Takvimde en çok beklediğim yarış yine geldi. Pist üzerinde
yaşananlar nadiren heyecanlandırıyor, en ufak kazada güvenlik aracı yarışı
kilitliyor, pitstoplar dışında geçiş izlemek neredeyse imkansız, yarışın sonucu
sıralama turlarında belli oluyor, takvimdeki en yavaş viraja sahip, peki Monako
Grand Prix’ini neden bekliyorum? Öncelikle yarışın tarihine biraz değineceğim,
sorunun cevabını direkt okumak isteyenler aşağılara inebilir.
Monako Grand Prix’i adından belli olacağı şekilde Fransa’nın
güneyinde bulunan bağımsız bir şehir ülkesi olan Monako’da yapılıyor. Bu ufak
ülkenin kumarhaneleriyle, zenginleri ve lüks yaşamlarıyla ünlü olan Monte Carlo
bölgesinin sokaklarında 1929 yılından beri yapılan yarışın Formula 1 takvimine
girişi 1950 yılında olmuş. Peki F1’den önce ne varmış?
1929 yılında, Anthony Noghes isimli Monakolu bir devlet
yöneticisi Prens 2. Louis’in de destekleriyle ilk grand prixi düzenliyor.
Aslında 1928 yılında Monako’ya ait bir ralli için uluslararası motor sporları
federasyonuna başvuruda bulunuyorlar fakat yarışın çoğunluğu komşu ülke
topraklarında geçtiği için ulusal bir yarış olarak kabul edilmiyor. Bu yüzden
yarış kulübü de bölgesel bir Fransız kulübü statüsünden ülke çapında geçerliliği
olan bir kulüp statüsüne kavuşamıyor. Noghes bunun üzerine Prens 2. Louis’den
resmi bir izin alıyor ve Monakolu Grand Prix pilotu Louis Chiron’un desteği ile
Monte Carlo sokaklarında yapılacak bir yarış organize ediyor.
14 Nisan 1929 yılında yapılan ve yalnızca davet üzerine
katılınabilen bu yarışı William Grover-Williams, Bugatti Type 35B ile
kazanıyor. Bugatti, Mercedes gibi önemli takımlar katılırken Alfa Romeo ve
Maserati sürücüleri daveti kabul etmiyorlar. Chiron da aynı gün yapılacak olan
Indianapolis 500 sebebiyle yarışa katılamıyor. İlk yarıştan 1938 yılındaki son
yarışa kadar popülerliğini hızla arttıran Monako GP’si, 1939-1945 yılları
arasında 2. Dünya Savaşı yüzünden düzenlenemiyor. 1946 yılında FIA tarafından
oluşturulan Grand Prix kategorisine alınan yarış, 1949 yılında 2. Louis’in
vefatı sebebiyle düzenlenmiyor. 1950 yılında ise temelleri yeni atılan Formula
1’e katılan yarış Formula 2 regülasyonları ile düzenleniyor fakat 1951-1953 ve
1954 yıllarında yarış yapılmıyor.
1970lere kadar pistte, park edilen araçların yoldan
kaldırılması ve birkaç viraja koyulan saman balyaları dışında fazladan bir
güvenlik önlemi alınmıyor. Yani yarışlarla günlük yaşam arasında yolun yapısı
açısından hiçbir fark yok. 1969 yılında Jackie Stewart’ın çabalarıyla Formula 1
yarışlarında çeşitli güvenlik önlemleri alınıyor ve bugün de piste karakteristik
özelliğini veren ARMCO bariyerler ekleniyor. 1972 yılında bariyerler
tamamlanıyor ve böylece yoldan çıkan yarışçıların binalara, ağaçlara, vitrinlere
vs. çarpmaları engellenmiş oluyor. Günümüze kadar pistte bazı değişiklikler
yapılsa da, örneğin Rainier III Nauitical Stadyum inşaatı sebebiyle yolların
değişmesi, ana hatlarıyla aynı kalan Monako GP o yıllarda kaosu bol, heyecanlı
yarışlara ev sahipliği yapıyor. Bunda etkili olan faktör ise pilotların
becerilerinden çok modern araçların daha rahat kontrol edilebilmesi, lastik ve
fren teknolojisindeki gelişmeler vs.
Pistin yapısını en iyi tanımlayabilecek söz üç kez Formula 1
şampiyonluğu yaşamış olan Nelson Piquet’e ait: “Burada yarışmak oturma odanızda
bisiklet sürmeye çalışmaya benziyor. Burada bir galibiyet ise başka bir yerdeki
iki galibiyete eş değer.”. Pistin en meşhur yerleri Monte Carlo liman bölgesi,
takvimdeki en yavaş viraj olan Fairmont virajı ve casinonun altından geçen
tünel. Bu pist günümüzde takvime eklenmek istense muhtemelen ret yiyecekti
çünkü en ufak hata yarış dışı kalmak anlamına geliyor ve gerekli güvenlik
önlemleri de sıkışıklık nedeniyle alınamıyor. Her yarışta özel vinçler kaza ihtimali
yüksek alanlarda bekletiliyor. Bakü ve Singapur gibi cadde pistlerinin aksine yüksek
hızlara çıkılabilecek yer sayısı da gerçekten kısıtlı.
Monako’yu bugüne kadar en çok kazanan isimlere baktığımızda bizi
Ayrton Senna altı galibiyetle ilk sırada karşılıyor. Onu beşer galibiyetle Graham
Hill “Bay Monako” ve Michael Schumacher takip ediyor. Alain Prost’un burada 4
galibiyeti var. Ayrıca Prost ve Senna’nın 1983-1993 arasında burada galibiyeti
başka kimseye bırakmadıklarını belirtmekte fayda var. Stirling Moss, Jackie
Stewart ve 2013-2015 arası üç kez üst üste kazanan Nico Rosberg, Prost’u takip
eden isimler. Fernando Alonso, Lewis Hamilton ve Sebastian Vettel şu an gridde
olan ve iki galibiyeti bulunan sürücüler.
Takımları incelediğimizde McLaren’in 15 galibiyetle en yakın
rakibi Ferrari’ye 5 galibiyetlik bir fark attığını görüyoruz. Lotus ve Mercedes
7 galibiyetle onları takip ediyor fakat Mercedes’in 3 galibiyetinin Formula 1
öncesi döneme ait olduğunu belirtmekte yarar var. Geçen yıl Vettel galibiyet
alana kadar Mercedes’in 4 yarışlık bir dominasyonu vardı, ondan önce de 3 yıllık
bir Red Bull dominasyonuna tanıklık etmiştik.
Monako GP neden sürücüler
için önemli?
Monako Grand Prix’i, Indianapolis 500 ve Le Mans 24 ile
birlikte motor sporları dünyasının Triple Crown denen üç en önemli yarışını oluşturuyor.
Geleneksel olarak büyük öneme sahip bu yarışların üçünü de kazanmak bugüne
kadar yalnızca Graham Hill’in gerçekleştirebildiği bir başarı ve elbette imkanı
olan sürücüler bunu denemek ve başarmak istiyorlar. Fernando Alonso’nun geçen
yıl Monako GP’si yerine Indy 500’e katılmasının, bu sene yavaştan WEC
yarışlarına girmesinin arkasında yatan sebep de bu.
Monako GP’yi neden
seviyorum? Bu kadar sıkıcı bir yarışı bu kadar prestijli bir hale getiren
nedir?
İki soruyu birleştirdim çünkü cevapları aynı. Formula 1 başladığı
günden bu yana “lüks, şatafat, ihtişam” gibi kavramlarla tanımlanan bir spor ve
Monako da bu kavramların dünyadaki mabedi. Doğal olarak ikisi bir araya
geldiğinde ortaya çıkan atmosfer benim gibi lükse sahip olamasa da ona tanıklık
etmeyi seven bir insansanız sizi büyülüyor. Dünyanın en prestijli kumarhanelerinin
önünden geçerek milyarlarca dolar değerindeki yatları selamlayarak yarışan
canavar gibi araçlar bana büyük keyif veriyor. Monako’nun ihtişamı ve şatafatı,
görgüsüzlük açısından diğer zengin yerlerle karşılaştırıldığında son derece zarif
ve belirli bir kalitede oluyor. Misal olarak Piers Morgan’ın Monako
belgeselini izledikten sonra açıp bir de Mallorca-Marbella belgeselini
izlerseniz aradaki kalite farkını rahatlıkla fark ediyorsunuz. Belgesel ne
yazık ki altyazısız, sonlara doğru David Coulthard ile de kısa bir röportaj
var. Buradan da başka bir noktaya bağlamak istiyorum. Monako vergi kanunları
nedeniyle olsa bile birçok Formula 1 sürücüsüne ev sahipliği yapan bir ülke. Doğal
olarak “mahallede yarış kazanmak” sürücüler için önemli bir olay oluyor. Ayrton
Senna, David Coulthard, Max Verstappen, Jenson Button aklıma şu an gelen
isimlerden birkaç tanesi.
Monako’dan çıkan Formula 1 sürücüleri ise yalnızca 4 kişi.
Louis Chiron, Andre Testut, Olivier Beretta ve Charles Leclerc. 1994’te Olivier
Beretta’dan beri ilk kez Monako GP’de Monako’yu temsil edecek Leclerc, şu ana
kadar birden fazla yarıştan puan alabilen ilk Monakolu olarak tarihe geçti
bile.
Monako kraliyet ailesinin de üç jenerasyondur yarışlara büyük
destek vermesi ve ülke tanıtımında ön plana çıkarması da yarışa ayrı bir önem
katıyor.
