İki kez dünya ve üç kez Tour de France şampiyonu olan Greg LeMond
bisiklet sporu tarihinin en tepedeki isimlerinden bir tanesi. Tour’u kazanan
ilk Amerikalıydı ve Lance Armstrong’un diskalifiyesinden sonra da kayıtlarda Tour’u
kazanan tek Amerikalı olarak kaldı.
LeMond’un kariyer başarıları aynı zamanda 5 Tour, 1 Giro
etap galibiyetiyle 1982 Tour de L’Avenir ve 1983 Criterium du Dauphine Libere
zaferi içeriyor.
Bu galibiyetlerin ötesinde o mandalsız pedalları, aerodinamik
kaskları ve zamana karşı gidonlarını herkesten önce kullanmasıyla tanınan bir bisikletçiydi.
Bu yenilikçiliği ona “mucit” etiketini kazandırdı. Bisikletten sonraki
kariyerine de kadro tasarlayan şirketiyle ve şu an Deakin Üniversitesi’yle karbon-fiber
geliştirme ortaklığıyla devam ediyor.
LeMond ayrıca güçlü karakteri, dopinge karşı gösterdiği
tavır ve gerektiğinde kazan kaldırmasıyla da ün kazandı. Lance Armstrong’a
karşı durdu ve yıllarca bu yüzden hor görüldü hatta Trek şirketi kendisinin
bisiklet markasından vazgeçti. Armstrong ise sonunda kariyerinin büyük kısmında
doping yaptığını itiraf etti.
Bugün 56 yaşındaki LeMond, hayat derslerini CyclingTips ile paylaşıyor.
“Neler Öğrendim” serimizin son bölümünde LeMond geçmişinden, eski takım arkadaşları
Bernard Hinault ve Laurent Fignon ile tecrübelerinden, neredeyse ölümüne yol
açan 1987 av kazasından, anti-doping duruşundan, şefkatin öneminden ve direnmenin
değerinden bahsediyor.
Çocukken dikkat eksikliği
ve hiperaktivite bozukluğu (ADD) rahatsızlığım vardı. Çılgındım. Kız
kardeşim dünya klasında bir jimnastikçiydi. Adamım, benim aksime çok güçlü bir
odağı vardı, okulda da harikaydı. Ancak ben bisiklet sürmeye başladığımda
zihnim gerçekten açıldı. Egzersiz yapmak beni öylesine etkiledi ki bir anda
okuduğumu anlayıp dikkat gösterebilmeye başladım.
Geriye dönüp bakınca ADD’nin atletik başarımda pay sahibi
olduğunu düşünüyorum. Ona bir problem olarak bakmaktansa bazı iyi avantajları
olduğunu görüyorum. Aşırı odaklanabiliyorsunuz ve genellikle çok yaratıcı ve
hayal gücü yüksek bir zihniniz oluyor. Meraklı bir zihin. Ancak günümüz toplumunda
münasip olarak adlandırılan o küçük zarfa sığmıyorsunuz. ADD sahibi pek çok
insan geride bırakılıyor. Bisikletin hayatımın yönünü gerçekten pozitif bir
anlamda kesin olarak değiştirdiğini düşünüyorum.
Ailem bana ahlaki
değerler aşıladı. 12 yaşımdayken sahip olduğum her şey için çalışmak
zorundaydım. Sinek oltacılığını* keşfettim ve sineğe ihtiyacım vardı. Aslında onu
alacak param yoktu ama balık tutmak istiyordum. Bu yüzden Çin yapımı bir sineği
çalmaya çalıştım. Çantayı dürttüm ve oltanın elime saplanmasını sağladım. 12
yaşında, etrafa suçlu suçlu bakınan bir çocuk olarak orada duruyordum. Sonra
geri döndüğümde 1.80 boyundaki bir adamın arkamda durduğunu ve her şeyi
gördüğünü fark ettim. Konuyla ilgilenmesi için annemi aradı. Adamım, annenizi
yüz üstü bıraktığınızda… bu çaldığım son şey oldu. Ailem fevkalade bir iş başardı.
