13.08.2018

Tokyo 2020 kadınlar yol yarışı parkurunda neden en iyi kısımlar yok?




Geçtiğimiz hafta UCI, 2020 Tokyo Olimpiyatları için erkekler yol yarışı parkurundan belirgin şekilde daha farklı olan kadınlar yol yarışı parkurunu duyurdu. Erkeklerin yarışı ikonik Fuji Dağı’nın eteğindeki alçak tepeleri ve Mikuni Geçidi’nin dik rampalarını geçecekken kadınlar yarışı -yine zorlayıcı olsa da- bu kritik tırmanışları pas geçiyor.


Sosyal medya konu hakkındaki tartışmalarla alevlendi. Marianne Vos ve Annemiek van Vleuten gibi önemli isimler açıklanan parkurun sporda eşitlik hedefiyle pek de aynı doğrultuda olmadığına dikkat çektiler.

Marianne Vos: “Yarışı yarışçılar belirler ancak kadınlar ve erkekler parkurlarındaki farklılıklar IOC’nin hedeflediği eşitliğin sinyalini vermiyor.”

Bu durum geçtiğimiz yılki Dünya Yol Şampiyonası’nda parkurdaki heyecanlı (ve muhtemelen belirleyici) kısımların kadınlar yarışına eklenmemesine benziyor. Bu yılki yarışta da aynısı olacak.

UCI’a Tokyo 2020 yol yarış parkurları arasındaki bu belirgin farklılığın sebeplerini sorduk. UCI bu parkurları Olimpiyat ve Paralimpik Oyunları Organizasyon Komitesi ile birlikte oluşturmuştu.

UCI’a göre kadınlar yol yarışı parkurunun dizaynını etkileyen anahtar unsurlardan bir tanesi Tokyo 2020 Organizasyon Komitesi’nin hem kadınlar hem erkekler yarışının Tokyo metropol bölgesinden başlayıp Fuji Dağı’nın yanındaki Fuji Otobanı’nda bitmesini zorunlu koşması. UCI Olimpiyat parkur limitinin kadınlar için 160 ve erkekler için 280 km olması benzer parkurlar tasarlamayı zorlaştırdı.

“Kilometreleri hesaba katarak kadınlar yarışının finalini Fuji bölgesinde olacak şekilde tasarlamaya çalışırken yarışın başlangıç ve bitiş noktaları arasındaki mesafe bizim sınırlanmamız anlamına geliyor” UCI sözcüsü Louis Chenaille bunları söyledi.

Parkurlar – kadınlar için 137 kmlik parkurda 2692 metre tırmanış var, erkeklerde ise 234 km parkurda 4865 metre – ilk 80 km boyunca aynı rotayı izleyecekler ve iki yarış da Fuji Otobanı’nda bitecek.

Chenaille sözlerine “Kadınlar yarışı için Fuji Otobanı’nı 1.5 tur olacak şekilde kullanmak Tokyo ve Otoban arasındaki gerçekten eşsiz rotaya bir övgü ve yol kenarıyla ile bitişte izleyen seyirciler için özel bir atmosfer oluşturacak. Bu arada TV izleyicileri de etkinliği en yüksek kalitede izleme şansı bulacaklar” diyerek devam etti.

Tokyo 2020 Yol Bisikleti Kadınlar Parkuru


Erkekler parkuru ise kadınlar parkurundan otobandan ayrılan iki dikkat çekici dönüşle farklılaşıyor ve bitişe olan yakınlıkları da göz önüne alındığında, belirleyici tırmanışlarla yarışa hareketlilik getirmeleri muhtemel. İlk birkaç ekstra tırmanış Fuji Dağı’nın alçak eteklerinde yer alıyor ve diğer tırmanış ise ortalama eğimin %10.6 olduğu, yer yer %20leri gördüğü 6.5 kmlik Mikuni Geçidi tırmanışı.

Chenaille “Erkekler yarışında 100 km’ye yakın fazla mesafe olması bölge içinde fazladan tırmanışlar ekleme ve yarış sınırları içinde kalarak Fuji Otobanı’na dönme fırsatı doğurdu” dedi.


137 km’lik kadınlar parkuru izin verilen en uzun parkur sınırının gayet altında kalıyor ama erkeklerde de aynı durum mevcut – hatta erkekler parkuru normal minimum mesafesinden biraz daha kısa.

En güçlü yarışçılara yeteneklerini sergileyebilecekleri ve aynı zamanda yarışa başlayan en fazla sayıda sporcunun Fuji Otobanı’nda bitiş görebileceği parkurlar yaratmak istedik.” diyen Chenaille sözlerine devam etti “Hem erkekler hem kadınlar parkurunun irtifa yükseltisinin ekstrem ucunda olduğunu göz önüne alarak yarışçıların normal yarış takvimlerinde karşılaştıkları sınırları zorlamamaya karar verildi.”

“Hava koşulları da -muhtemelen sıcak ve nemli olacak- parkur mesafeleri belirlenirken değerlendirmeye alındı.”

İki parkur da 2016 Rio Olimpiyatları’nın zorlu parkurlarıyla kıyaslandığında fazladan 1000 metre tırmanışa sahip.


Erkekler ve kadınlar pelotonlarının farklılıkları cinsiyetin ötesine gidiyor. Başlangıç olarak Olimpiyatlar’daki kadınlar pelotonun 67 yarışçı olacakken erkeklerde bu sayı 140. Ayrıca kadınlar pelotonunda finansal zorluklar sebebiyle tam zamanlı bisikletçi olan yarışçı sayısı daha az. Buna ek olarak kadınlar yarış boyunca daha agresif yarışıyorlar ve yarışçıların düzenli olarak karşılaştıkları parkurlar erkeklere kıyasla daha kısa oluyor.

Kadınların takviminde erkeklere kıyasla daha az tırmanış ağırlıklı yarış var. Belirtmeye değer bir nokta: UCI’ın kadınlar yol yarışı için belirlediği maksimum limit daha çok yakın zamanda, 2016’da 140 km’den 160 km’ye yükseltildi.

Chenaille “2018 kadınlar uluslararası yarış takvimiyle kıyasladığımız zaman, Innsbruck’teki UCI Dünya Yol Şampiyonası da dahil Tokyo 2020 parkuru herhangi bir yarış ya da etaptan daha zorlayıcı. Regülasyonlar evrimleşmeye devam ediyor ve UCI bütün paydaşlardan gelen geri bildirimleri dinleyerek gelecek planlarında dikkate alıyor” dedi.

Eğer Tokyo 2020 kadınlar yol yarışına verilen kamuoyu tepkisini kriter olarak alırsak UCI’ın gelecek ay ve yıllarda geri bildirim eksikliği yaşamayacağı açık.

Bu yazının orijinali 13 Ağustos 2018 tarihinde Simone Giuliani tarafından CyclingTips.com adresinde yayınlanmıştır.

Bu çeviri ArtemioFranchi.org dışında kaynak gösterilse dahi izin alınmadan yayınlanamaz.


12.08.2018

"Motor Sporları Spor Değil Bir İştir"



17 yaşındaki İngiliz motor sporcusu Jordan Cane’in babası Facebook’ta yayınladığı bir mesajla oğlunun sporu bırakma kararına; Formula 1 alt serilerinde sürücülerin yaşadıklarına, fedakarlıklarına ve sporun mali boyutuna ışık tuttu.


Jordan’ın babasından! Öncelikle Jordan’a gönderdiğiniz destek mesajları için hepinize büyük bir teşekkürler, verdiği karar üzücü olsa da tamamen saygı ve gurur duyuyorum. Verdiği karara anlam vermekte güçlük geçen bazılarınız için bir perspektif oluşturmaya çalışacağım ve başlamadan önce Jordan’ın birkaç yıl daha yarışmaya devam edecek bütçeye sahip olduğunu açıklamak istiyorum.

Motor sporları spor değil bir iştir, bu yüzden konuya ciddi olarak yarışmaya devam etmek isteyen her sürücünün karşılaştığı bir iş teklifi olarak yaklaşalım ancak bu seferlik Jordan’ın durumu hakkında konuşacağım.

Jordan Cane için yapılan yarışçılık teklifi: 14 yaşından itibaren evde eğitim göreceksin çünkü okulun senin sınavlar için orada olamadığında desteklemeyecek. Birçok arkadaşını geride bırakacaksın çünkü onları bir daha asla göremeyeceksin. Özel hayatın olmayacak ve yıllar boyunca yaz tatillerini özleyeceksin. Yılda 6-8 hafta sonunda yarışacak olsan da yılın 52 haftasını da antrenmana adamak zorundasın. Haftada 5 gün simülatörde, 5 gün spor salonunda çalışmalı ve 7/24 yiyip içtiğin her şeyi kontrol etmelisin. Sonsuza kadar insanlara ne kadar iyi olursan ol, iyi bir araç olmadan ve her şey yolunda gitmeden kazanamayacağını, aldığın sonucun aslında elinden gelenin en iyisi olduğunu açıklayacaksın ama onlar asla tamamen kavrayamayacaklar çünkü galibiyet almazsan iyi olduğuna dair bir kabul görmeyeceksin. Yaptığın işi seveceksin ancak yarış hafta sonlarını etkileyecek kontrolün dışında birçok şey olduğundan eve sık sık hayal kırıklığıyla döneceksin. Bazı harika arkadaşlıklar edinip güzel insanlarla tanışacaksın ama bunların on katı kadar da sadece paranı almaya çalışıp söz vermelerine rağmen sana bir şey vermeyecek insanlar olacak. Kendine olan inancına rağmen merdiveni tırmandıkça şunu anlayacaksın ki yeteneğinin konuyla alakası yok, kazanmak için en iyi şansın herkesten fazla para ödemek.

Sakatlanacaksın, muhtemelen hafif sakatlıklar olacak ancak ciddi bir sakatlık ve hatta hayatını kaybetme riskin de fazlasıyla olacak. Çoğu durumda da bu senin suçun olmayacak.

Bunu hala okuduğuna seviniyorum çünkü bu yarışçı olmak için gerekenlere sahip olduğun anlamına geliyor ancak henüz bitirmedim. Bu mükemmel deneyimi yaşayabilmek için çok ama çok fazla para ödemen gerekiyor.

Seçeneklerin şunlar olacak:
Sezon ve testler için gerçekçi bütçeler:

Formula Ford: 50 bin pound - Birleşik Krallık. 150 bin pound – ABD.
(En fazla eğleneceğin nokta burası, bundan sonrası git gide sinir bozacak)

USF2000: 300 bin pound
F4: 250-350 bin pound
BRDC F3: 250 bin pound. 500 bin pound + Carlin ile testler.
Eurocup: 300 bin pound eşekle (sıradan araç) 500 bin pound rekabetçi bir araçla.
GP3: 650 bin pound
Pro Mazda: 500 bin pound
FIA F3: 1.2 milyon pound
INDY Lights: 900 bin pound
F2: 5-6 milyon pound (ama birçokları daha fazla harcıyor)
Indycar: 7 milyon pound
F1: 60 milyon pound, arka sıra aracı için ve belki de takıma ortak olmanız gerekebilir!


Tamam demek ki paran var belki de sponsor bulabiliyorsun (sponsorluk da arkadaşınız ya da aile dostunuz değilse olmaz)
Belki burs alabilirsin (ah bekle, dünyada yarışçılarına destek sağlamayan tek ülkeyiz)

Tamam demek hala ilgileniyorsun, şimdi de muhtemel ödülleri ve bundan elde edeceğin kariyeri açıklamama izin ver:

Eğer 70 milyon poundunu harcadın ve Formula 1’e ulaştıysan hatırla ki bu sadece bir sezon için geçerli ve tekrar ödemen gerekecek, belki şansın yaver gider ve büyük takımlardan birini etkileyerek maaşlı sürücü olabilirsin, gerçi iyi şanslar muhtemelen Williams sürüyor olacaksın.

Ama endişelenme, eğer bu kadar uzağa gidemiyorsan ve sadece 2-5 milyon pound harcadıysan o zaman Sports Car serilerine geçebilirsin. İyi sürücüler maaş alır ama gerçekçi olarak şu noktada tek maaş alma şansın bir gentlemen driver (pay driverın bu serilerdeki ismi, takıma para ödeyen) ile ortaklaşa sürmek olur. Onlar tur başına 2-6 saniye daha hızlı olacaklar, asla yarış kazanamayacaksın ama en azından yarış kariyerin olacak! 100 binin üzerinde maaş alabilirsin ama gerçekçi olursak daha az olacak ve çok da uzun sürmeyecek.

Özet olarak, normal yaşamından korkutucu derecede vazgeçeceksin, ciddi sakatlık ya da daha kötüsünü yaşama riskini alacaksın, arkadaşlarının canlarının yanmasıyla kesinlikle başa çıkman gerekecek. O kadar çok saçmalıkla uğraşacaksın ki gerçek dışı gelecek, milyon poundlar harcayabilirsin ama dönüş olarak muhtemelen hiçbir şey kazanmayacaksın ama kazanacak olursan da yatırımının karşılığı harcadığının %5inden az olacak!

Hala bir akıl hastanesine kayıt yaptırmadıysan devam et ve lütfen imzala!

İşte bu olayın iç yüzü ancak böyle gerçekleşmiyor, alt seviyelerde başlıyorsun ve giderek adım adım içine çekiliyorsun.

Ama gerçekten hiçbir pişmanlığımız yok. İşler iyi giderken fantastikti ve Jordan’ın çok sakin ve olgun bir insana dönüşmesine yardımcı oldu, onu odakladı. Sokaklardan ve birçok gencin uğraşmak zorunda kaldığı baştan çıkarıcı şeylerden uzakta tuttu.

O her şeyini verdi ve durumla başa çıkma şekliyle ve dönüştüğü kişiyle çok gurur duyuyorum.
Eğer bir anlığına bile hayalinin gerçekçi bir gerçekleşme şansı olsaydı hala yarışıyor olurdu. Sadece, hayattan daha fazlasını istediğine karar verdi ve onu yarışta başarıya götüren tutkusu şimdi onu farklı fırsatları değerlendirmeye itti.

Başardıklarıyla gurur duyabilir:

2015 yılında, 14 yaşındayken dünyadaki en genç, profesyonel, açık tekerlek yarış serileri sürücüsüydü. USF1600 serisinin tüm zamanlar galibiyet rekorunu kırdı ve açık tekerlek yarış serilerinde kazanan en genç İngiliz sürücü oldu. 2016’da Mazda Road to Indy serisinde en genç podyuma çıkan isim oldu. 2017’de F3’te yarışan ve galibiyet alan en genç sürücü oldu.

Eğer buraya kadar okuduysanız demek ki motor sporlarının ya da Jordan’ın gerçek bir hayranısınız ve size bir kez daha teşekkür ederiz.

Bu yazının orijinali 4 Temmuz 2018’de Facebook’ta Jordan Cane Racing sayfasında paylaşılmıştır.

Bu çeviri Artemiofranchi.org dışında kaynak gösterilse dahi izin alınmadan yayınlanamaz.

8.08.2018

Force India’nın yeni sahipleri kimler?



Force India’nın satın alınmasında Lawrence Stroll’ün etkisi manşetlere çıktı ancak anlaşmaya imza atan konsorsiyumda başka büyük isimler de var.

Lawrence Stroll’ün Force India F1 takımını satın almaya çalıştığı bir süredir biliniyordu. Padoktaki itibarı ve bağlantıları göz önüne alındığında Silverstone merkezli takım için kazanan teklifi yapması sürpriz olmadı.

Ne var ki Kanadalı milyarder bu anlaşmadaki tek kişi değil. Yakın arkadaş ve iş arkadaşlarının da içinde bulunduğu bir konsorsiyuma liderlik ediyor. CVlerini bir araya getirdiğimizde kesinlikle etkileyici görünüyor ve bu durum kayyum yöneticisi George Rowley’i teklifin ciddiyeti konusunda ikna etmiş olmalı.
Stroll’ün yalnızca bu gücün arkasındaki sürücü değil aynı zamanda ana yatırımcı olduğuna inanılıyor, diğer isimler daha az miktarlarda yatırım yaptılar.

Yine de onların varlığı dikkatlerin Stroll’den uzaklaşmasında faydalı oluyor çünkü kaçınılmaz olarak bu yatırımın basit bir iş yatırımı mı yoksa sadece oğlu Lance Stroll’ün kariyerini ilerletmek için yapılıp yapılmadığı tartışılıyor.

Öyleyse şimdi takımda hisse sahibi olanlar kimler?



Andre Desmarais (Kanada): Desmarais ailesi, Canadian Business sitesinin listesine göre ülkedeki 7. en zengin aile, bu listeye göre Stroll ailesi 55. sırada.

Aile şirketi Power Corporation, rahmetli Paul Desmarais tarafından kurulmuştu. Küçük oğlu Andre şirketin başkan vekili, genel müdürü ve eş-CEOsu. Şirket genel olarak finansal hizmetlerle uğraşıyor ama bunun yanında iletişim ve enerji sektörlerinde de iş yapıyorlar. Adidas, Total ve Pernod Ricard gibi şirketler bünyelerinde küçük holdingleri de mevcut.

Şirket güçlü politik bağlantılarıyla da tanınıyor. Andre’nin eşi France, 1993-2003 arasında Kanada Başbakanı olan Jean Chreiten’in kızı, Chreiten daha öncesinde de Power’ın yönetim kurulundaydı.

Jonathan Dudman (Büyük Britanya): Dudman, Monaco Sports and Management’ın başkanı. Şirket kendisini “Yüksek net değere sahip müşteriler ve ailelerine hizmet veren yönetim danışmanlık şirketi” olarak tanımlıyor. MSM şirketi IMG’nin parçası olarak Monako’da başladı ve şu anki kimliğine 2010 yılında kavuştu.

Dudman birçok ünlüyle ve sporcuyla çalışıyor, özellikle finansal ve hukuki menfaatleriyle ilgileniyor. Stroll de uzun zamandır müşterilerinden bir tanesi. Motor sporlarıyla bağlantılarının yanısıra Dudman eskiden Jody Scheckter’ın Laverstoke Çiftliği işletmesinin yöneticisiydi.



John Idol (ABD): Idol, 1984 yılında Polo Ralph Lauren’e katıldı, grubun başkanı ve bölgesel COOsu (Uygulayıcı Genel Müdür) oldu. 1997’de Donna Karan’ın CEOsu seçilerek görevi şirketin kurucusundan devraldı. 2001’de VMH Moet Hennessy Louis Vuitton ile birleşme sonrasında görevinden ayrıldı.

Daha sonra 2003’te moda markası Michael Kors’un ortağı ve CEOsu oldu. O günden beri şirketi büyütürken Stroll ile yakından çalıştı. Yüksek profilli hamleleri arasında ayakkabı markası Jimmy Choo’nun satın alınması vardı. 2016-17 sezonunda Michael Kors, McLaren’in sponsoruydu.

John McCaw Jr (ABD): McCaw zenginliklerini telekomünikasyon ile sağlamış dört kardeşten üçüncüsü. Babaları John tarafından inşa edilen McCaw Cellular kurumunu 1994 yılında AT&T’ye 12.6 milyar dolara sattılar. En büyük kardeş Bruce’un güçlü motor sporları bağlantıları bulunuyor – 1993’ten 2002’ye kadar PacWest Champ Car takımının sahibiydi. Mauricio Gugelmin, Mark Blundell ve Scott Dixon gibi isimleri bünyesinde çalıştırmıştı.

John Jr diğer sporlara odaklandı ve eskiden NHL takımlarından Vancouver Canucks’ın, NBA’den Vancouver Grizzlies’in ve MLB’den Seattle Mariners’ın sahiplerinden birisiydi. Ne var ki Bruce ve Craig kardeşler gibi onun da klasik arabalara büyük ilgisi var ve Ferrari 250GTO’yu da içeren inanılmaz bir koleksiyonu var.

Michael de Picciotto (İsviçre): Picciotto, amcası Edgar tarafından kurulan Genova merkezli Union Bancaire Privee’nin kıdemli genel müdürüydü. 2016’da Hamburg merkezli Engel & Völkers’in denetsel yönetim kurulunda başkan yardımcısı olmak için şirketten ayrıldı. Şirket dünya çapında en üst düzey emlak işleriyle, yat ve uçaklarla da ilgileniyor.

Şirket, Picciotto’nun “yaratıcı ve tecrübeli bir bankacı olarak yerleşmiş bir itibarı olduğunu, modern finans dünyasının beklenmedik durumları ve mücadelelerine aşina bir isim” olduğunu belirtiyor.



Silas Chou (Hong Kong): 72 yaşındaki Chou, tekstil işleriyle kapsamlı olarak ilgilenen bir aileden geliyor ve otuz yıldır Stroll’ün yakın iş ortağı, farklı moda işletmelerinin Uzakdoğu’daki üretimlerine odaklanıyor.

Birlikte Tommy Hilfiger’ı küresel bir markaya dönüştürdüler, Chou başkandı, ve aynısını John Idol’dan yardım alarak Michael Kors’a da yaptılar. Chou aynı zamanda Karl Legerfeld, Pepe Jeans ve Esprit gibi markalarla da iş yapıyor.

Bu yazının orijinali 8 Ağustos 2018’de Motorsport.com adresinde Adam Cooper tarafından yayınlanmıştır.



7.08.2018

Mitchelton-Scott, Caleb Ewan’ı Tour de France’a götürmeli miydi?


Plan 2017’de ortaya çıkmış ve Aralık ayında dünyaya duyurulmuştu. Giro d’Italia ve Vuelta a Espana’daki zaferleri sonrasında Caleb Ewan, kariyerinin ilk Tour de France'ına 2018’de katılacaktı.


“Gelecek vadeden bir genç bisikletçi olarak büyürken katılmak istediğiniz bir tek yarış varsa o da Tour de France’tır”, Ewan bunları haberin verildiği basın açıklamasında söylemişti. “Profesyonel olduğumdan bu yana oraya gitmek için sabırsızlanıyorum.”

2018’in başlarında Ewan’ın Tour’da yarışmasının beklenmesi ana gündem maddesiydi. Peş peşe üçüncü Avustralya criterium zaferini kazandığında bu konu kendisine sorulmuştu, Santos Tour Down Under’da etap kazandıktan sonra da. Mart ayında Milan-San Remo’da yarışın galibi Vincenzo Nibali’nin arkasında, sprinti kazanarak ikinci olduğunda da odak noktası elbette buydu.

Ve sonra, Tour’dan birkaç hafta önce, hayal sona ermişti.

21 Haziran’daki bir Intagram gönderisinde Ewan, tur seçiminde gözardı edildiğini açıkladı. “Yıkılmak kelimesi hafif kalır,” diyerek başladığı açıklamasında “İlk TDF yarışım için hazır olmaktan daha da iyisi olma yolundaydım. Bunun için çok fazla çalışmıştım…” şeklinde devam ediyordu.



Mitchelton-Scott, Ewan ile sprintleri ve Adam Yates ile genel klasmanı hedeflemek yerine bütün yumurtalarını GK sepetine koydu. Yates, Avustralyalı takıma liderlik edecek ve 2016’daki 4.lük ve en iyi genç sürücü derecesini 2018’de geliştirmeye çalıştıracaktı.

Tarih 2018 Tour’unu Mitchelton-Scott için tamamen sıradan olarak yazacak. Yates’in Alplerde hidrasyon hatası sebebiyle yarış dışı kaldığı ve takımın iyi bir GK sonucu için umutlarını bitiren bir turdu. Takım vites değiştirdi ve etapları hedeflemeye başladılar, zaman zaman da tehlikeli göründüler. Ancak zafere en çok yaklaştıkları an 16. etapta Yates’in aldığı üçüncülüktü; etap sonuna doğru inişte kaza yapana kadar etap lideriydi.

Takım, Ewan’ı seçmemelerinin başlarına dert açtığı yönünde soru işaretleriyle birlikte Tour’dan çabalarına karşılık alamadan döndü. Neredeyse bütün büyük sprinterlerin kazalar ve zaman sınırları yüzünden yarış dışı kaldığı Tour, yarışta kalan hızlı birkaç adam için harika fırsatlar sundu.

Bu açıdan bakarsak Mitchelton-Scott’ın Ewan’ı evde bırakarak hata yapıp yapmadığı sorusu mantıklı geliyor. Sportif direktör Matt White böyle olduğuna inanmıyor.

White, CyclingTips’e yaptığı açıklamalarda “Hayır, ben Tour’a yaklaşımımızdan mutluyum” dedi. “Adam’ın kötü gününde olduğu zaman Mikel Nieve beşinci oldu. Etap kazanmaya da yaklaştı. Kesinlikle tek boyutlu değildik. Ve Tour’un ikinci yarısında da takımdakiler gayet iyi sürdüler.”

“Takım elemanlarının sayısının azaltılması sebebiyle [2018’de dokuzdan sekize düşürüldü] aynı anda birkaç amaç belirlemek gerçekten zor. Tamam, bu yıl Tour’daki birkaç takım bunu yaptı ama onlar hedeflerine erken vardılar ve sonra sprinterleri her şeye rağmen eve döndü. LottoNL-Jumda [Dylan] Groenewegen ile iki etap kazandı ancak o erkenden yarış dışı kaldı. [Marcel] Kittel yarış dışıydı, sonuç alamadı. [Ilnur] Zakarin’in sonuçları iyiydi, son hafta ilk 10’u zorluyordu.”

“Tour’da iki farklı şeyde uzmanlaşmak zor. Bir bisikletçinin az olması fark yaratıyor.”

Ewan’ın Mitchelton-Scott tarafından Tour kadrosu dışında bırakıldığını açıklamasından iki hafta önce Ewan’ın takımdan ayrılmasının yakın olduğuyla ilgili dedikodular dolaşmaya başlamıştı. 23 yaşındaki bisikletçinin adı Lotto Soudal ile, ki şimdi bildiğimiz üzere yıldız sprinteri Andre Griepel’i 2019’da kaybedecek olan takım, anılmaya başlanmıştı. Ewan, kadro dışı bırakıldığında meçhul soru ortaya atıldı: Ewan, sezon sonunda takımdan ayrılacağı için mi Tour kadrosunun dışında kalmıştı?

White’ın cevabı “Hayır” oldu. “Bakın, eğer bize ilk haftada bir etap galibiyetini garantileyeceğini bilseydik onu götürmemek delilik olurdu. İki yıl önce Michael Matthews’ı – takımdan ayrılacağını biliyorduk – Tour’a götürdük ve etap kazandı.”



“Günün sonunda bir seçim yapmak zorundayız. Geçen yılın sonundaki orijinal planımızı değiştirdik. O zaman Ewan’ın Tour’a gidecek bisikletçilerden birisi olduğunu açıklamıştık.”

Matt White, Ewan’ın Tour kadrosuna seçilmemesinin yetersiz sonuçlar sebebiyle olduğunu söylüyor. Dünyanın en iyi sprinterleriyle dolu olacak olan Tour’da, takımı Ewan’a etap galibiyeti konusunda yeterince güvenmemiş. Ewan’ın 2018’deki sonuçlarına bakınınca White’ın sözlerinde haklılık olduğu ortaya çıkıyor.

Ewan, Ocak ayında Tour Down Under’da bir etap galibiyeti aldı, sonra Şubat ayının başında Almeria Klasiği’nde zafere ulaştı. Ancak o günden bu yana birkaç kez zafere çok yaklaşssa da – özellikle Milan-San Remo’da- Ewan’ın bu yıl yalnızca iki bireysel zaferi var. Eğer 10 podyumununun birkaçını zafere dönüştürebilseydi Tour’da da gayet yarışabilirdi.

White açıklamalarında “Eğer Caleb, Tour’a giden yolda beş yarış -hatta bir ya da iki- kazansaydı muhtemelen start çizgisinde olurdu.” dedi. “Ancak gerçekler Caleb’in istediği gibi bir yıl geçirmediğini gösteriyor. Bu yıl yalnızca bir WorldTour zaferi aldı o da Ocak ayındaydı. Kazandığı son yarış ise Şubat ayındaki Almeria Klasiği’ydi. Çok uzun zaman önce.”

“Sprinterler kazanmaları için para alırlar. Bütün yumurtalarımızı, amaçlarımızla birlikte tek bir sepete koyup koymamakla ilgili bir seçim yapmak zorundaydık. Hiçbir şekilde kolay bir karar değildi. Birkaç yıldır Caleb’i geliştirmek için çok emek harcadık. Elinden geldiğince fazla yarış kazanması için etrafına bir takım kurmaya çalışıyorduk ve sadece bu yıl istediğimiz gibi olmadı.”


Ewan son aylarda medyanın odağından uzakta kalmayı seçti. CyclingTips’in yaptığı röportaj isteğini reddetti. Ancak Ewan’ın menajeri Jason Bakker, müvekkilinin yerine konuşmaya istekliydi. 2018’in ilk yarısında gelmeyen zaferlerin hikayenin yalnızca bir parçasını anlattığını söylüyor.

Bakker, CyclingTips’e “Yılın büyük resmine bakalım.” dedi. “Caleb için takımla birlikte açıkça ortaya konan amaçlar Milan-San Remo ve Tour de France’tı, arada iyi sonuç almayı istediği yarışlarla birlikte. Eğer Ortadoğu’daki yarışlara dikkatle bakarsanız birçok kez galibiyeti gerçekten zorlamadan podyuma çıktığını görürsünüz. Fakat o istikrarlıydı, güç topluyor ve kuvvetleniyordu.”

“Yani zirveye doğru hazırlanıyordu … ve sonra açık bir şekilde o gün [Milan-San Remo] zirveyi gördü ve harika bir yarış çıkardı. Belki Nibali’nin mükemmel performansı olmasaydı ve belki de son birkaç kmde olaylar farklı gelişseydi Caleb, Milan-San Remo’yu kazanıyordu.”

“Sanırım Tour de France’a giden yolda da benzer bir strateji uygulandı, erkenden zirveye ulaşmak istemedi. California ve Slovenya turları … sadece örnek olarak vermek için… ciddi bir rakım antrenmanın ardından geldiler. Zirvesine ulaşamamıştı ancak hala podyumdaydı, birçok yarışta zafere ulaşamasa da ilk üçteydi, Temmuz ayında tam anlamıyla hazır olmak için hazırlanıyordu.”

“Sanırım hedeflediği ya da takımla birlikte belirlediği amaçlarda iyi performans göstermeyi hedefliyordu.”

Ewan profesyonel kariyerine Orica-GreenEdge’de (şimdiki Mitchelton-Scott) Ekim 2014’te başladı ve o günden bugüne Avustralyalı takımın formasıyla yarıştı. Bu zaman zarfında gelişti ve olgunlaştı, dünyanın en iyi sprinterlerinden birisi oldu. Takım da bu zaman içerisinde gelişti.

Bir zamanlar sprintleri, tek günlük yarışları ve etap galibiyetlerini hedeflerken Grand Tour’larda genel klasmanı kovalamak takımın en büyük odak noktası oldu.

“Birçok takım gibi bir bütçeyle çalışıyoruz – seçimler yapmak zorundasınız” diyen White açıklamalarına devam ederek “Şimdi sahip olduğumuz takım ilk kurulduğumuz 2012’den farklı bir takım. Kaynaklarımızı yönetmeliyiz ve şu an biraz daha genel klasman hedefine göre hareket ediyoruz aynı zamanda WorldTour yarışlarına da bakıyoruz. Bu yeni dönüştüğümüz şeklimiz.”

Sanırım insanlar bu yolculuğa başladığımız günden bu yana GK kovalayan bir takım olmayı hedeflediğimizi unutuyorlar. Giro ve Vuelta’da şimdiden 7 kez ilk 20 ve 2 podyum derecemiz var. Genç bir kadromuz var. Yates kardeşler 25, Esteban [Chaves] 27-28 yaşında. Bu adamlar hala gelişime çok açıklar ve bu heyecan verici.” dedi.


O zaman bir diğer makul soru: takımın sprint zaferlerine odağını azalttığını düşünürsek bunun Ewan’ın kontratının yenilenmemesinde etkisi oldu mu? Bu yüzden mi ayrılıyor? Matt White, ayrılmanın takımın değil Ewan’ın kararı olduğunu söylüyor.

Ona bir teklif yapma şansımız olmadı. Ne zaman bu kararı verdi bilmiyorum ama kararını vermişti. Ancak onun takımda kalmasını çok isterdik. Yates kardeşlerin ve Caleb’in aynı zamanda kontrat uzatmaları zor bir kombinasyon olacaktı ancak biz Caleb’i bir süre için daha takımda tutmayı planlamıştık.”

“Denedik. Dediğim gibi o sezona iyi başladı. Down Under’ın birkaç etabında şanssızdı. Bir etap kazandı. Şubat ayında iyi gidiyordu ama bazen sprinterleriniz böyle bir sezon geçirirler. Bazen her şey mükemmel gider ve bazen gitmez.”

Görünen o ki Ewan tehlikeyi önceden gördü. Takım gitgide genel klasmana odaklanırken beklediği desteği ve fırsatları göremedi. Bakker’ın perspektifi de bunları destekliyor:

“Caleb son 6 ay - 1 yıldır çok zaman harcadı, geleceğini ve kendine çizdiği rotanın takımın rotasıyla örtüşüp örtüşmediğini düşündü. Sanırım takım Grand Tour’larda rekabetçi olmak konusunda kamuoyunun önünde oldukça açık sözlüydü. Ve bu tamamen ve kesinlikle onların hakkıdır. Ama bu Caleb’in amaçlarına uyacak mıydı? Ona faydası olacak mıydı? Onun hedeflerini gerçekleştirebilmesi için doğru ortam mıydı?”

“Sanırım yolda bir ayrım noktasına geliniyor ve o noktada önemsiz pazarlıklar yapılıp konuşulabilir ama gerçekte iki taraf da aynı yolda mıydı? Muhtemelen değillerdi demek gerekiyor.”


Bakker’ın söylediklerine göre Ewan, TdF konusunda hayal kırıklığı yaşasa da bu durum sprinterle takımı arasında düşmanlık ya da gerginlik yaratmadı.

“Düşünüyorum ki iki taraf da açık bir şekilde farklı rotalar izliyordu. Bu olur ve aslında sorun yoktur ve Caleb için de sorun yok. Sanırım yapılacak en iyi şey bunu kabul edip açık sözlü olmak ve yola devam etmek.”

Bu da bir soruyu gündeme getiriyor: Grand Tour’larda küçülen takımlarla birlikte (bazı kaynaklar daha küçüleceklerini söylüyor) Mitchelton-Scott’ın genel klasman üzerinde artan odağını göz önüne alırsak, Matt White, takımın başka bir yıldız sprintere yatırım yaparak Ewan’ın yerini dolduracağını düşünüyor mu?

“Hayır, aslında düşünmüyorum. Takımda saf bir sprintercimiz yok ama bazı hızlı adamlarımız var. Luka Mezgec, Matteo Trentin ve Daryl Impey – hepsi yarış kazanabilecek kapasitede. Caleb kadar hızlı değiller ancak başka tarzdaki yarışları kazanabilirler.”

Sezonun bitimine birkaç ay kalmışken rakip takıma imza atan bir bisikletçiyle ilgili yönetilmesi gereken bir gerginlik olacaktır. Her sezon takımların uğraşması gereken bir durum olsa da takım tarafından gördükleri muamele yüzünden mutsuz olan bisikletçileri motive etmek zor olabilir. Aynı zamanda takımların bu bisikletçilere sezonun ikinci yarısında daha sakin bir yarış takvimi vermesi de alışılmadık bir durum değil.


Görünen o ki Ewan’ın eline 2018 sezonunun kalan aylarında birkaç fırsat geçecek. White, bu fırsatlardan yararlanmanın Ewan’a kaldığını söylüyor.

Yani top artık onda. Onu yarışlara liderimiz olarak gönderiyoruz. Onun etrafında bir sprint grubu kuruyoruz. Yarışlara geri döndüğünde göstereceği tavır onun kontrolünde. Ancak biz sezonu onun için galibiyetlerle kapatmak istiyoruz çünkü diğer türlü onu yarışlara göndermezdik. Ya da ona uygun yarışlara göndermezdik.”

Binck Bank Tur’una katılacak. Britanya Turu’na sprint lideri olarak katılacak. Onun için altı-yedi fırsat var. Programını bir süredir biliyor, Eylül ortasına kadar ne yapacağını. Bundan sonra onunla ilgili ne yapacağımızı göreceğiz. Japonya Kupası, Guangxi Turu ve tek günlük İtalyan yarışları var.”

Ewan yedi etaplık Binck Bank Tur’uyla (eski ismiyle Enoco Tur) 13 Ağustos Pazartesi günü yarışlara geri dönecek, sonra 2 Eylül’de Britanya Turu’na gidecek. Yeni kontratının ne zaman açıklanacağı şimdilik belirsiz – Bakker bu soruya cevap vermedi – ama eğer Ewan, Lotto Soudal’e gidiyorsa, birçok kişinin tahmin ettiği gibi, bu 2019’da ilk Tour de France yarışına katılma şansı için iyi olacaktır.

Belçika takımının Grand Tour'larda genel klasman hedefi bulunmuyor ve Andre Griepel’in de ayrılmasıyla Ewan takımın bir numaralı sprinteri olacak gibi görünüyor.

Ve hangi yarış bir numaralı sprinteriniz için gezegendeki en büyük bisiklet yarışından daha önemli olabilir ki?

Bu yazının orijinali 7 Ağustos 2018 tarihinde Matt de Neef tarafından CyclingTips.com adresinde yayınlanmıştır.

Bu çeviri kaynak gösterilse dahi izin alınmadan ArtemioFranchi.org dışında yayınlanamaz.

5.08.2018

Greg LeMond: Neler Öğrendim?




İki kez dünya ve üç kez Tour de France şampiyonu olan Greg LeMond bisiklet sporu tarihinin en tepedeki isimlerinden bir tanesi. Tour’u kazanan ilk Amerikalıydı ve Lance Armstrong’un diskalifiyesinden sonra da kayıtlarda Tour’u kazanan tek Amerikalı olarak kaldı.

LeMond’un kariyer başarıları aynı zamanda 5 Tour, 1 Giro etap galibiyetiyle 1982 Tour de L’Avenir ve 1983 Criterium du Dauphine Libere zaferi içeriyor.

Bu galibiyetlerin ötesinde o mandalsız pedalları, aerodinamik kaskları ve zamana karşı gidonlarını herkesten önce kullanmasıyla tanınan bir bisikletçiydi. Bu yenilikçiliği ona “mucit” etiketini kazandırdı. Bisikletten sonraki kariyerine de kadro tasarlayan şirketiyle ve şu an Deakin Üniversitesi’yle karbon-fiber geliştirme ortaklığıyla devam ediyor.

LeMond ayrıca güçlü karakteri, dopinge karşı gösterdiği tavır ve gerektiğinde kazan kaldırmasıyla da ün kazandı. Lance Armstrong’a karşı durdu ve yıllarca bu yüzden hor görüldü hatta Trek şirketi kendisinin bisiklet markasından vazgeçti. Armstrong ise sonunda kariyerinin büyük kısmında doping yaptığını itiraf etti.

Bugün 56 yaşındaki LeMond, hayat derslerini CyclingTips ile paylaşıyor. “Neler Öğrendim” serimizin son bölümünde LeMond geçmişinden, eski takım arkadaşları Bernard Hinault ve Laurent Fignon ile tecrübelerinden, neredeyse ölümüne yol açan 1987 av kazasından, anti-doping duruşundan, şefkatin öneminden ve direnmenin değerinden bahsediyor.

Çocukken dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu (ADD) rahatsızlığım vardı. Çılgındım. Kız kardeşim dünya klasında bir jimnastikçiydi. Adamım, benim aksime çok güçlü bir odağı vardı, okulda da harikaydı. Ancak ben bisiklet sürmeye başladığımda zihnim gerçekten açıldı. Egzersiz yapmak beni öylesine etkiledi ki bir anda okuduğumu anlayıp dikkat gösterebilmeye başladım.

Geriye dönüp bakınca ADD’nin atletik başarımda pay sahibi olduğunu düşünüyorum. Ona bir problem olarak bakmaktansa bazı iyi avantajları olduğunu görüyorum. Aşırı odaklanabiliyorsunuz ve genellikle çok yaratıcı ve hayal gücü yüksek bir zihniniz oluyor. Meraklı bir zihin. Ancak günümüz toplumunda münasip olarak adlandırılan o küçük zarfa sığmıyorsunuz. ADD sahibi pek çok insan geride bırakılıyor. Bisikletin hayatımın yönünü gerçekten pozitif bir anlamda kesin olarak değiştirdiğini düşünüyorum.

Ailem bana ahlaki değerler aşıladı. 12 yaşımdayken sahip olduğum her şey için çalışmak zorundaydım. Sinek oltacılığını* keşfettim ve sineğe ihtiyacım vardı. Aslında onu alacak param yoktu ama balık tutmak istiyordum. Bu yüzden Çin yapımı bir sineği çalmaya çalıştım. Çantayı dürttüm ve oltanın elime saplanmasını sağladım. 12 yaşında, etrafa suçlu suçlu bakınan bir çocuk olarak orada duruyordum. Sonra geri döndüğümde 1.80 boyundaki bir adamın arkamda durduğunu ve her şeyi gördüğünü fark ettim. Konuyla ilgilenmesi için annemi aradı. Adamım, annenizi yüz üstü bıraktığınızda… bu çaldığım son şey oldu. Ailem fevkalade bir iş başardı.
Benim hileye bakış açım şudur: Bitişe ulaşmak için 90 derecelik bir dönüş yapmanız gerekiyor ama dönüşü kaçırıp daha kısa bir yoldan direkt bitiş çizgisine varabilirsiniz… Belki bunu yapabilirsiniz ama kendinizi kandırmış olursunuz. Ne anlamı var ki?


Yanlış yöne gitmekten bahsetmişken aklıma 1986 Coors Klasik yarışındaki Bruno Cornillet geldi. Peugeot takımındaydı ve kaçıştaydı. Polis onu bitişe üç, dört, beş kilometre öncesinde parkur dışına yönlendirdi ve sprinti ben kazandım.

UCI, Cornillet’e ilk sırayı vermiyordu. Bunda ısrar ettiler ben de podyuma çıkmayı reddettim. “Birinciliği almıyorum. Mümkün değil.” Sonunda yarış organizatörlerini ve UCI’ı galibiyeti Cornillet’e vermeleri için ikna ettim. 5-6 yıl sonra takım arkadaşım oldu ve bana gelip teşekkür etti.

Ancak bu normaldi, onun kazanması gerekiyordu. Belki bazı yarışçılar o galibiyeti alırdı, kariyerleri için başka bir başarı olurdu. Fakat bu bana ne ifade edecekti? Umurumda değildi. 

Yarışırken çok fazla yarış kaybediyorsunuz bu yüzden eğer bir galibiyet alacaksanız doğru şekilde alın. Bu mentaliteye bağlı kaldığım için memnunum.

Bir av kazasında vurulmak bana bir şeyi özellikle öğretti: hayat çok kısa olabilir. O zamanlar olanı biteni önemsiz gibi göstermek zorundaydık. Ölümden dakikalar uzaklıktaydım. Kanımın yüzde 60-70ini kaybetmiştim ve sağ ciğerim çökmüştü. Beş hafta içerisinde 68 kilodan 53 kiloya düştüm. Bütün kas kütlemi kaybetmiştim.

Sonra Temmuz ayında başka bir ameliyat oldum. Vurulduktan sonra açık mide ameliyatı olmuştum, 22 santim boyundaydı ve attıkları dikiş yüzünden bağırsaklarınızın yapışıp tıkanmalara yol açması normaldi.

Babamla birlikte San Francisco, Chinatown’daydık ve karnım acımaya başladı. Gıda zehirlenmesi yaşadığımı düşündüm ve bağırsak tıkanması olduğu ortaya çıktı. Hayatımda tecrübe ettiğim en acı verici şeylerden bir tanesiydi. Üstelik başka bir operasyon daha geçirmem gerekiyordu.

Sonraki gün PDM ile anlaştım. Beni kabul eden tek takımdı. Yıl bitmeden yarışacağımdan emin olmak istediler. Bir yarışa katıldım ve yarım kilometre bile gidemedim, beni bıraktılar. Mental olarak buradan devam etmek inanılmaz zor oldu.

Geriye baktığımda bisikleti bırakmadığıma şaşırıyorum. Ve muhtemelen geri dönmem için ne kadar zaman gerekeceğini bilseydim muhtemelen bırakırdım. Doğrusu, 1989 Tour’unu kazanmadan hemen önce bırakmaya çok yakındım.

İnsanlar benim en yenilikçi bisikletçi olduğumu söylediklerinde gülümsüyorum. Bu itibardır. Ancak gerçek şu ki meraklıydım ve başkalarının görmediği yerde fırsatı gördüm. Gerçekten benim güçlü yönlerimden birisi olduğunu düşünüyorum. 

Her zaman neden bir şeyi belli bir yöntemle yapmanız gerektiğini düşünürüm. Daha iyi bir yolu var mı? Ve neden bu yolla yapmazsınız?

Paranın dopingde büyük rol oynadığını biliyorum. 2000lerdeki bisikletçileri yargılamayacağım. Yani bazı elebaşları var – bazı elebaşlarının olduğunu ve kurbanlar olduğunu söyleyebilirim.

Demek istiyorum ki herkesin bir şeyler yapma seçeneği vardır ama bu kadar yaygınken ve hüküm sürüyorken “hayır ben bunu yapmayacağım” diyecek bir grup insan bulmak nadirdir çünkü bisiklet sevdikleri şeydir. Bir de üstüne dopingin onlara zarar vermeyeceği söylenmiştir.

Vurulduktan sonra PDM takımıylaydım. PDM ilk doping yapan takımlardan birisi olarak tanındı ancak onlarla birlikteyken bunun farkına varmadım. O yıl sakatlandığım için şükrediyorum çünkü kendimi onların doping konusunda baştan çıkarıcı yöntemlerine karşı koyamayacak bir atlet olarak düşünüyorum.

Bir keresinde eşimle birlikte Eindhoven’da takımlaydık, büyük bir masada oturuyorduk. “Biliyorsun, gerçekten çok ciddi bir kaza atlattın. Sana yardım etmek istediğimizi de biliyorsun. Bu çerçeve içerisinde sana medikal rehabilitasyon sağlamak istiyoruz” dediler. Ancak onların esas bahsettiği rehabilitasyon değildi, medikaldi.

Onların yapmaya çalıştıkları şey buydu. Bisikletçileri doping için ayartmaya çalışırlardı. Doktorlar “Elbette testosteron seviyen üç haftalık etap yarışının ardından düşük. Elbette bu yüzden toparlanman gerekiyor…” derlerdi.

Profesyonelliğe geçtiğim zaman konusunda çok şanslıyım çünkü 92, 93, 94 yıllarında profesyonel olmaktan nefret ederdim. İnsanlar bisiklete dopinge başlamak için girmezler fakat kültür buysa ve yarışmanın tek yolu buysa… 19, 20 yaşındaysanız, hayatınız bu ise, bisikletçilerin bunu neden yaptığını anlayabiliyorum.

İşte bu yüzden temiz spor konusunda tutkuluyum çünkü bisikletçilerin bu seçimle yüzleşmesini istemiyorum. Diyelim ki 93’te profesyonel oldum, tamamen aynı kişi olarak, ama her şeye teslim olmak zorunda kalarak… beni sonsuza kadar değiştirirdi.

Bazen o zamanlar konusunda gerçekten hayal kırıklığı yaşıyorum çünkü 91’de 1990’dan daha iyi sürdüğümü düşünüyorum. Ve gerçekten yarışın… EPO ortalıkla olmasaydı – Tour’un farklı bir şekilde ilerleyebileceğini hissetmiştim. Kimseyi suçlamaya çalışmıyorum, yarışı kimin kazandığıyla ilgili değil – ancak bütün pelotonun hızı yükselmişti ve bu beni bitirdi.

Eğer dopinge teslim olsaydım kariyerimle bu kadar gurur duyacağımı düşünmüyorum. Dopingi “herkes yapıyor” diyerek meşrulaştırabilirsiniz ancak bu sizi yine de etkiler. Farklı bisikletçilerle konuştum ve keşke o zaman periyodunda olmasaydık dediler çünkü baskı vardı. Şimdi daha iyi bir zamanda olduğumuzu düşünüyorum.

Vurulmak beni daha şefkatli biri yaptı. Demek istediğim her zaman şefkatli bir insandım ancak kazadan sonra işler değişti, farklı bir insan haline geldim. Nasıl? Yani kazadan önce, 86’da iyi durumdaydım. Kimsenin benden vazgeçmeyeceğini biliyordum. O Tour’da acı çekmedim.

Ve sonra, geri geldikten sonra her zaman patlamayı bekliyordum. Her zaman, ne zaman patlayacağımı düşünüyordum. O andan itibaren ne zaman sakatlık geçirmiş, diğer ayrıcalıklı insanların sahip olduğu fırsatlara sahip olmayan insanları görsem yaşadıkları acıyı hayal edebildim. İşlerin her zaman dolambaçsız olmadığını hayal edebildim. Bu şanstır. Ben şanslıydım. Hayatta kaldım, bana bir şans verildi. Birçok insan bu şansa sahip değil.


1986 Tour’u sırasında benimle Bernard Hinault arasındaki gerginlikler hakkında çok şey yazıldı. Ancak bizim ilişkimiz genel olarak çok iyiydi. O, o zamanın Eddy Merckx’iydi. Ben 18 yaşımdayken, Cyrille Guimard’ın Renault takımıyla profesyonel olmamışken uçakla benim evime gelmişti. Birlikte koşulara çıkıyorduk. Bana bir kardeş gibi davrandı. Benim için işleri kolaylaştırabilmek için fazladan çaba sarf etti ama bunu aynı zamanda diğer bisikletçiler için de yaptı.

Hinault takım arkadaşlarına çok iyi davrandı. Elbette ödül parasını paylaşması gerekiyordu bu sporun parçasıydı – ama onun bisikletçilerle paylaşması gerekmeyen parayı da paylaştığını hatırlıyorum. Herkese saygılı davranırdı.

Ego yoktu. Demek istediğim o bir liderdi ancak “sen benim maaşlı domestiğimsin, bu takımda sözün yok” şeklinde değil “tamam, yarın atak yapıyoruz” şeklindeydi. Bunun aynı zamanda Renault takımının ruhu olduğunu da düşünüyorum. Bizim yarış şeklimiz şuydu, eğer ben onun için bir kez çalıştıysam o da benim için çalışırdı. O başka bisikletçiler için de çalışırdı. Böylece başarıyı paylaşmış olurduk.

Çok yakın olduğumuz için 1985 ve 1986’da aramızda o kadar yoğun bir duygusal çatışma oldu. İlk yılda ona beşinci Tour’unu kazanması için yardımcı oldum. Sonrasında o da bana 1986’da yardım edeceğini söyledi ama işler gerçekte öyle olmadı.

Guimard hala bizleri yönetiyor olsaydı işlerin farklı olacağını düşünüyorum. O, Hinault’a “sen beşinci galibiyetini Greg sayesinde aldın bu yüzden ödeşme zamanı” derdi. Bu yüzden benim için zor oldu. Hala daha benim için çalıştığını söylediğinde gülümsüyorum. Ortak takım arkadaşımız Jean-Francois Bernard’ın yazdıklarını yakın zamanda okudum, “ah evet, Hinault ona her gün kazık atmaya çalışırdı” yazmış.

İşler öyle bir noktaya geldi ki Coors Klasiği’inde birbirimizle konuşmuyorduk. Olanlar konusunda sinirliydim ancak bu sadece o an için geçerliydi. Şimdi ise hiç yaşanmamış olmasını diliyorum.

Bazen daha acımasız olup bu tip şeylere önem vermemek isterdim. Ancak ABD’deki CEOların yüzde 25i sosyopattır. Bir sürü çok başarılı insan sosyopattır. Ben değilim. Duygularınız olmadığında, insanlarla empati kurmadığınızda işler kolaydır. Ancak ben bu şekilde çalışmam. Bu yüzden bunu değiştirmem.

Guimard bana kendime gerçekten daha fazla güvenmem gerektiğini öğretti. Bitiş çizgisini geçmeden hiçbir şeyin bitmediği, söylediği en önemli şeylerden bir tanesiydi.

Üstüne bastığı konulardan bir tanesi yarışı öylece bırakamayacağınızdı çünkü bu sefer çok kolay hale gelir. Hayatım boyunca en güçlü yanımın direnmek olduğunu düşünüyorum. Örnek vermek gerekirse: Şu anki pelotondaki ya da benim yarıştığım pelotondaki bisikletçilerin büyük kısmının benim gibi vurulsalar kariyerlerine devam edebileceklerini düşünmüyorum.  İki yıl boyunca alay konusu oldum, eleştirildim, bana gülündü. Birçok insan bırakırdı.

Benim gücüm bu oldu, yolda kalmak. Ve bu benim hayatım boyunca devam etti… Son 10-15 yıldır bazı zor, stresli zamanlardan geçtim. Bir şeyin arkasından beklenmedik başka bir şey çıktı ve bu birçok insanı zayıf düşürürdü.

Şimdi neden bisiklette iyi olduğumu görüyorum. Eğer bir hedef, bir görev belirlersem ona bağlı kalırım. Tek istisna, eğer mantıksal açıdan devam etmek anlamsızsa olur.


Bunu göz önüne alırsak eğer kariyerimin sonlarında neler olduğunu bilseydim, birçok bisikletçinin EPO kullandığını, hiçbir şansım olmadığını, onlara karşı yarışarak sadece vücudumu harap ettiğimi, muhtemelen 1992’de yarışmayı bırakırdım. Ancak neler olduğunun farkında değildik. Performans kazanımlarının ne olduğunu kimse bilmiyordu.

O zamanlar da bu direnme mentalitesine sahiptim, av kazasından geri dönerken olduğu gibi. Bu yüzden kendimi bitap düşürmeye iki üç yıl daha devam ettim.

Bunun sonucu olarak gerçekten ama gerçekten yıprandım. Kas miyopatisi teşhisi konuldu, biyopsi yaptılar yani sonuç tutarlıydı. Fakat mitokondriniz toksinler tarafından etkilenir. Vurulmamın sonucu olarak vücudumda kurşun vardı ve sanırım EPO kullanan insanlarla rekabet etmeye çalışırken o kadar zorlanmıştım ki bünyem ve mitokondrilerim etkilendi. Fazla bisiklet sürdüğünüzde vücudunuz mitokondrilerinizden kalsiyum çeker fakat benim vücudum kurşun çekiyordu ve bunun etkisi büyük oldu.

O dönemde tanıştığım, aşırı yorgunluk belirtileri gösteren diğer tek bisikletçi Laurent Fignon’du. 2008 ya da 2009’da konuştuk ve bir noktada kollarını kaldıramayacak kadar yorgun düştüğünü söyledi. Ben de “Vay be, ben de Roger Legeay’a kollarımı kaldıramayacak kadar yorgun olduğumu söylerdim” dedim. Laurent de hiçbir zaman grand plateau’ya (büyük halka) giremediğini söyledi. Eğer büyük halkanıza giremiyorsanız, silinirsiniz.

Fignon ile aramdaki fark hatta Andy Hampsten gibi bazı bisikletçiler ve diğer bisikletçiler arasındaki fark şuydu: Eğer genel klasmanda yarışmayan tipik bisikletçilerden biriyseniz sınırlarınızı zorlayana kadar sürer sonra da sınırlarınızın altında sürersiniz çünkü yarışı bitirmeniz gerekir.

Bizim için ise, 10 yıllık yarışmanın ardından pelotondaki yerinizi bilirsiniz. Biliyordum ki eğer antrenmanda iyi sürüyorsam Bugno, Chiapucci ile birlikte önde olmalıydım. Ancak değildim. Patlayana kadar devam ediyordum. Ve bu Laurent’in de yaptığını söylediği şey. Patlayana kadar iki yıl devam etti. İki yıl boyunca bunu yapmak sizi kronik olarak aşırı çalışmış bir hale sokar.


Ben ve Laurent arkadaştık. 89’da büyük bir savaşa girdik. Yarışarak sonuna kadar savaştık. Ancak dürüst olmak gerekirse onun yarışı kaybetmesine üzüldüm çünkü o da benim zirveye geri dönerken yaptığım gibi çabalamıştı. Daha sonra 97’de buluştuk. Sonra 2008’de tekrar buluştuk, bisiklet sürdük, yemek yedik, sonra 2009’da yine.

İyi anlaştık. Biz birlikteyken insanların bana “Greg, Greg, ’89, ne büyük işti”  sonra Fignon’a “ah, nasıl kaybedebildin?” demeleri onun için acı verici tek şey olduğunu düşünüyorum.

Ve ben orada onun yanında durup buna şahitlik ediyordum. Hayal edin, iki zaferi ile değil o tek mağlubiyeti ile hatırlanıyor.

Laurent, 1989 Tour’undan sonra bir daha asla Champs Elysees’ye dönmedi. Hayal edin. Bunun için neredeyse Tour’u geri verebilirdim. Yarışmak benim için o kadar önemli değildi.

Bu yazının orijinali 1 Haziran 2018 tarihinde CyclingTips.com adresinde Shane Stokes tarafından yayınlanmıştır. Yazı içerisindeki fotoğraflar Shane Stokes ve Cor Vos tarafından çekilmiştir.

Bu çeviri ArtemioFranchi.org dışında kaynak gösterilse dahi izin alınmadan kullanılamaz.

  ©Artemio Franchi. Template by Dicas Blogger.

TOPO