Pistte hataya yer olmaması, yarışta geçişler açısından değil
ama ortalığı karıştıracak kazalar açısından sürekli diken üstünde izlemenize
yol açıyor. Geçmişteki araçlar kadar olmasa da ciddi bir pilotaj yeteneği ve
risk alma gerektiren bu pistte kim becerikli ve cesur anlamak daha da kolay
hale geliyor. Bu kadar kaotik bir ortama rağmen kırmızı bayrak Monako’da sık
rastladığımız bir şey değil. 1984’teki bir fırtına sebebiyle ilk kez kırmızı
bayrakla durdurulan yarış daha sonra 1990, 1995, 2000 yıllarında ilk turda kaza
sebebiyle, 2011’de 6 tur kala ve 2013’te 46. turda kırmızı bayrakla durdurulmuş.
Herkes Monako GP’yi
seviyor mu?
Hayır. Formula 1 seyircileri arasında “sıralama turlarından sonucu
belli yarışı niye izleyelim ki?” diyerek yarışı pas geçen ya da denk gelirse
izleyen kişilerin sayısı oldukça fazla. Haklılar diyebilir miyiz? Diyebiliriz. Cumartesi
günü sıralama turlarında ilk 3 sırayı alan sürücüler, 64 yarıştan 54ünü
kazanmışlar. 1985’ten bu yana yalnızca 1996’da 14. sıradan başlamasına
rağmen galibiyete uzanan Olivier
Panis bunu başarmış. Sürprize kapalı bir yarış olduğu kesin fakat drama
açısından hiç eksiklik hissedilmiyor.
Bazı örnekler:
2016 yılında galibiyete giden Daniel Ricciardo’yu pite çağıran
Red Bull’un lastikleri hazırlamadığı için yarışı Mercedes’e hediye etmesi. Ricciardo’nun
telsizden “söyleyeceğiniz hiçbir şey bunu düzeltmeyecek, o yüzden susun” sözü
her şeyi özetliyordu.
Michael Schumacher’in geri döndükten sonraki en iyi
performanslarından birini göstererek 2012’de pole pozisyonunu alması fakat daha önceki
cezası nedeniyle 5 sıra geriden başlamak zorunda kalması.
Harika bir pazarlama hamlesi olarak tarihe geçen ve komplo
teorilerini ateşleyen bir olay: Ocean’s Twelve filmi için iki Jaguar aracının
burnuna 300.000 $ değerinde elmasların yerleştirilmesi ve Christian Klien’ın
kazasından sonra elmaslardan birinin kaybolması ya da kaybolduğunun iddia
edilmesi.
Bir şekilde yine araç parçalayan Kimi Raikkonen’in yarış bitmeden doğrudan yatına gitmesi.
1982’de son turlarda Prost’un kazasıyla başlayan ve liderliğin üst üste el
değiştirdiği yarış.
Ayrton Senna’nın 1990 yılında pole pozisyonunu almasını
sağlayan efsane turu.
2004’te Jarno Trulli’nin pole pozisyonunu ve yarışı
kazanması.
2006’da Michael Schumacher’in sıralama turlarında birinciliği
aldıktan sonra kaza yüzünden(!) hız kesecek bir noktaya park
etmesi ve sonucunda ceza alıp son sıradan başlamak zorunda kalması.
2014’te Nico Rosberg’in pole pozisyonunu ele geçirdikten
sonra kaza yaparak(!)
sarı bayrakları sallatırması ve Lewis Hamilton’ın pole şansını engellemesi. Bunun
üzerine ortalığın komplo teorileriyle yanması.
Bonus içerik: Grosjean’ın bütün yarış haftasına yaydığı muhteşem
Monaco 2013 performansı.
2018 Monako GP
Bu yılki yarış da büyük ihtimalle sıralama turlarından belli
olacak, geçen yılki gibi pit yüzünden geçiş izleyebiliriz. Charles Leclerc’in
ne yapacağını merakla bekliyorum, genç bir pilot için zor bir pist ancak kendi
evinde yarışacak olmanın getirdiği motivasyona ve bu yarışı kıvırabilecek
yeteneğe sahip. Bize pisti anlattığı bir simülasyon turu videosu
mevcut ki fena gitmiyor. Fazla detaylı tahminlere girmek istemiyorum.
Yarışa dair bir umudum yağmur yağmasıydı o da tahminlerde gözükmüyor.
Antrenman turları diğer yarışların aksine Perşembe günleri
yapılıyor. 24 Mayıs 10:00 ve 14:00te antrenman seansları olacak. 26 Mayıs
Cumartesi günü 11:00’de 3. Antrenman seansı 14:00’te sıralama turları yapılacak.
Yarış ise 27 Mayıs Pazar günü 14:10’da start alacak. Paragraflarca yazdığımın
aksine yarış esnasında heyecanı bol, geçiş denemeleri izlediğimiz bir yarış
olmasını dilerim. Şimdiden iyi seyirler.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder