor: Dişinizden tırnağınızdan
arttırarak bir araya topladığınız kaynak ne kadar olursa olsun -eğer mega-zengin
değilseniz- o kaynağı 15 yıl önce harcasaydınız daha iyi olurdu.
Chelsea, Mourinho’nun ilk döneminden beri teknik direktörler
konusunda yaptığı bütün hatalara rağmen her zaman Roman Abromovich’in 2003’te kulübü
satın aldığında saçtığı paralar sayesinde yalıtılmış oldu.
Bu süper kulüplerin doğasıdır: onlar, etkili bir şekilde,
batamayacak kadar büyüktür. Ne kadar kötü şekilde oyuncular alsalar ya da
menajer atasalar bile kaynakları onları kurtarmak için orada olacaktır. Belki
de Premier Lig diğer liglerde sözü bile edilmeyen bir tehlikeyi hala koruyor –
Barcelona’nın ya da Bayern Münih’in 2016’da Chelsea’nin başına geldiği gibi 10.
sıraya kadar düşmeleri düşünülemez bile. Eşit olarak başarısızlığın sonuçları
da mesela 1974’te Manchester United’ın Avrupa Kupası kazandıktan 6 yıl sonra
küme düşmesi veya 1982’de 60ların sonu 70lerin başını domine eden Leeds
takımının Avrupa Kupası finali oynadıktan 7 sene sonra küme düşmesinde olduğu gibi
değil.
İngiliz futbolunun doğası gereği, farz edilen büyük altı
takımla birlikte, ortada bir İngiliz süper kulübünün olamayacağı ya da İngiliz
süper kulüplerinin Avrupa’nın diğer büyük liglerindeki süperler kadar süper
olmadığı tartışılabilir. Altı takımın dört Şampiyonlar Ligi bileti için etkili
bir mücadele içinde olması Avrupa bonusunu her sene kimin alacağının ve en tepede
kalmasını sağlayacak bir döngüye girmesinin garantisi olmadığı anlamına
geliyor. Artı olarak Premier Lig diğer liglerden daha zengin olmakla birlikte
en zenginle en fakir arasındaki fark çok fazla değil üstelik daha da azalma payı var.
Jonathan Woodgate 2008 Lig Kupası finali uzatmalarında Petr Cech'i mağlup edip kupayı kazandıran golü atarken. |
İşte bu yüzden Pazar günü çok kritik. Bir elitin yerinin değiştirilmesi
çok şey gerektiriyor. Manchester City’nin yatırdığı yüzlerce milyonu veya
Arsenal’in uğraştığı yıllar süren durgunluğunu. Birçok kulübün bu tarz çeşitli
hikayeleri var -Leeds’ten Everton’a, Aston Villa’dan Leicester’a kulüpler buna
şahitlik edebilir- bir ya da iki sezon olumlu sonuçlar ve yetersiz yatırım. Puan
durumunun tepesine üye olmak için sürdürülebilir ve güçlendirilebilir yatırım
gerekiyor, ideal olarak halihazırdaki elitlerden birinin düşüşüyle birlikte.
Tottenham, şimdiye kadar, Pochettino takımı devraldığından
beri oyunculara nispeten az yatırım yaptı: yalnızca 33 milyon pound civarında. Harcamalar
ise daha çok stadyuma yönelik oldu. Pochettino’nun genç oyunculardan en iyi
verimi alma becerisi yatırımdan beklediklerinden daha büyük dönüş almalarını
sağladı. Projenin, başka yerlerde daha fazla zenginliği kovalayacak oyuncular
yüzünden her an rayından çıkabileceği hissi devam etse halihazırda Arsenal’i
geçmeyi başardılar, yeni stadyumun onlara verebileceği finansal avantajlar
henüz başlamadan.
Eğer Stamford Bridge’de 28 yıllık başarısızlıklarına bir son
verirlerse Spurs yedi maç kala Chelsea’ye 8 puan fark atmış olacak, gelecek sezon
Şampiyonlar Ligi’ne katılırken Chelsea’yi dışarda bırakmayı garantileme yolunda
büyük yol. Bu durum gerçekleşirse son üç sezonda Chelsea’nin Şampiyonlar Ligi’ne
katılamadığı ikinci sezon olabilir.
Abramovich bu durumu karşılayabilir ama esas soru bunu isteyip
istemediği. Chelsea’da gözle görülür bir masraftan kısma var ki Conte için
sinir bozucu bir durum, Mourinho için de öyleydi. Geçen dört yılda net harcamaları
kabaca Tottenham’ın iki katı ancak takım (ya da en azından kiralık
gönderilmeyenler) birkaç sezon yetersiz göründüler ve eskimiş görünmeye başlıyorlar.
Şampiyonlar Ligi’nin çekiciliği ve yatırım olmadan Chelsea’de
geçtiğimiz on yılı karakterize eden kaos artık onları boğabilir. Aniden ortaya
çıkmış gibi ancak Pazar gecesi itibariyle Tottenham, kısa ömürlü gibiymiş görülse
bile, Londra’daki tartışmasız en iyi takım olarak bulabilir.
Bu yazının orijinali Jonathan Wilson tarafından 29 Mart 2018
tarihinde TheGuardian.com
adresinde yayınlanmıştır.
Bu çeviri, kaynak gösterilse dahi izin alınmadan ArtemioFranchi.org adresi
dışında yayınlanamaz.