Benim hileye bakış açım şudur: Bitişe ulaşmak için 90
derecelik bir dönüş yapmanız gerekiyor ama dönüşü kaçırıp daha kısa bir yoldan
direkt bitiş çizgisine varabilirsiniz… Belki bunu yapabilirsiniz ama kendinizi
kandırmış olursunuz. Ne anlamı var ki?
Yanlış yöne gitmekten
bahsetmişken aklıma 1986 Coors Klasik yarışındaki Bruno Cornillet geldi. Peugeot
takımındaydı ve kaçıştaydı. Polis onu bitişe üç, dört, beş kilometre öncesinde
parkur dışına yönlendirdi ve sprinti ben kazandım.
UCI, Cornillet’e ilk sırayı vermiyordu. Bunda ısrar ettiler
ben de podyuma çıkmayı reddettim. “Birinciliği almıyorum. Mümkün değil.” Sonunda
yarış organizatörlerini ve UCI’ı galibiyeti Cornillet’e vermeleri için ikna
ettim. 5-6 yıl sonra takım arkadaşım oldu ve bana gelip teşekkür etti.
Ancak bu normaldi, onun kazanması gerekiyordu. Belki bazı
yarışçılar o galibiyeti alırdı, kariyerleri için başka bir başarı olurdu. Fakat
bu bana ne ifade edecekti? Umurumda değildi.
Yarışırken çok fazla yarış kaybediyorsunuz
bu yüzden eğer bir galibiyet alacaksanız doğru şekilde alın. Bu mentaliteye
bağlı kaldığım için memnunum.
Bir av kazasında
vurulmak bana bir şeyi özellikle öğretti: hayat çok kısa olabilir. O
zamanlar olanı biteni önemsiz gibi göstermek zorundaydık. Ölümden dakikalar
uzaklıktaydım. Kanımın yüzde 60-70ini kaybetmiştim ve sağ ciğerim çökmüştü. Beş
hafta içerisinde 68 kilodan 53 kiloya düştüm. Bütün kas kütlemi kaybetmiştim.
Sonra Temmuz ayında başka bir ameliyat oldum. Vurulduktan
sonra açık mide ameliyatı olmuştum, 22 santim boyundaydı ve attıkları dikiş
yüzünden bağırsaklarınızın yapışıp tıkanmalara yol açması normaldi.
Babamla birlikte San Francisco, Chinatown’daydık ve karnım
acımaya başladı. Gıda zehirlenmesi yaşadığımı düşündüm ve bağırsak tıkanması
olduğu ortaya çıktı. Hayatımda tecrübe ettiğim en acı verici şeylerden bir
tanesiydi. Üstelik başka bir operasyon daha geçirmem gerekiyordu.
Sonraki gün PDM ile anlaştım. Beni kabul eden tek takımdı.
Yıl bitmeden yarışacağımdan emin olmak istediler. Bir yarışa katıldım ve yarım
kilometre bile gidemedim, beni bıraktılar. Mental olarak buradan devam etmek
inanılmaz zor oldu.
Geriye baktığımda bisikleti bırakmadığıma şaşırıyorum. Ve muhtemelen
geri dönmem için ne kadar zaman gerekeceğini bilseydim muhtemelen bırakırdım.
Doğrusu, 1989 Tour’unu kazanmadan hemen önce bırakmaya çok yakındım.
İnsanlar benim en
yenilikçi bisikletçi olduğumu söylediklerinde gülümsüyorum. Bu itibardır.
Ancak gerçek şu ki meraklıydım ve başkalarının görmediği yerde fırsatı gördüm.
Gerçekten benim güçlü yönlerimden birisi olduğunu düşünüyorum.
Her zaman neden
bir şeyi belli bir yöntemle yapmanız gerektiğini düşünürüm. Daha iyi bir yolu
var mı? Ve neden bu yolla yapmazsınız?
Paranın dopingde
büyük rol oynadığını biliyorum. 2000lerdeki bisikletçileri yargılamayacağım.
Yani bazı elebaşları var – bazı elebaşlarının olduğunu ve kurbanlar olduğunu
söyleyebilirim.
Demek istiyorum ki herkesin bir şeyler yapma seçeneği vardır
ama bu kadar yaygınken ve hüküm sürüyorken “hayır ben bunu yapmayacağım”
diyecek bir grup insan bulmak nadirdir çünkü bisiklet sevdikleri şeydir. Bir de
üstüne dopingin onlara zarar vermeyeceği söylenmiştir.
Vurulduktan sonra PDM takımıylaydım. PDM ilk doping yapan
takımlardan birisi olarak tanındı ancak onlarla birlikteyken bunun farkına
varmadım. O yıl sakatlandığım için şükrediyorum çünkü kendimi onların doping
konusunda baştan çıkarıcı yöntemlerine karşı koyamayacak bir atlet olarak
düşünüyorum.
Bir keresinde eşimle birlikte Eindhoven’da takımlaydık,
büyük bir masada oturuyorduk. “Biliyorsun, gerçekten çok ciddi bir kaza atlattın.
Sana yardım etmek istediğimizi de biliyorsun. Bu çerçeve içerisinde sana
medikal rehabilitasyon sağlamak istiyoruz” dediler. Ancak onların esas bahsettiği
rehabilitasyon değildi, medikaldi.
Onların yapmaya çalıştıkları şey buydu. Bisikletçileri
doping için ayartmaya çalışırlardı. Doktorlar “Elbette testosteron seviyen üç
haftalık etap yarışının ardından düşük. Elbette bu yüzden toparlanman gerekiyor…”
derlerdi.
Profesyonelliğe geçtiğim zaman konusunda çok şanslıyım çünkü
92, 93, 94 yıllarında profesyonel olmaktan nefret ederdim. İnsanlar bisiklete
dopinge başlamak için girmezler fakat kültür buysa ve yarışmanın tek yolu buysa…
19, 20 yaşındaysanız, hayatınız bu ise, bisikletçilerin bunu neden yaptığını
anlayabiliyorum.
İşte bu yüzden temiz
spor konusunda tutkuluyum çünkü bisikletçilerin bu seçimle yüzleşmesini istemiyorum.
Diyelim ki 93’te profesyonel oldum, tamamen aynı kişi olarak, ama her şeye
teslim olmak zorunda kalarak… beni sonsuza kadar değiştirirdi.
Bazen o zamanlar konusunda gerçekten hayal kırıklığı yaşıyorum
çünkü 91’de 1990’dan daha iyi sürdüğümü düşünüyorum. Ve gerçekten yarışın… EPO
ortalıkla olmasaydı – Tour’un farklı bir şekilde ilerleyebileceğini hissetmiştim.
Kimseyi suçlamaya çalışmıyorum, yarışı kimin kazandığıyla ilgili değil – ancak bütün
pelotonun hızı yükselmişti ve bu beni bitirdi.
Eğer dopinge teslim olsaydım kariyerimle bu kadar gurur
duyacağımı düşünmüyorum. Dopingi “herkes yapıyor” diyerek meşrulaştırabilirsiniz
ancak bu sizi yine de etkiler. Farklı bisikletçilerle konuştum ve keşke o zaman
periyodunda olmasaydık dediler çünkü baskı vardı. Şimdi daha iyi bir zamanda
olduğumuzu düşünüyorum.
Vurulmak beni daha
şefkatli biri yaptı. Demek istediğim her zaman şefkatli bir insandım ancak
kazadan sonra işler değişti, farklı bir insan haline geldim. Nasıl? Yani
kazadan önce, 86’da iyi durumdaydım. Kimsenin benden vazgeçmeyeceğini biliyordum.
O Tour’da acı çekmedim.
Ve sonra, geri geldikten sonra her zaman patlamayı bekliyordum.
Her zaman, ne zaman patlayacağımı düşünüyordum. O andan itibaren ne zaman sakatlık
geçirmiş, diğer ayrıcalıklı insanların sahip olduğu fırsatlara sahip olmayan
insanları görsem yaşadıkları acıyı hayal edebildim. İşlerin her zaman
dolambaçsız olmadığını hayal edebildim. Bu şanstır. Ben şanslıydım. Hayatta kaldım,
bana bir şans verildi. Birçok insan bu şansa sahip değil.
1986 Tour’u sırasında
benimle Bernard Hinault arasındaki gerginlikler hakkında çok şey yazıldı. Ancak
bizim ilişkimiz genel olarak çok iyiydi. O, o zamanın Eddy Merckx’iydi. Ben 18 yaşımdayken, Cyrille Guimard’ın Renault
takımıyla profesyonel olmamışken uçakla benim evime gelmişti. Birlikte koşulara
çıkıyorduk. Bana bir kardeş gibi davrandı. Benim için işleri kolaylaştırabilmek
için fazladan çaba sarf etti ama bunu aynı zamanda diğer bisikletçiler için de
yaptı.
Hinault takım arkadaşlarına çok iyi davrandı. Elbette ödül
parasını paylaşması gerekiyordu bu sporun parçasıydı – ama onun bisikletçilerle
paylaşması gerekmeyen parayı da paylaştığını hatırlıyorum. Herkese saygılı
davranırdı.
Ego yoktu. Demek istediğim o bir liderdi ancak “sen benim maaşlı
domestiğimsin, bu takımda sözün yok” şeklinde değil “tamam, yarın atak
yapıyoruz” şeklindeydi. Bunun aynı zamanda Renault takımının ruhu olduğunu da
düşünüyorum. Bizim yarış şeklimiz şuydu, eğer ben onun için bir kez çalıştıysam
o da benim için çalışırdı. O başka bisikletçiler için de çalışırdı. Böylece başarıyı
paylaşmış olurduk.
Çok yakın olduğumuz için 1985 ve 1986’da aramızda o kadar
yoğun bir duygusal çatışma oldu. İlk yılda ona beşinci Tour’unu kazanması için
yardımcı oldum. Sonrasında o da bana 1986’da yardım edeceğini söyledi ama işler
gerçekte öyle olmadı.
Guimard hala bizleri
yönetiyor olsaydı işlerin farklı olacağını düşünüyorum. O, Hinault’a “sen
beşinci galibiyetini Greg sayesinde aldın bu yüzden ödeşme zamanı” derdi. Bu yüzden
benim için zor oldu. Hala daha benim için çalıştığını söylediğinde gülümsüyorum.
Ortak takım arkadaşımız Jean-Francois Bernard’ın yazdıklarını yakın zamanda
okudum, “ah evet, Hinault ona her gün kazık atmaya çalışırdı” yazmış.
İşler öyle bir noktaya geldi ki Coors Klasiği’inde
birbirimizle konuşmuyorduk. Olanlar konusunda sinirliydim ancak bu sadece o an
için geçerliydi. Şimdi ise hiç yaşanmamış olmasını diliyorum.
Bazen daha acımasız olup bu tip şeylere önem vermemek
isterdim. Ancak ABD’deki CEOların yüzde 25i sosyopattır. Bir sürü çok başarılı
insan sosyopattır. Ben değilim. Duygularınız olmadığında, insanlarla empati kurmadığınızda
işler kolaydır. Ancak ben bu şekilde çalışmam. Bu yüzden bunu değiştirmem.
Guimard bana kendime
gerçekten daha fazla güvenmem gerektiğini öğretti. Bitiş çizgisini geçmeden
hiçbir şeyin bitmediği, söylediği en önemli şeylerden bir tanesiydi.
Üstüne bastığı konulardan bir tanesi yarışı öylece bırakamayacağınızdı
çünkü bu sefer çok kolay hale gelir. Hayatım boyunca en güçlü yanımın direnmek
olduğunu düşünüyorum. Örnek vermek gerekirse: Şu anki pelotondaki ya da benim
yarıştığım pelotondaki bisikletçilerin büyük kısmının benim gibi vurulsalar
kariyerlerine devam edebileceklerini düşünmüyorum. İki yıl boyunca alay konusu oldum, eleştirildim,
bana gülündü. Birçok insan bırakırdı.
Benim gücüm bu oldu, yolda kalmak. Ve bu benim hayatım
boyunca devam etti… Son 10-15 yıldır bazı zor, stresli zamanlardan geçtim. Bir
şeyin arkasından beklenmedik başka bir şey çıktı ve bu birçok insanı zayıf
düşürürdü.
Şimdi neden bisiklette iyi olduğumu görüyorum. Eğer bir
hedef, bir görev belirlersem ona bağlı kalırım. Tek istisna, eğer mantıksal
açıdan devam etmek anlamsızsa olur.
Bunu göz önüne
alırsak eğer kariyerimin sonlarında neler olduğunu bilseydim, birçok bisikletçinin
EPO kullandığını, hiçbir şansım olmadığını, onlara karşı yarışarak sadece vücudumu
harap ettiğimi, muhtemelen 1992’de yarışmayı bırakırdım. Ancak neler olduğunun
farkında değildik. Performans kazanımlarının ne olduğunu kimse bilmiyordu.
O zamanlar da bu direnme mentalitesine sahiptim, av
kazasından geri dönerken olduğu gibi. Bu yüzden kendimi bitap düşürmeye iki üç
yıl daha devam ettim.
Bunun sonucu olarak gerçekten ama gerçekten yıprandım. Kas
miyopatisi teşhisi konuldu, biyopsi yaptılar yani sonuç tutarlıydı. Fakat
mitokondriniz toksinler tarafından etkilenir. Vurulmamın sonucu olarak vücudumda
kurşun vardı ve sanırım EPO kullanan insanlarla rekabet etmeye çalışırken o
kadar zorlanmıştım ki bünyem ve mitokondrilerim etkilendi. Fazla bisiklet
sürdüğünüzde vücudunuz mitokondrilerinizden kalsiyum çeker fakat benim vücudum
kurşun çekiyordu ve bunun etkisi büyük oldu.
O dönemde tanıştığım,
aşırı yorgunluk belirtileri gösteren diğer tek bisikletçi Laurent Fignon’du.
2008 ya da 2009’da konuştuk ve bir noktada kollarını kaldıramayacak kadar
yorgun düştüğünü söyledi. Ben de “Vay be, ben de Roger Legeay’a kollarımı
kaldıramayacak kadar yorgun olduğumu söylerdim” dedim. Laurent de hiçbir zaman grand plateau’ya (büyük halka) giremediğini söyledi. Eğer büyük halkanıza
giremiyorsanız, silinirsiniz.
Fignon ile aramdaki fark hatta Andy Hampsten gibi bazı bisikletçiler
ve diğer bisikletçiler arasındaki fark şuydu: Eğer genel klasmanda yarışmayan
tipik bisikletçilerden biriyseniz sınırlarınızı zorlayana kadar sürer sonra da
sınırlarınızın altında sürersiniz çünkü yarışı bitirmeniz gerekir.
Bizim için ise, 10 yıllık yarışmanın ardından pelotondaki
yerinizi bilirsiniz. Biliyordum ki eğer antrenmanda iyi sürüyorsam Bugno,
Chiapucci ile birlikte önde olmalıydım. Ancak değildim. Patlayana kadar devam
ediyordum. Ve bu Laurent’in de yaptığını söylediği şey. Patlayana kadar iki yıl
devam etti. İki yıl boyunca bunu yapmak sizi kronik olarak aşırı çalışmış bir
hale sokar.
Ben ve Laurent
arkadaştık. 89’da büyük bir savaşa girdik. Yarışarak sonuna kadar savaştık.
Ancak dürüst olmak gerekirse onun yarışı kaybetmesine üzüldüm çünkü o da benim
zirveye geri dönerken yaptığım gibi çabalamıştı. Daha sonra 97’de buluştuk.
Sonra 2008’de tekrar buluştuk, bisiklet sürdük, yemek yedik, sonra 2009’da yine.
İyi anlaştık. Biz birlikteyken insanların bana “Greg, Greg, ’89,
ne büyük işti” sonra Fignon’a “ah, nasıl
kaybedebildin?” demeleri onun için acı verici tek şey olduğunu düşünüyorum.
Ve ben orada onun yanında durup buna şahitlik ediyordum. Hayal
edin, iki zaferi ile değil o tek mağlubiyeti ile hatırlanıyor.
Laurent, 1989 Tour’undan sonra bir daha asla Champs Elysees’ye
dönmedi. Hayal edin. Bunun için neredeyse Tour’u geri verebilirdim. Yarışmak
benim için o kadar önemli değildi.
Bu yazının orijinali
1 Haziran 2018 tarihinde CyclingTips.com
adresinde Shane Stokes tarafından yayınlanmıştır. Yazı içerisindeki fotoğraflar Shane Stokes ve
Cor Vos tarafından çekilmiştir.
Bu çeviri
ArtemioFranchi.org dışında kaynak gösterilse dahi izin alınmadan kullanılamaz.