2018 Abu Dabi GPsi ile Red Bull için son yarışına çıkacak olan Daniel Ricciardo, The Players’ Tribune sitesine çocukluğundan başlayıp Renault’a gitme kararına kadar yaşadığı önemli anları yazdı.
*Zaman zaman Aussie jargonu içeren bu yazının duygusunu
korumak için uğraşsam da bazı yerleri dümdüz çevirmek zorunda kaldım.
Tamamdır… Daha önce böyle bir şey yazmadım ancak bu yazı büyük bir karar vermek zorunda kalmış herkese gelsin.
Temmuz sonundaki Macaristan Grand Prix’inden sonra Los Angeles’a
gittim. Uzaklaşmak istedim. Boşluğa ihtiyacım vardı. WiFi ve dikkat dağıtacak
şeylerin olmadığı 9 saatlik bir uçuşa ihtiyacım vardı. Bir karar vermeye
ihtiyacım vardı.
Red Bull ile geçirdiğim 10 yılın ardından takım bana yeni
bir F1 kontratı sundu. Bütün profesyonel yarış kariyerimi Red Bull ile
geçirmiştim fakat Renault da bana bir kontrat önermişti. İki takım da onlar
için sürmemi istiyorlardı ve iki taraf da hemen bir cevap bekliyordu.
Şimdi dönüp baktığımda F1’deki geleceğimle ilgili kararın bir
süredir hayatımdaki yegane şey olduğunu ve bana fark ettiğimden fazla zarar verdiğini
görüyorum. Kulağa biraz dramatik geliyor ama bu hayatımdaki en büyük
kararlardan bir tanesiydi. Formula 1 pilotu olmak için daha ergenlikte ailemi
ve arkadaşlarımı bırakıp Avrupa’ya gitmeye karar vermek kadar büyük.
Hayati kararlar konusunda insanların çok daha zor kararlar
vermek zorunda olduklarını biliyorum ama benim için bu karar hayat değiştirici
olacaktı. Ayrıca bugün olduğum noktaya gelebilmek için gerçekten çok fazla
çalıştım.
Böylece uçağa bindim ve yolun yarısında, ABD’nin doğu
yakasının 40.000 fit kadar üzerinde bir yerlerde izlediğim filmi kapattım, bir
kadeh şarap aldım ve geleceğim hakkında uzun ve ciddi şekilde düşündüm.
Gözlerimi kapattım ve motorların sesini dinledim. Her zaman
insanların “her şeyin netleştiği an”dan bahsettiklerini duyardım. Ben de “Tamam
netlik, neredesin?” der gibiydim.
Ve sonra, her şeyi düşündüm. Yani cidden her şeyi.
Geriye, benim için her şeyin başladığı zamana gittim.
Görüyorsunuz ben her zaman Daniel’dım. Her zaman aynı tavra
sahiptim. Arsız olmayı seviyorum, gülmeyi seviyorum ve yaptığım her şeyde
eğlenmeyi seviyorum.
Çocukken Perth’teki evimizdeki odamın duvarında büyük boy
bir Michael Jordan posteri asılıydı. 88’deki ünlü smaç yarışmasındaki meşhur
fotoğrafının posteriydi. Uçuşunun tam ortasında, resmen havada süzülürken! Her
gün okuldan önce ona bakardım, şey der gibi Tamam,
bugün MJ olacak mısın? Şimdi bakınca o zamanlar MJ değildim – o öldürücü
güdüye sahip değildim. Demek istediğim, sadece bir çocuktum.
Yarış benim kanımda var. Babam İtalyan ve zamanında biraz
yarışçılık yapmış. İki ya da üç yaşımdayken annemim kucağında, babamın
Perth’ten çok uzak olmayan Wanneroo’daki pistte yarıştığını izlediğimi
hatırlıyorum.
Birkaç yıl sonra ilk kez karting yarışındaydım ve babam
izleyenler arasındaydı. İlk yarışıma çıktığımda kartıma 3 numara verildi.
Onu ben seçmedim – o beni seçti. Ev adresimiz 3 numaraydı,
Dale Earnhardt 3 numaralı aracı sürüyordu, yani bayağı meşru bir durum gibi
geldi.
Avustralya’da yaşarken F1 ve NASCAR yarışlarını izlemek için
çok erken uyanmam gerekiyordu ama buna alıştığıma inansanız iyi edersiniz.
Yemin ederim beni her Formula 1 yarışına uyandıran bir biyolojik saatim vardı.
Alarmımı gece 3’e kurardım ve 2:55’te kendiliğimden uyanırdım – biliyordum. Anne
babamın odasına koşar, televizyonu açıp yatağın kenarına oturup yarışı
izlerdim. Pazartesi sabahı oldukça yorgun bir öğrenci olurdum ama her zaman
buna değerdi.
Nihayetinde yerel şampiyonalardan biraz daha ciddi olanlara
terfi ettim ve size anlatmak üzere olduğum hikaye Bal Porsuğu’nun kökeninin
hikayesi.
Her zaman hatırlayıp üzerine düşündüğüm özel bir haftasonu
var.
Babam ve ben piste gitmek için birkaç saat yolculuk
yapmıştık. Sezondaki önemli yarışlardan biri olduğundan Cuma günü bir antrenman
seansı vardı. Babam bizi oraya götürebilmek için işten izin almıştı. Haftasonuna
doğru o kadar iyi sürmüyordum; daha iyi olmam gerektiğini biliyordum. Antrenman
sırasında iki rakibim tam önümde hem savaşıyor hem de pisti birlikte
öğreniyorlardı. Birbirlerini itiyorlardı ve ben sadece arkalarında kalıp onları
izledim. Sonuç olarak bütün günü boşa harcadım çünkü antrenman sırasında hamle
yapmaya korkmuştum.
Babam üzgündü. Neden olduğunu anladım. Onun için işten izin
almak kolay olmamıştı. Ve daha az önce; durmadan, tekrar tekrar Senna ve Dale
Sr. gibi bir pilot olmak istediğini söyleyen oğlunun antrenmanda çok çekingen
olduğu için bütün günü boşa harcadığını izlemek zorunda kalmıştı.
Babam go-kartı sessizce kaldırırken onu izledim. Eve
dönerken neredeyse hiç konuşmadık. Döndüğümüzde benim gibi yarışan bir arkadaşımı aradım.
Ona bir daha asla yarışmayacağımı düşündüğümü söyledim.
Eğer bir daha hiç yarışmasam bunu anlardım. Babam yarış
dünyasını biliyordu… Perth’te yaşayan Daima Mutlu (Happy-Go-Lucky [film]) bir
çocuğun başarılı olmak için başka bir vites bulması gerekecekti. (Kelime oyunu
için özür dilemeyeceğim.)
Böylece, birkaç hafta sonra ve babamla bazı ciddi
konuşmalardan sonra bir sürücü antrenöründen biraz yardım aldım. Bana
kullanışlı birçok teknik öğretti ama esas yardımcı olduğu konu işin mental
tarafıydı. O antrenman seansından sonraki ilk yarışımda antrenörümle birlikte
pistteydim ve 10 metre ötemde rakiplerimden birinin kartına binmeye hazırlandığını
gördüm. Antrenörüm “Daniel, yanında git ve ona iyi şanslar dile.” dedi.
“Ben… o beni sevmiyor bile. Ben de onu sevmiyorum. Neden
bunu yapayım ki?” dedim.
“Onun aklını karıştıracaksın. Sadece yap.” aklınızda
bulunsun daha 13 yaşlarındaydık.
Çekiniyordum ama antrenörüm beni tam anlamıyla iterek
asfaltın üstünde onun yanına götürdü. Yürüdüm, çocuğun gözlerine baktım, elini
sıktım ve ona iyi şanslar diledim. Elimi yumuşakça sıktı ve hayalet görmüş gibi
baktı.
Onu o gün yendim. Yakınımda bile değildi. Michael Jordan
gurur duyardı.
Yani eğer insanlar size neden Red Bull’daki elemanın
kaskında bal porsuğu olduğunu sorarlarsa, onlara çok, çok uzun zamandır
iç-porsuğumu beslediğimi söyleyin. O, Batı Avustralya’nın go-kart pistlerinde
doğdu.
O haftasonundan itibaren, porsuğu takip ettim.
2007 yılında, Portekiz’in Estoril şehrinde Red Bull çocuk
programının testindeydim. Helmut Marko ile o gün tanıştım, kariyerimin yönünü
değiştirecekti. Şansıma onun gözünde çok iyi iş çıkarmıştım ama adamım, o
gerçekten korkutucu bir kediydi – bir kötü bakışı ödünüzü kopartırdı. Ancak her
şeyden fazla şunu anlamıştım ki bu adam yarışı seviyordu ve takımına gerçekten
önem veriyordu. O tutkuyu hissedebiliyordum.
Red Bull programı böyledir. Evet, acımasız olabilir ama bunun
iyi bir sebebi vardır. En yüksek seviyede yarışmak acımasızdır. İniş ve çıkışlara hazır olmanız gerekir. Sizi hazırlar
böylece zamanı geldiğinde hazır olursunuz.
Hazır olduğumu zannediyordum. Sonra o telefon geldi. Hazır
değildim.
Yağmurlu bir Haziran gününde, anne babamla birlikte Milton
Keynes, Birleşik Krallık’taki mutfağımdaydım. Masada duran telefonum titredi.
Helmut arıyordu.
“Daniel” dedi, “gelecek haftaki Britanya Grand Prix’inde HRT
için sürücü olacaksın.”
Lanet olası telefonu neredeyse düşürecektim.
Oturma odasına gittim ve ailem bir şey olduğunu anladı.
Onlara 8 gün içinde F1 aracıyla yarışacağımı söyledim. Bu yarış için alarm
kurmayacaktım bunu biliyordum.
Bütün o hafta sonu bulanıktı. Basın toplantısında Rubens
Barrichello’nun yanında oturdum. Şapkamdan taşan dağınık saçlarımla aptal gibi
görünüyordum (haha). Basın, Rubens’e bana tavsiye vermesini söylüyordu. Bense hayatım boyunca bu adamı izledim ve o
muhtemelen beni hiç duymadı diye düşünüyordum.
Toplantıdan sonra Lewis Hamilton beni kenara çekti.
“İyi olacaksın. Sadece… arada bir etrafına bak ve tadını
çıkar. Bir gün bununla ilgili bir yazı yazacaksın ve detayları hatırlamak
isteyeceksin.”
(Tamam, son kısmı söylemedi ama yine de…)
Bir dünya şampiyonunun kendi evindeki grand prixde vakit
ayırıp benimle konuşması beni çok sakinleştirdi. Pazar günü bana dört kez tur
bindirildi ve rezalet bir gündü … ama lanet olsun ki mükemmeldi. Bir turluk
temponun bir sürücüyü iyi yapmakta çok, çok az etkisi olduğunu öğrendim. Bir
direksiyonda tam olarak 1 milyon tuş olduğunu öğrendim. Ve bir F1 aracı
sürmenin yapabileceğiniz en eğlenceli şey olduğunu öğrendim.
Son nokta süper önemli.
Her zaman eğlenceli olmalı.
Bu yüzden yarışıyorum.
Ve kimse Red Bull’dan daha eğlenceli değil. Bunu 2014’te Toro
Rosso’dan Red Bull Racing için yarışmaya çağrıldığımda öğrendim. Atmosfer çok
sakin ve rahattı. Üzerimde baskı yoktu. Yani demek istediğim Seb ile aynı
garajdayken kimse benden bir şey beklemiyordu. Üst üste dördüncü dünya
şampiyonluğunu kazanmıştı. O sezona başlarken onu birkaç kez yenmeyi başarırsam
benim için çok iyi bir görüntü çizeceğini biliyordum. Onun bir sezon önceki
araç içi kamera görüntülerini izliyor ve Adamım,
bunu ben de yapabilirim… değil mi? diyordum.
O düşünceyi hatırlıyorum. Kendine güvenin şoku. Sonra ilk
bildiğim şey, 2014’te Montreal yaşandı – Kanada Grand Prix’indeki ilk F1
galibiyetim. Bu hikayeyi anlatabilmek için yarışın bitimine 22 tur kaldığı
andan başlamam gerekiyor.
Mercedes pilotları Lewis Hamilton ve Nico Rosberg ile Force
India pilotu Sergio Perez’in arkasında dördüncü sıradaydım. Neredeyse turu
tamamlamıştık ve Lewis’in aracını pite sürüklediğini gördüm – fren problemiyle
yarış dışı kalmıştı.
Tamam, tamam, tamam,
bu bir podyum diye düşünüyordum.
Bütün gün Mercedesleri görememiştim. Bütün haftasonu boyunca
mega-hızlılardı. Sonra, birkaç tur sonunda, Sergio’nun birkaç viraj önünde …
oradaydı… Nico. Yarış lideri olan
Rosberg’i o öğleden sonra ilk kez görebiliyordum. Onun da Lewis ile aynı
problemi yaşıyor olabileceğini biliyordum.
Formula 1’de henüz yarış kazanamamıştım. Yaklaşmıştım ama
daha kazanamamıştım. Bu benim şansımdı ama Sergio’yu geçmem gerekiyordu.
Problem şu ki Force India’sı düzlüklerde hızlıydı ve Montreal’de çok fazla
düzlük vardı. Tur üstüne turlardan sonra yaklaşmıştım ama yeterince yakın
değildim. Zamanım azalıyordu ve Vettel, dördüncü, tam arkamda bana
yaklaşıyordu.
Altı tur kala Sergio’nun virajlara biraz erken frenleyerek
girmeye başladığını görebiliyordum – bir sorunu idare etmeye çalışıyordu.
Start-finish düzlüğünü bir kez daha geçtik ve ben a**** k******, burada göndereceğim der gibiydim.
1. Virajda dışardan döndüm. Spin atsam ya da beceremesem
bile yapmak, denemek zorunda olduğumu biliyordum. Bir an için çok dibe
gittiğimi düşündüm. İki lastiğim çimlere girdi çıktı, neredeyse kontrolü
kaybettim ama geri getirip yapıştırdım! 2. SIRA!
Sırada Nico vardı.
Sorunu gittikçe kötüleşiyordu ve iki tur kala onu arka
düzlükte yakalayıp geçtim. Sonra kafama dank etti: H…., lidersin.
Sadece ellerimin çalışmaya devam etmesini istedim. Sakin
kalmak ve nasıl vites değiştirip nasıl frenleneceğini, nasıl F1 aracı
sürüldüğünü hatırlamak için çok zorluyordum. Vücuduma sakin kalması için
yalvarıyordum – sadece birkaç sol ve birkaç sağ dönüş daha. Ve sonunda çizgiyi
son bir kez geçtim, soluma baktım ve damalı bayrağı gördüm. Gördüğüm en güzel
bayraktı. Bir tur önce Felipe Massa ve Sergio’nun 1. Viraj öncesi
çarpıştıklarını görmüştüm bu yüzden radyoda takımıma onların durumunu sordum.
Kutlamadan önce iyi olduklarını teyit ettim.
Yarış mühendisim Simon’ın “İyi durumdalar gibi görünüyor
Daniel” dediğini duyduğumda rahatlamıştım. Sonra taşlar yerine oturdu. Formula
1 yarış galibi, Daniel Ricciardo. Oğlum, çok tatlı bir andı.
O günü ve Sergio’yu geçiş hamlemi asla unutmayacağım,
sonsuza kadar aklıma yapışacak. Çünkü bir zamanlar, ergenken bunu yapmaya
cesaretim yoktu. Bir zamanlar, bal porsuğu — ruh hayvanım,
alter-egom — yoktu.
Uçakta oturmuş o galibiyeti hatırlarken aklıma birçok başka
hatıra geldi. Bir tanesi öne çıktı. Monako. Bu yıl.
Monako Grand Prix’inin 28. turunda beygir gücünün bir
bölümünü kaybettiğimde aklıma gelen ve ilk gördüğüm şey eski takım arkadaşım
Seb oldu. Böyle bir sorunu birkaç km kala yaşamak olabilir ama daha bitişe 50
tur kala ve kuyruğumda O ADAM varken? Haydi be. Monako’da böylesine kötü bir
şansı hak edecek ne yaptım.
İki yıl önce Monako’daki ikinciliğim aklıma geldi**.
Montreal’de aracını idare etmeye çalışırken geçtiğim Nico aklıma geldi.
Çekingen olduğum go-kart antrenmanı aklıma geldi.
**Yarışı lider götürürken Red Bull’un pit hatası sebebiyle
ikinci olmuştu.
Bu yıl Monako’da kazanabilmek için yapabileceğim her şeye
ihtiyacım vardı. Frenleme noktalarımı ve vites değişimlerini yarış sırasında
yeniden öğrendim. Virajlarda beni geçmenin neredeyse imkansız olduğunu
biliyordum bu yüzden Seb’i düzlüklerde geride tutabilmek için virajlarda fark
açmalıydım. Hayatımın en test edici 50 virajıydı.
Ve sonunda… başardım. Biz
başardık. Takip eden saatleri hayal meyal hatırlıyorum, çok yorucuydu. Eve
gece 1’de döndüm ve kutlamaya devam etmek istedim ama hiç gücüm kalmamıştı.
Ölmüştüm.
Buzdolabına gittim, bir bira aldım ve yatağa uzandım.
Muhtemelen hayatımın en iyi birasıydı. Benim bira fabrikamdan
olmasının da etkisi var tabii, hahaha.
F1 Monako galibi, Daniel Ricciardo. İşte bütün her şey
bununla ilgili.
Uçuşun bu noktasında Los Angeles’a iniş için neredeyse
alçalmaya başlıyorduk. Cevabımı bulmaya yakındım. Çok sayıda mutlu anının üzerinden
geçtim… Düşünceler daha yoğun ve hızlı geliyordu çünkü artık günümüze
gelmiştim. Aklım olması gereken yerdeydi: bu yılın yarı noktası.
Zaman zaman bu sezon inanılmaz zor oldu. Zorluklara göğüs
germekle ilgili şeyler söyledim… ama adamım bir süre sonra ben bile yoruldum.
Ben insanım. Ama hepinizin şunu duymasını gerçekten istiyorum: Umarım herkes
Red Bull’un bir markadan çok daha fazlası olduğunu anlar. O bir aile, o neyin
mümkün olduğuna dair bir ifade şekli. Eğer bir takım bütün bunları yapabiliyorsa;
futbol liglerini kazanmak, en hızlı araçları üretmek, en iyi oyuncuları(gamer)
takıma katmak, uçak yarışları düzenlemek, biz hepimiz neler yapabiliriz? Red Bull yalnızca havalı işler yapıyor
ve bunun bir parçası olmayı çok sevdim.
10 yıl boyunca Red Bull ailesinin parçası olduğum ve Red
Bull Racing için yarıştığım için inanılmaz derecede ayrıcalıklı hissediyorum.
Bana şansımı verdiler ve Dr. Marko yıllar önce beni fark etmese hayalimdeki iş
olan F1 pilotluğuna ulaşabileceğimi zannetmiyorum.
Bu takımı, bu harika insanları, bu aileyi sonsuza kadar
hatırlayacağım.
Ve bu düşünce, tam da burası, netliği bulduğum yerdi. Red
Bull ile çok fazla şey başardım. Her zaman olmak istediğim kişi oldum, onların
yanında. Ve biliyorum, biliyorum ki
onlara her şeyimi vermiş ve aynı karşılığı görmüş şekilde buradan ayrılabilirim.
Ancak kalbimi dinlemem gerekiyordu, tek başıma gidip kendi
kararımı vermeliydim. Değişim korkutucudur – insanın ödünü kopartır. Biliyorum
ki yolculuğumun sıradaki kısmı her zaman kolay olmayacak ama en iyi versiyonum
olabilmek için bu adımı atıp denemem gerekiyor. Bu her zaman buydu. Sıradaki
adım, sıradaki sıçrama, yeni bir mücadele.
Gelecek yıl Renault’ya gidiyorum. Açık bir zihin ve tam bir
kalple gidiyorum. Kimsenin kristal bir küresi yok ya da geleceği tahmin edip
seçimlerimin sonuçlarını söyleyemezler ama ne olursa olsun, bir karar verildi.
Ancak şimdilik bu yılı güçlü bitirmek istiyorum. Mental
olarak kolay olmayacak. Bunu biliyorum. Araçla attığım her tur beni Red Bull
yarış tulumuyla attığım son tura daha da yaklaştıracak. Ve Abu Dabi’de son kez çıktığımda…
Sanırım bayağı sağlam ağlayacağım. Belki birkaç kere. Sonra kış gelecek,
Renault’taki arkadaşlarımla tanışacağım ve yeni bir sayfa açacağım.
Böylece uçaktan indim, yeni maceramın da ilki kadar
eğlenceli olması umuduyla. Çünkü yaşlanıp saçlarıma aklar düştüğünde ve
Wikipedia sayfamı okuyup tekrar genç hissetmeye çalıştığımda birkaç şey görmek
istiyorum.
İlk olarak benim en az bir Formula 1 dünya şampiyonluğu
kazandığımı yazmasını istiyorum. Bir taneye ihtiyacım var değil mi?
İkincisi, bal porsuğuyla ilgili bir bölüm olmalı. Bunu hak
ettiğini düşünüyorum.
Üçüncü olarak da umarım benim sporu bir şekilde değiştirdiğimi,
eğlendiğimi, sert ama adil yarıştığımı, izimi bıraktığımı yazar. Umarım dünyanın
dört bir yanında her haftasonu izleyen çocuklar eğlenebileceğinizi, sert çocuk
olabileceğinizi ve yine de yaptığınız işte gerçekten iyi olabileceğinizi
biliyorlardır.
Ve eğer bu çocuklara yalnızca bir tavsiye verebileceksem o
da budur: Ne yaparsanız yapın kendinize karşı dürüst olun.
Ve eğer bu işe yaramazsa – pulu yapıştırın ve gönderin.***
--Daniel
***”Lick the stamp and send it” kalıbı bu sezon Çin GP’sinde
Vettel’i geçerken yaptığı riskli hamle sorulduğunda verdiği cevap (Bazen pulu
yapıştırıp göndermeniz gerekir). Düz çevirisi “pulu yalayın ve gönderin” oluyor.
Bu yazının orijinali 21
Kasım 2018 tarihinde The
Players’ Tribune adresinde Daniel Ricciardo tarafından yayınlanmıştır. Başlık
fotoğrafı hariç tüm fotoğraflar yazıdan alınmıştır.
Bu çeviri
ArtemioFranchi.org dışında kaynak gösterilse bile izin alınmadan kullanılamaz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder